Ana SayfaYazarlar“Neden 2019 gelmiş geçmiş en iyi yıldı?”

“Neden 2019 gelmiş geçmiş en iyi yıldı?”

 

Muhtemelen pek çok Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı başlığı böyle olan bir yazıyı okumak istemeyecektir. Dünyadaki pek çok insan da…

 

Ama tecrübeli gazeteci Nicholas Kristof’un, önceki gün New York Times’ın birinci sayfasından duyurulan yazısının başlığı böyleydi.

 

Kristof özetle şunu diyor: Trump’ı, güncel yakıcı meseleleri bir anlık unutun, on binlerce yıllık büyük insanlık hikayesini düşünün. 2019 yılı bu büyük hikaye içinde daha az insanın açlık çektiği, daha az bebeğin hastalıklardan öldüğü, daha fazla insanın temiz suya kavuştuğu, insanlık tarihinin en yüksek okuma yazma oranının yakalandığı, ortalama gelirin en yüksek olduğu en iyi yıldı. Eğer çok büyük bir kriz çıkmazsa 2019, bir yıl sonra insanlık tarihinin en iyi yılı unvanını 2020’ye devredecek.

 

Haklı olabilir. Ama biz büyük insanlık hikayesinin değil, yaşadığımız çağın, yılların insanlarıyız. O yüzden 2019 yılını böyle övmeye ne Amerikalıların ne Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının çoğunun içi elvermez.

 

İçinde yaşadığımız zaman dilimi üzerine yine New York Times’dan Pulitzerli edebiyat eleştirmeni Michiko Kakutani’nin 2010’lu yıllar değerlendirmesi bize daha tanıdık şeyler söylüyor.

 

Yazının başlığından itibaren: “2010’lar: Normalin sonu”.

 

Yazıyı okurken “aynen, biz de öyle” diyor insan içinden:

 “Bu 10 yıl açılırken umutlar yeşermişti. Amerika, eşitliğe ve özgürlüğe doğru ilerici bir yola girdi diye umutlanmıştık. Baş döndürücü bir hızla gelişen teknoloji, en bunaltıcı meselelerimize bir çözüm olacak diye ummuştuk ama karanlık ve kutuplaştırıcı yeni bir devre girdik. Korku ve güvensizlik galip geldi.”

 

Yazıda bu korku ve güvensizlik haline son dönemde popüler bazı filmler ve diziler de örnek olarak gösterilmiş.

 

Mesela 2016’da çekilmeye başlanan Black Mirror, 2016 yapımı Westworld, 2017 yapımı Handmaid’s Tale, Get Out ve 2019’da vizyona giren Joker gibi.

 

Amerikalıların böyle hissetmelerine şaşırmamak gerek.

 

2010’lu yıllara Obama’nın başkanlığında girmişlerdi, 2020’li yıllara ise Trump’ın başkanlığında giriyorlar.

 

Obama ile Trump arasındaki bu uçurumu 2010’lu yılların dünyası yarattı.

 

2000’li yıllarda büyük vaatler, umutlarla, “dünya global bir köy oluyor” analizleriyle yükselen küreselleşme dalgası 2010’lu yılların başlarında zirve yaptı ama bu dalga 2010’ların ortalarından itibaren pek çoğu hesap edilmemiş ağır hasarlar da bırakarak geri çekildi.

 

2009’da Kahire’de İslam dünyasına seslenen Obama “Birbirimize o kadar  bağımlıyız ki, devlet veya grubu başkasından üstün tutan herhangi bir dünya düzeninin başarısızlıkla sonuçlanması kaçınılmazdır” demişti. 2019’da BM’de konuşan Trump ise “Gelecek küreselcilerin değil vatanseverlerin” dedi.

 

2010’lu yılların başlarında herhangi bir gazete arşivini açsanız karşınıza Facebook’un dünyayı nasıl birleştirdiğini anlatan, bu şirketleri kuran genç girişimcileri övgülere boğan yazılar çıkardı. Hatta Facebook’un hikayesi film bile yapıldı.

