Ana SayfaYazarlarBazen sadece gerçeği söylemek en büyük vatanseverliktir...

Bazen sadece gerçeği söylemek en büyük vatanseverliktir…

Valery Alekseyevich Legasov Sovyet Bilimler Akademisi üyesi ve Moskova’daki Kurchatov Atom Enerjisi Enstitüsü’nün başkan yardımcılığını yapan bir Rus profesördü.

 

Ama dünya onun adını 26 Nisan 1986 günü o sırada Sovyetler Birliği’ne bağlı bir cumhuriyet olan Ukrayna’daki Çernobil Nükleer Santrali’nde meydana gelen kazadan sonra duydu.

 

Ülkenin en önde gelen nükleer uzmanlarından biri olmasına rağmen kazadan ancak saatler sonra haberi olmuştu. Çünkü parti yetkilileri uzun süre olayı gizlemeye çalışmışlardı.

 

Haber, ilk olarak resmi devlet televizyonunda Çernobil’den çekilmiş siyah beyaz tek bir kare fotoğraf eşliğinde bir kaza olduğu ama “sorun giderildiği” şeklinde duyurulmuştu.

 

Ama dünya sorunun giderilemediğini bir kaç saat sonra Çernobil’den 1100 kilometre uzakta olan İsveç’te bilim insanlarının havada çok yüksek miktarda radyasyon tespit etmesiyle öğrendi.

 

Yetkiler, İsveç’te halktan tarlalardan yiyecek yememelerini, Almanya’da çocukların sokaklarda oynamamasını istemişti.

 

Batı medyasında haberler yayılırken, Sovyet medyası ise bu iddiaların Batı’nın kara propagandası olduğunu ileri sürüyordu.

 

Sovyet televizyonları, karşı taarruza geçerek 1979’da ABD’de Three Mile Adası’ndaki nükleer kazadan sonra Amerikalı yetkililerin olayı örtbas etmeye çalıştıklarını hatırlatan haberler yapıyordu.

 

Ama uyarılar Moskova’yı da harekete geçirmişti.

 

SSCB’nin Genel Sekreteri Gorbaçov, başkanlığını enerjiden sorumlu Başbakan yardımcısı Boris Shcherbina’nın yaptığı bir heyeti ne olduğunu anlamak için olay yerine gönderdi.

 

Çernobil kazasını araştıracak bilimsel heyetin başına da Prof. Valery Legasov getirilmişti.

 

Heyet önce Kiev’e ardından santralinin yanına kurulmuş, tesiste çalışanların ailelerinin yaşadığı Pripyat şehrine gitti.

 

Onlar şehre vardıklarında kazanın üzerinden 18 saat geçmişti, santralin üzerinden dumanlar yükseliyordu. Ama santrale dört kilometre uzaklıktaki Pripyat’ta hayat hala normal seyrinde devam etmekteydi, insanlar sahilde güneşleniyor, çocuklar sokaklarda oynuyordu.

 

Olan bitenin ciddiyetini kavramaktan uzak, gerçeğin ortaya çıkmasını örtbasta mahir olan resmi yetkililerin kazadan ancak 36 saat sonra şehrin boşaltılması talimatını vermesinde, Kremlin’de olayın bir kaza değil, gerekli tedbirler alınmazsa Ukrayna ve çevre ülkelerde yüz milyon insanı bir asır boyunca tehdit edecek bir felaket olduğunun anlaşılmasında Prof. Legasov’un bilimsel görüşleri ve ısrarı etkili olmuştu.

 

49 yaşındaydı ve ölümcül sonuçları olacağının farkında olarak aylarca Pripyat’ta yaşamış ve santraldeki tehlikenin giderilmesi faaliyetlerine katılmıştı.

 

Kazadan bir kaç ay sonra Viyana’da Çernobil gündemiyle acilen toplanan Dünya Atom Enerjisi Kurumu’nun düzenlediği toplantıda kazayla ilgili yaptığı sunumla dünya da adını öğrendi. Amerikan ve Avrupa televizyonlarından yayınlara çıktı.  Sovyet yetkililere göre daha açık ve şeffaf bulunmuştu ama hem toplantıda hem de katıldığı yayınlarda Sovyetlerin itibarını korumaya dikkat etmiş, bunun insan hatasından kaynaklanan bir kaza olduğu tezini savunmuştu.

https://www.youtube.com/watch?v=hkk00dSjp5Y

 

Ama daha sonra fikirlerini değiştirecek bilgilere ulaştı. Sorun sadece santral çalışanlarına yıkılamazdı. Çekirdeğin patlamasının sebebi Çernobil’de kullanılan teknolojideki yapısal bir sorundu. Bu sorun yıllar önce tespit edilmiş ama aynı teknolojiyle 11 santral daha yapıldığı için Sovyetlerin teknolojik üstünlüğü tezi hasar almasın diye bu tespitler saklanmıştı.

 

Kazanın ikinci yıldönümü geldiğinde anmalarda kimse Profesör’den bahsetmemiş, hiçbir toplantıda hazır bulunmamıştı.

