Ana SayfaYazarlarŞarkı, şaka, proje

Şarkı, şaka, proje

 

 

 

Geçen Hasankeyf yazımın kaldığı yerden başlarsak:

https://www.serbestiyet.com/yazarlar/ihsan-bilgin/felaket-dogal-mi-sosyal-mi-849541

Şurada kalmıştık: Çaresizliğeyatıştırıcı çareler.

 

 

Ama mizahla sınırlı değil, yaratıcılığın her çeşidinin maruz kalınan çaresizliklerle yüzleşirken insana destek olmak gibi bir rolü olabiliyor.

1-Şaka                                                          

Mizah ilk akla gelenlerden biri; sırf yapana değil muhatabına da iyi gelen bir yatıştırıcı yönü oluyor.

Orhan Koçak siyasi ve kültürel polemik yazılarını derlediği Polemikler kitabının “Gülerek sağ kalmak-Haldun Taner’i hatırlayarak-“ yazısında mizahın eleştirel de olabilecek incesiyle, kaba-saba ve vülger olanını ayırt ederek, mizahın medya enformelliği kadar devlet formelliğine de sığınamayacağını medyanın tarafsız laubaliliğiyle örnekleyip resmiyetin perdelediği uzlaşmaz çelişkilerin aktörlerini düşürdüğü gülünçlüklerle anlattıktan sonra Haldun Taner’i mizahın teskin de edici içtenliğiyle hatırlamanın yordamı için Molière ve Neyzen’e dokunarak tamamlıyor sözünü.

1b-Şakanın sınırı                                                                        

 

Walter Benjamin’in öldüğü İspanyol kasabası Port bo’daki Dany Karavan tasarımı mezarı: gezinti-seyir patikası girişi.

 

Sanatçı Dani Karavan’ın sırf Port Bo’daki Walter Benjamin mezarı değil, bütün holocost mağduru mezarlıkları bile sonuçta mezarlık olmalarına rağmen mizah çarklarını da döndüren yaratıcılığın gücünden paylarını almıştır.

 

Karavan’ın Barış Patikası

 

2-Şarkı                                                                                        

17 Temmuz akşamı Zorlu PSM’de ayin deneyimi yaşatan bir konser veren Mozaik; “12 Eylül karanlığında bile yeniden şarkı söylenebileceğini gösterdiler.” diye tanıtıldı.

 

 

Onların repertuarlarına aldıkları yeni parça “Bataklık Askerleri” [Die Moorsoldaten] ise çok daha trajik bir darda kalmanın içinden türemiş yaratıcılık örneğiydi: Nazi ölüm kamplarından birinde muhtemel katilleri öncesinde zorla bataklık kurutma işinde çalıştırılan Yahudilerin sabahları gidip akşamları dönerken söyledikleri marş parodisi şarkıymış. Geride bıraktıkları Afrika’daki ninelerinin masallarından Blues’u türeten Amerikalı siyah kölelerin yaptıklarına benzer şekilde o işi başka şartlar altında yapar gibi yaşamanın aracı olmuş.

 

 

Akdeniz coğrafyası erken sahiplerinden Yahudilerin, geç yerlilerinden/görgüsüz Naziler’den gördükleri modern tarihin en akıl-sır almaz barbarlığını daha katlanılır kıldıracak bir araç olarak birlikte söyledikleri bir şarkıymış. O kadar işin parçası haline getirmişler ki kendilerini sürükleyen gardiyanlar da söylemeye başlamış. Marş formatında olması sanırım esarete meydan okuma kadar kendilerini esirler olarak değil, sanki sefere giden askerliğe zorlanıp orduya yazılmışlar gibi görmenin parodisi bir ironi:..

https://www.youtube.com/watch?v=aEDBkK_BthA

Bunlar müşkül durumun eziyetini yaşarken bile insani etkinlik içinde kalınabileceğinin tarihe mal olmuş hatıraları..