 

Ama 2010’lu yıllar biterken Facebook’un kurucusu Mark Zuckerberg’i, milyonlarca insanın bilgilerini siyasi manipülasyonlar yapan Cambridge Analytica şirketine sattığı için ABD Kongresi önünde hesap verirken gördük. 2010’lu yılların sonunda artık Big Data’nın ne büyük güvenlik sorunları yarattığını anlatan belgeseller izledik.

 

2010’da dünya şeffaflaşıyor, büyük devletlerin sırları ifşa oluyor, internet karşısında ulus devletler çaresiz kalıyor denerek övülen Julian Assange, 2010’ların sonunda sığındığı elçilikten zorla çıkarıldı.

 

2010’lu yıllarda herkesin herkesle irtibatta olduğu, bilgiye ulaşmanın kolaylaştığı sosyal medya sadece bir devrim olarak görülüyordu.

 

Ama 2020’li yıllara sosyal medyadan üreyen post-truth (gerçek ötesi), fake news (yalan haber) gibi devasa sorunlara çare arayarak giriyoruz.

 

Dünyanın her yerinden insanlar sosyal medya üzerinden sadece haberleşmedi aynı zamanda radikalleşip örgütlendiler, bazıları IŞİD’e katıldılar, bazıları aşırı sağcı katliamlar yaptılar.

 

Hep övülen iletişim ve ulaşım olanaklarının artması ve dünyanın global bir köye dönmesi de kötü şartlarda yaşayan insanların, daha iyi şartlarda yaşayan insanların hayatlarını görüp, bütün riskleri alarak göç etmesini, mülteci krizini tetikledi.

 

2010’lu yıllara Tunus’ta zabıtanın kuru yasemin sattığı tezgahını yıkması üzerine kendini yakan üniversite mezunu Muhammed Bouazizi’nin ateşini yaktığı Arap Baharı’yla girdi dünya.

 

Sonunda Ortadoğu halklarının 40-50 yıllık berbat diktatörlüklere isyan edip, eşitlik, özgürlük, demokrasi istemeleri herkesi heyecanlandırdı.

 

Ama 2010’lu yıllar biterken Arap Baharı’ndan geriye Tunus dışında büyük bir yıkım ve her türlü demokratik talebi anında bastıran, gazetecileri elçiliklerinde yok eden ‘ilerici ’krallar, yeni diktatörler kaldı. Artık Ortadoğu’da yükselen değerler demokrasi ve özgürlük değil, istikrar ve güvenlik.

 

2010’lu yıllara Avrupa, “2020 Avrupa” vizyonuyla, güçlenen entegrasyon, Avrupa kimliğini konuşarak girmişti. 2010’lu yıllardan Avrupa, Brexit’le, yükselen Avro-septik, aşırı sağ hareketlerle, ekonomisi batık AB ülkeleriyle çıkıyor.

 

Türkiye’nin hikayesi de farklı değil.

 

Türkiye 2010’lu yıllara reform, açılım, demokratikleşme kavramlarıyla girmişti. 2010’lu yıllardan ise beka, iç ve dış düşmanlar, bizi çekemiyorlar sloganlarıyla çıkıyor.

 

2010’lu yıllara askeri ve yargı vesayete, parti kapatma girişimlerine karşı demokratikleşme paketleri, yeni anayasa çalışmasıyla giren iktidar, 2010’lu yıllardan yargı vesayetiyle seçim iptal etmiş, belediye başkanlarının yerine, üniversitelere kayyımlar atamış, fikirleri yüzünden insanları hapse atmış olarak çıkıyor.

 

2010’lu yıllarda ayaklar altına alınmış milliyetçikler, 2020’lere baş üstünde giriyor. 2010’ların açılımları, 2020’lere girerken kapanımlara döndü.

 

2010’lu yılların liberal-sol-muhafazakar “Yetmez ama Evet” ittifakı dağıldı. 2020’lere muhafazakar-milliyetçi-ulusalcı Cumhur İttifakı ve Atatürkçü-liberal-sol-Kürt-muhafazakarların İstanbul seçimlerinde kurduğu yeni “yetmez ama evet ittifakı” ile giriyoruz.