 

Bir gün sonra Rus resmi ajansı TASS bir haber geçti.

 

51 yaşındaki Valery Alekseyevich Legasov hayatını kaybetmişti. Nasıl ve nerede öldüğü hakkında herhangi bir ayrıntının olmadığı haberde Gorbaçov başta olmak üzere Sovyet politbürosunun taziye mesajlarına da yer verilmişti.

https://apnews.com/c27496263c4c08f7334d2cdbfe65f483

Kısa bir süre sonra Profesör Legasov’un intihar ettiği ortaya çıktı. Bir ay sonra Pravda gazetesi Profesör’ün Çernobil’de olan bitenleri gün gün anlattığı ses kayıtlarından bahsederek, bir haber yayınladı.

 

Kayıtlarda Legasov Çernobil’den sonra tedbirlerin zamanında alınmayışını eleştirmekte, kazadan sadece santraldeki görevlilerin sorumlu tutulamayacağını, reaktörün yapımında sorunlar olduğunu anlatmaktaydı.

 

Arkasında bu kayıtları bırakıp, silahını kullanmak yerine profesyonelce bağlanmış bir dağcı ipiyle kendini asarak intihar etmesi hala şüpheli bulunuyor.

 

Ama ardından bıraktığı eleştiriler sadece Çernobil’le aynı teknolojiyle inşa edilmiş diğer 11 santralin yenilenmesini sağlamakla kalmadı, Sovyet devlet makinesinin eskidiğine daha fazla insanın ikna olmasına, Gorbaçov’un Glasnost ve Perestroyka reformlarını hızlandırmasına da neden oldu.

 

Belki de bu büyük imaj kaybı, demir perdenin kazadan üç yıl sonra gelen çöküşünü de hızlandırmıştı.

 

İşte Amerikan HBO kanalı ve İngiliz Sky televizyonunun ortak yapımı olan beş bölümlük mini dizi Chernobyl (Çernobil), Jared Harris’in canlandırdığı dizinin başrolündeki Prof. Legasov’un intiharından önce kasete aldığı konuşmalarıyla başlıyor:

“Yalanların bedeli nedir? Onları doğruyla karıştırmamız değil.  Asıl tehlike şudur ki yeterince yalan duyarsak doğruyu artık hiç tanıyamayız. Sonra geriye ne kalır? Geriye, doğruyu ummaktan bile vazgeçip hikayelerle yetinmek kalır sadece. Bu hikayelerde kahramanların kim olduğu önemli değildir.  Bilmek istediğimiz tek şey kimin suçlu olduğudur.”

 

Yakın tarihte yaşanmış, az çok bilinen bir olayı anlatmasına rağmen, dizi gösterildiği ülkelerde büyük beğeni topladı, IMDB puanı çok az filme ve diziye nasip olacak 9.7.

 

Bu kadar ilgi görmesinde, şüphesiz dizinin büyük bir felaketi, belgesel izlercesine, izleyiciye anlatmayı başarmasının payı büyük.

 

Dizideki nükleer santral görüntüleri ve bazı sahnelerin geçtiği santral kontrol odası, Sovyetler döneminde Çernobil’le aynı teknolojiyle inşa edilmiş 11 ikiz tesisten biri olan Litvanya'daki Ignalina Nükleer Santrali'nde çekilmiş.

 

Dizide anlatılan insan hikayelerinde ise Belaruslu araştırmacı gazeteci yazar Svetlana Alexievich’in, Çernobil’in 500 tanığıyla yaptığı söyleşilerin yer aldığı Çernobil’den Sesler kitabı esas alınmış.

Alexievich, bu güçlü anlatımıyla 2015 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görülmüştü.

 

Kitapta Alexievich’in konuştuğu tanıklar arasında Çernobil’de çalışanlar için kurulmuş Pripyat şehrinde kazanın ardından sahilde güneşlenmeye devam edenler, santraldeki yangına müdahale etmeye gönderilmiş, ölümden dönmüş helikopterlerin pilotları, yine neye müdahale ettiklerini bilmeden yanan nükleer maddeleri suyla söndürmeye çalışırken yüksek miktarda radyasyona maruz kalmış ve üç ay içinde hayatını kaybetmiş itfaiye çalışanlarının yakınları da var.

 

Dizide onlardan biri olan itfaiyeci Vasily Ignatenko ve hamile eşi Lyudmilla Ignatenko’nun gerçek hikayesi de anlatılıyor.

 

Ama dizinin senaristi Craig Mazin’e göre Çernobil’i bugün güncel yapan esas duygu yaşadığımız zaman diliminin ruhuna hitap etmesi: “Bu zamanlarda da insanlar çürütücü bir fikirle karşı karşıya; neye inanmak istediğimiz, ne olduğundan önemli hale geldi. Çernobil’den çıkarılacak en önemli ders bu. Sovyet sistemi de kendi kült hikayesiyle sırılsıklam olmuştu ama bir gün gerçek fışkırdı.”