2b-Komik şarkı                                                       

Projeye geçmeden şarkıyla şakayı bir arada hatırlatacak bahane olarak:

Blues brothers: Metin&Zeki kabarelerinden bile çok güldüğüm mizansendir. Siyah gözlüklü-kılıklı iki lider karakter; tıpkı Mozaik’in bağımsız müzisyenlerinin arada toplanıp karşımıza çıktıkları gibi gruplarını tekrar toplamaya çalışmaktadır. Yegâne engel hepsinin grup harici birer hayatı, işi, gücü olması değildir. Polis de peşlerindedir. Polisi de çileden çıkaran baştan çıkarıcı blues ve soul sahneleri eşliğinde cereyan eden bu toplanma süreci o kadar mizahi şekilde cereyan etmektedir ki, parmaklarını oynatmaları izleyicinin kahkahasına yeter. Öte yandan bu mizah, hasımları polis teşkilatını da hep gülünç durumlara düşürmektedir. Hatta muhteşem finalinde peşlerindekinin kendi halindeki emniyet güçleriyle sınırlı olmayıp Amerikan ordusunun tamamı olduğunu anlarız.

 

         

3-Proje                                                                    

3. havaalanı, Ankara sarayı gibi yersiz uygulamalar eşliğinde değindiğim Hasankeyf benzeri kültürel/doğal çevre tahribatına yaratıcılıkla tahammülün aracı da pekâlâ mimari tasarım olabilir.

Örneklemek üzere 2010 kültür başkenti sürecine fikri hazırlık için Bilgi-Mimarlık olarak yaptığımız araştırma amaçlı bir çalışma vesilesiyle İstanbul’un politikacılarla teknisyenlerin işbirliği ürünü başka bir hayal kırıklığı Yenikapı transfer merkezi projesinden söz edeyim.

 

İBB’nin Yenikapı ve Haydarpaşa-Söğütlüçeşme odaklı ulaşım ağları vizyonu (Yenikapı için uluslararası mimari yarışma malzemesi olarak üretilmiş 2 ölçekte ulaşım ağları vizyonu temsili)

 

Önce transfer merkezi: İstanbul’un Prost sonrası vizyonunu Hüseyin Kaptan’ın İMP (İstanbul Metropolitan Planlama ofisi) ile irtibat halinde üreten İBB,  İstanbul metropolünün yeni ulaşım odakları olarak iki yer öngörmüştü: Yenikapı ve Haydarpaşa-Söğütlüçeşme arakesiti. Çağdaş metropollerde farklı ulaşım ağlarının düğüm noktası; zaten merkez demektir. Yani herhangi bir araçla oraya gelen kişi orada bir başkasını bularak, metropolün en uç noktalarına kadar her yerine ulaşma imkânı elde etmiş olurken merkezi işlevlere de ulaşmış olur. Kısaca milyonlarca kişinin hareket alanı olarak metropol yüzeyinde hareket eden kalabalıklar o iki noktada buluştuktan sonra tekrar dağılacaktır. Fiziksel ve sosyal coğrafya ortalamaları rasyonel kesişme noktaları olarak Yenikapı ile Haydarpaşa-Söğütlüçeşme arakesitini işaret edince bu kez de bu iki noktanın farklı ulaşım ağlarının buluşma noktalarına uygunluğu test edilip plan kararlarına dönüştürülmüştü. Prost planı Tarihi yarımada ve Beyoğlu yakalarını tek merkez Taksim’e odaklayarak bütünleştirmişti. O zaman iki yakada bir arada işleyen ulaşım sistemi ağırlıkla karayolu olduğundan Taksim tepesindeki transfer merkezi otobüs, minibüs, otomobil döngüsünün odağı olmuştu. Sınırlı kapasiteli tramvay harici raylı sistem Beyoğlu’na uğramadığından, deniz ulaşımı da tepe konumu nedeniyle bu sirkülasyon düğümü dışında kalıyordu.