 

2011 seçimleri öncesinde halka seçim vaadi olarak ayrıntılı anlatılan Kanal İstanbul projesi, 2020 yılında “isteseniz de istemeseniz de yapacağız” dayatmasına döndü.

 

2010’lu yıllara Türkiye bölgesinde demokratik model ülke olarak girmişti, 2020’ye Türkiye özgürlük endekslerinde özgür olmayan ülkeler arasında giriyor.

 

2010’a Youtube kapalı olarak girmiştik, 2020’ye Wikipedia, Booking, Pay-pal kapalı olarak giriyoruz.

 

2010’lerde Türkiye doğu-batı arasında kültürel geçişkenliği ve diyaloğu sağlayan bir köprüye benzetiliyordu, 2020’ye girerken o köprüyü sadece doğudan batıya geçmek isteyen mülteciler kullanıyor.

 

2010’lu yıllara girerken Türkiye’nin dış politikadaki hedefi komşularla sıfır sorundu, 2020’ye girerken Türkiye’nin bölgesinde sadece Katar ve Libya’daki Trablus rejimi ile sıfır sorunu var. Ankara, KKTC ile bile bir miktar sorun yaşamayı başardı.

 

2010’lu yıllara Türkiye, yüzde 7-8 büyüme oranları, 10 bin doları aşan ve 12.500 dolara doğru yükselen kişi başına milli gelir, yüzde 6 enflasyon ve “dolar 2 TL olur mu tartışmalarıyla girmişti. 2020’lere ise yüzde 0 ile 1 arası büyüme oranı, 8.800 dolar milli gelir,  yüzde 10.5 enflasyon oranı ve “dolar 6 tl olur mu?” tartışmalarıyla girdi.

 

Tabii ki her şey kötü değil.

 

Pek çok önyargı aşıldı, tabular kırıldı, buzlar eridi, uzlaşma zeminleri kuruldu, macunlar tüplerinden çıktı.

 

1993’de Türkiye’ye internet geldiğinde doğmuş çocuklar 2020 yılında 27 yaşına giriyor. 2002’de gözünü AK Parti iktidarıyla açmış çocuklar bundan sonraki ilk seçimde oy verecekler.

 

Savaş sonrası dünyasındaki nüfus patlamasında kalabalık ailelerde doğmuş baby boomer kuşağı (1945-1960 yılları arasında doğanlar) yerini, çekirdek ailelerde daha özenle ve sevgiyle büyütülmüş X, Y, Z kuşağına bırakacak.

 

Baby boomerların sık sık “ok boomer” sözünü duyacağı bir 10 yıl başlıyor.

 

Dünya tarihinde 2010’lu yıllardan çok daha karmaşık, belalı zamanlar oldu. Tarih kötüye ya da iyiye doğru lineer olarak gitmiyor. Kırılmalar, ileriye ya da geriye dönüşler her devir yaşanıyor.

 

Bundan 100 yıl önce Birinci Dünya Savaşı gibi büyük bir yıkımdan henüz çıkılmışken, hala barut ve ceset kokuları gelirken, 1919 yılında İrlandalı şair William Butler Yeats İkinci Geliş şiirini yazmıştı:

Açılan girdapta dönüp dönerken

Duyamaz çevik atmaca sahibini;

Ayrı düşer parçalar; merkez tutulamaz;

Katıksız anarşi başıboş kalır dünyada,

Kanlanmış akıntı salınır, ve her yerde

Boğulur masumiyetin kutlanması;

En iyiler tüm kanılardan yoksun, en kötüler

Tutkulu bir yeğinlikle dolar.

Ortaya çıkacak bir şeyler eminim;

İkinci Geliş vakti gelmiş eminim.

(Türkçesi: Işık Barış Fidaner)

 

1920’lerde dünyada yaşanan barış ve refah dönemi Yeats’in umutlarını haksız çıkarmaz. Sonra yine ters bir dalga gelir…

 

2020’ler de rüzgarın döneceği bir on yıl olsun…

- Advertisment -