 

Dizi, kendi itibarını korumayı her şeyden öncelikli gören kendi hikayesine aşık olmuş bir rejimin çalışma şeklini, böyle bir rejimde gerçeği dillendirmenin riskini, gerçeği söyleme korkusunun nasıl büyük felaketlere sebebiyet verebileceğini çok iyi anlatmış.

 

Liyakat yerine partiye sadakat üzerine yapılmış kadrolar ve ideolojik hamasetin köreltici etkisinin en iyi anlatıldığı sahnelerden biri, Moskova’ya kazanın kontrol altında olduğu raporlarını geçen Çernobil santralinin iki üst düzey yöneticisinin, Pripyat şehrinin konseyiyle yaptıkları toplantıda geçiyor.

 

Toplantıda söz alan bir konsey üyesi, kusanları, yüzleri kanayanları, gökyüzündeki ışığı anlatıp şehrin hemen tahliye edilmesini öneriyor.

 

Bu sırada Ekim Devrimi’ne katılmış yaşlı bir konsey üyesi ayağa kalkıyor:

“Acaba kaçınız buranın gerçek ismini biliyor. Elbette hepimiz ona Çernobil diyoruz. Gerçek ismi ne? Vladimir I. Lenin Nükleer Elektrik Santrali. Lenin. Bu gece hepimizle gurur duyardı. Özellikle de seninle genç adam. Bu halka olan tutkunla gurur duyardı. Devletin yegane amacı da bu değil mi? Bazen unutuyoruz bazen korkunun tutsağı oluyoruz. Ama Sovyet sosyalizmine olan inancımız her zaman ödüllendiriliyor. Şimdi devlet bize buradaki durumun tehlikeli olmadığını söylüyor. İnanın yoldaşlar. Devlet paniği önlemek istediğini söylüyor. İyi dinleyin. Doğru, insanlar askerleri gördüğünde korkacaklar. Ama insanlar kendi çıkarlarına uygun olmayan sorular sormaya başladığında onlara basitçe sadece işlerine bakmaları, devlet işlerini devlete bırakmaları söylenmeli. Şehri tecrit edeceğiz. Kimse gitmeyecek.  Telefon hatlarını keseceğiz. Yanlış bilginin yayılmasını engelleyeceğiz. Bu şekilde halkın emeklerinin meyvelerinin heba olmasını engelleyeceğiz. Bu gece yaptıklarımız için hepimiz ödüllendirileceğiz. Bu sivrilmemiz bir fırsat.”

Bu toplantıda alınan şehrin tahliye edilmeme kararı, 36 saat boyunca binlerce insanın yanı başlarında yanan bir nükleer tesisi solumasına neden oldu ve binlerce insan, birkaç nesil boyunca bunun bedelini ödedi, ödemeye devam ediyor.

 

Ama Amerikan ve İngiliz ortak yapımı olan dizi bir anti-komünist propagandadan ibaret değil.

 

Gorbaçov’un Çernobil müdahale heyetinin başına getirdiği ve aldığı kararlarla felaketin atlatılmasını sağlayan ve dört yıl sonra da kanserden hayatını kaybeden enerjiden sorumlu Başbakan yardımcısı Boris Shcherbina, santralde o gece üstlerinin talimatlarını dinlemeyerek kendilerini feda etme pahasına felaketin büyümesini engelleyen görevliler, ölümü göze alarak santraldeki nükleer sızıntısının sulara karışmasını durduran Kızıl Ordu askerleri, daha büyük bir patlamayı engellemek için patlayan çekirdeğin altını kazan madenciler gibi kahraman yoldaşların hikayeleri de dizide anlatılıyor.

 

1986’da Sovyet çıkarlarını korumak, dünyaya rezil olmamak için günler boyu alınması gereken tedbirleri almayan, bunlar Batı’nın kara propagandası deyip gerçekleri örtbas eden, korkudan gerçeği dillendiremeyen, dillendirenleri dinlemeyenler hem binlerce insanın ölümüne neden oldular hem de Sovyetler hikayesine yıkıcı bir zarar verdiler.

 

Diziyi izlerken insanların hayatlarına mal olan bu kötü propagandanın, gerçeğe karşı direncin, insanların konuşmasını engelleyen korkunun karşısında öfkeye ve şaşkınlığa kapılıyorsunuz.

 

Ama sonra  2019 yılında Türkiye’de bile herkesin bildiği gerçeklerin nasıl korkudan yüksek sesle dillendirilemediğini, fısır fısır kenarda köşede konuşulanlarla resmi görüşler arasındaki büyük uçurumları, gerçekler cesaretle dillendirilmediğinde karşılaşılan yüksek maliyetleri hatırlayıp şaşkınlığınız geçiyor.

 

Gerçekten de bazı zamanlar sadece çıplak gerçeği söylemek bile büyük cesaret istiyor ve gerçeği söylemek en büyük vatanseverlik oluyor.

 

- Advertisment -