Böylece İstanbul, Prost planıyla iki yakası bir arada çalışan bir şehir haline geldikten elli yıl sonra üç yakası aynı iki koordinata odaklanarak bir arada çalışan bir metropole dönüşmüş olacaktı. Öngörülen iki transfer noktası merkezler bu kez Marmaray da dâhil gelişkin bir raylı sistem ağıyla deniz ulaşım ağının ve çevreyolları eksenli karayollarının düğümü olacaktı. Bu üç sistemin o merkezlerdeki başlangıç-bitiş noktaları birbirinden tamamen farklı kentsel donatıları gerekli kılıyordu. Otobüs-minibüs-taksi durağı terminaliyle raylı sistem terminali ve vapur iskelelerinin birbirine eklemlenmesi sadece bir karayolu ağı düğümü olarak Taksim meydanından bambaşka bir tasarım becerisi gerektiriyordu. Haydarpaşa, deniz, kara ve demiryolu buluşmasının eski Asya yakası merkezi olarak belirli bir yapılı çevre kapasitesine zaten sahipti ve oradaki ilginç yapılı çevre stoku halen yeni işlevle uyumlu bir proje ve uygulama bekliyor. Yenikapı’ya gelince Prost planının Unkapanı Bulvarı nihayetine dönüşürken, çevresi Aksaray’ı da Taksim kozmopolitizminin Yarımada’daki 2. sınıf arka bahçesine dönüşmüştü ve dolayısıyla yeni işlevini kaldıracak kapsamlı bir proje ve şuurlu bir proje yönetimine ihtiyaç duyuyordu. Proje; İstanbul’un o zamana kadar hiç sahip olmadığı karmaşıklıkta bir raylı sistem terminalini zemin trafiği akışı ve sahilin yeni iskele örüntüsüyle buluşturacak bu mimari çözüm; yönetilebilir bir mimari program tanımına ihtiyaç duyuyordu. Tam o sırada İBB yönetiminin zihinsel kapasitesini zaten aşan böyle bir işin idaresini iyice karmaşıklaştırıp beceriksiz yöneticilerin el-ayaklarını dolaştıran müjdeli bir gelişme oldu:

 

Tarihi Yarımada Bizans temsili: Saray+hipodrom(şimdiki Sultanahmet) odaklı yönetim merkeziyle ötesindeki sivil hayatın odağı Yenikapı koyu/limanı.

 

Akdeniz ticaret ağının düğüm noktası Bizans’ın doğal limanı olarak kullanılmış Yenikapı koyunda limanın bin yıl önceki kapasitesinin kanıtı gemi iskeletleri vs. ile çeşitli tersane artığı kalıntılar bulundu. Dolayısıyla bu karmaşık programa bir de müze işlevi eklenmesi gerekli hale geldi. Çünkü İstanbul, Roma imparatorluğu ticaret dolaşım ağının başlıca düğüm noktası olarak Akdeniz dünyasının en önemli limanıydı. Çağdaş müzecilik anlayışı bu kalıntıları arkeoloji müzelerindeki alakasız eserlerle birlikte sergilemek yerine limanın mekânsal düzenine de işaret edecek şekilde yerinde sergilemeye zorladığı için öteki ilgili devlet kurumu 2010 kültür başkenti ajansı; yönetimindeki Korhan Gümüş liderliğinde bir grup inisiyatif kullanarak yönetilebilir bir mimari proje problematiğini tanımlayarak uluslararası bir mimari yarışmaya hazırlamak üzere zamanın Bilgi-Mimarlık yüksek lisans programıyla anlaşmıştı. Bilgi’nin yüksek lisans biriminde 2006-10 arasında Yenikapı transfer merkezi+ liman müzesi programlı olarak; Milano Politeknik ve Harvard GSD okullarıyla bir arada yürütülen; alanın imkân ve sınırlarını keşfe yönelik iki atölye açılarak hocalarla öğrenciler programın potansiyellerini keşfettiler. Atölyelerin program tanımı yeni işlevlere mimari çözümler aramakla yetinmeyip bu dönüşüm sürecini; Yenikapı’nın bulunduğu yaka yarımada-içinde kozmopolit bir transfer merkezi olarak işlerken Aksaray’da bıraktığı tahribata çözümler üretme fırsatı diye de gördü. Program sorunsalı tanımını akademik çalışmaya dönüştüren Bilgi’de bununla yetinilmeyip diğer merkez Haydarpaşa-Söğütlüçeşme bölgesi için de bir atölye açıldı. Hatta Gezi gündeminden çok önce merkezin taşınması sürecinin eski merkez Taksim’de bırakması muhtemel tahribatı telafi çareleri aramak üzere de bir atölye açıldı. Bunların hiçbiri tanımı gereği uygulamaya yönelik profesyonel projeler değil, uygulama projesi için global ölçekte yarışacakların zihinlerini açmaya dönük hazırlık çalışmaları ve araştırma projeleriydi.  

 

 

Ama sonra iş olacağına vardı ve 2010 ertesinde ajans dağılıp süreç yine sahipsiz kalınca durumu fırsat zanneden kimi tecrübesiz meslektaşlar; işi İBB’deki siyasi nüfusla mimarlık medyasına malzeme üretme yarışına indirgeyince halen elimizde yerel seçim mağlubu Binali Yıldırım’a propaganda malzemesi olmuş ve transfer işlevleriyle ilişkisi olmayan yavan bir Peter Eisenmann müze maketi kaldı.

 

 

Bu aralıkta halkası olduğu sağ siyaset geleneği ezikliğinin ezeli travması Taksim’le boğuşmayı vazife bellemiş AKP iktidarının başka bir tasarrufuna da zemin hazırlanmış oldu. AKP hazır merkez kaydırma gibi büyük bir işe kalkışılmışken Taksim’in siyasal işlevini de sağa aktarılmış bir zeminde Yenikapı’ya taşımayı öncelikli bir siyasi bir stratejiye dönüştürdü.

Beyoğlu yakasının sağa hep hatırlattığı, modernleşme karşısındaki eziklik problemiyle başa çıkacak araçlar üretememiş Türkiye sağı Taksim’in 30-50’lerdeki modernleştirici rolüyle DİSK’in kurulması ve 15-16 Haziran kalkışması zemininde 60-70’lerde yükselip 1 Mayıs mitinglerinde doruğa çıkan sol yönelimli işçi sınıfı hareketi arasında hep başa çıkamadığı bir bağlantı kurmuştu. AKP metropolün özgül teknik problemleri ve çözümleriyle hiç alakası olmadığını kanıtlayan en hoyrat yolu seçip önce Yenikapı’yı boşalttıktan sonra rıhtımını yüz yıl önce Dolmabahçe sarayının yapıldığı büyüklükte boş bir sahil arsasına dönüştürüp bir metro tabelasına dönüştürdüğü solla içiçe bir işçi sınıfı kitleselliği sembolü Taksim’in yerini tutacak miting alanı olduğunu ilan etti. Semboller ve şahsi kaprisler aracılığıyla sürdürülen bu gölge boksunda olan Taksim ve Yenikapı’ya oldu. Birincisi bir tepenin kentsel bellek izleri tamamen silinmiş yeraltı kavşağına, ikincisi de üzerine kurulacak hayali şantiyeyi bekleyen dev bir sahil arsası boşluğuna dönüştürülmüş oldu.

 

Beyoğlu yakasındaki İstanbul’un metropolitan merkezi Taksim’e siyasi-sembolik alternatif olması niyetiyle son dönemde doldurulup kentten tamamen kopuk boş sahil arsasına dönüştürülmüş  Bizans’ta kentin doğal limanı olarak kullanılmış arkeolojik sit alanı Yenikapı koyunun günümüzdeki sahil yolu kesiti.

 

Yenikapı maceramızın Hasankeyf trajedisiyle başlattığım bu iki yazılık mini dizimle alakasına gelince:

Şaka ve şarkının yanı sıra mimari projenin de siyasi iktidar baskıları ve meslektaş beceriksizlikleri karşısındaki çaresizliklerle baş etmede bir araç olduğunu iddia etmiştim.

3b-Öğrenci tecrübesi İstanbul’a merkez yapabilir mi?     

Örneğim Yenikapı’dan: Evren Başbuğ 2006’da Bilgi-Mimarlık Y.lisans atölyesinde transfer ve müze işlevlerini bir arada çözen projeyi yaparken sadece mezuniyet ertesinde edineceği profesyonel mimari proje ve mimarlık yayıncılığı becerilerinin uzağındaki okul tecrübesiyle hareket ediyordu. Yenikapı trajedisiyle her yüzleştiğimde teselli bulmak üzere gözümün önüne getirdiğim imgelerdendir. Hele ki saçları değirmende ağarttığı izlenimi bırakan Eisenmann’ın baştan savma maketiyle bir arada düşününce sırf siyasi yandaşlıklarla değil, artık mimarlığı da iyice kuşatmış profesyonelizm böbürlenmeleriyle başa çıkmak için de telafi edici bir etki bırakıyor. Müzenin baskın şekilli kırmızı kıvrımına gelince: Ne Renzo Piano’nun Amsterdam bilim müzesi Nemo gibi güvertesinden liman zeminini genişletme imkânı türetmiş bir gemi silueti bahanesi oluyor; ne de iki design grup üyeleri Murat Kader&Sema Eser tasarımı Piyalepaşa Polat Residance gibi Osmanlı deniz kuvvetleri merkezi Piyalepaşa bulvarına denizle temas kökenini hatırlatmak üzere yine tanıdık gemi şeklinin son devirde yitirilenler listesine eklenmiş Boğaz vapuru çağrışımlısını kullanıyor. Muhayyel gözümüz boşuna o kırmızı kıvrımdan önce gemi çağrışım alıp ardından da onu limanın göstergesine taşımadı. İşarete yatkınlığını; plandaki logoya eğilimli kıvrımdan Zaha Hadid maharetiyle gemi formuna taşımasından alıyor. Araya giren formel dolayım o gemi formunu doğrudan şekil taklidinden en yalın simgesel göstergenin yani, logonun üç boyutlusu olmaya zorluyor. İmge, boş gösterene dönüşmeden dolaysız gemi çağrışımından koparak logolaşmış oluyor.

 

Evren Başbuğ; Yenikapı transfer merkezi ve arkeoloji müzesi projesi; Bilgi-Mimarlık_Tansel Korkmaz&Cem Çelik atölyesi;2006.

 

Peter Eisenmann projesi.

 

O etki sadece somut ve hakkıyla detaylandırıldığında uygulanabilir bir düşüncelilik ürünü olmasından ziyade şöyle bir çağrışımı harekete geçirmesiyle de ilgili: Kruz gemisiyle Çanakkale boğazından geçmiş bir göz Marmara sahilini tarayarak seyrederken rengiyle de bakışı çelen ve şekline işaretle üzerinde YenikapıCurled yazan çekici bir kırmızı nesne daha seyahatnamelerin İstanbul’la karşılaşma efsanesi Sarayburnu’na varmadan önce gemi rehberinin anonsuna gerek kalmadan Roma dolaşım ağının görkemli düğüm noktası Bizans limanına işaret koymuş olması hayali uyarıyor hayalimdeki estetik deneyimi.  

 

R.Piano Amsterdam Bilim Müzesi NEMO.

 

İki design grup: Murat Kader&Sema Keser Piyalepaşa Polat Residence

 

3c- Böyle teselli mi olur?                   

Geçen Hasankeyf yazımda başvurduğum mecaz Nuh tufanındaki gemi de başa gelen felaketi el-kol bağlı izlemek yerine bir şeyler yaparak yaşamanın hikayesi değil miydi?

 

 

 

 

 

- Advertisment -