Ana SayfaYazarlarSuret-i aşk

Suret-i aşk

 

Aşkın tezahürü ve hayata yansıtma biçimi, bir kuşak geçtiğinde bile gözle görülür ölçüde değişebiliyor.

Belki bir çok şey öyle.

Ama aşk varlığı hatta yokluğuyla bile öyle destanlara teşne ki, arada akan sular pek durulmuyor.

Ve o suyun aynasında, net göremiyoruz kendimizi.

 

Ne tam anlamıyla Narkissos’a benziyor suretimiz,  ne de taliplimiz ona tutulan peri kızı Ekho.

Aşkı hep kendi suretimizde arayıp, her seferinde bulduğumuzu sanmak mümkün de, -yüz yıllardır gelişmekte olan- sudan narsisizmimiz iç güveysinden hallice.

 

Mevzu aşk olunca, fazla değişmeyen ana başlıklardan da söz edebiliriz.

Başlığın altını dolduran hikâyeler, şiirler, sevgi sözcükleri değişse de, sanki benzer başlıklarda kategorize edilebiliyor onca hengâme.

Misal, mitolojideki Yunan, Olympos efsaneleri.

İki-üç bin yıllık hikâyeye, geçen gün kafede oturan bir çiftin münakaşasıyla canlı canlı kulak misafiri oldum desem, bu yalanım kuyruklu sayılmaz.

 

Rivayet odur ki, tanrıların kralı Zeus ile Hera’nın oğlu Hephaistos, Olympos figürlerinin “mermerden yontulmuş” güzelliğinin tersine, çirkindir, topaldır.

Tanrısal zanaatının etkisiyle kamburdur da hafiften.

 

Aslında Zeus ile Hera’nın “aşk mahsulü” çocuğu olduğu için muhtemelen güzel doğmuştur da…

Mitolojiye göre ya babası ya da anası onu Olympos’tan aşağı attığı için öyle olmuştur.

Çirkindir ama bronz, demir ve değerli madenleri işlemeyi sadece o bildiği için, tanrılar katındaki yerini kısa sürede zirveye yükseltir.

 

Çirkinim ama bilezik bende

 

Bir yanardağın ağzına kurduğu atölyesinde ateşin gücünü, bazen gücün en keskin apoleti, bazen de ölümcül güçsüzlüğün mezartaşı olan silahları ve o silahlardan korunmak için gereken zırhları, kalkanları yapmakta kullanır.

Büyük bir güce, ardından da saygınlığa ulaşır topal adımları. 

“Sanayi” tanrısıdır artık, her anlamda…

Sadece yaptığı silahlardan almaz gücünü.  

Yeteneğini, bir çirkinliği eritip, o kargacık-burgacık madenleri güzellikler üretmek/yaratmak için de kullanır.

Yüzükler, nadide bilezikler, takılar da yapar.

Bu ona çirkinliği ile ötelendiği “estetik” dünyasında da “koldaki bileziğe” dayalı saygınlık kazandırır.

 

Bitirim Ares ile Aphrodite

 

Silahların şakırtısının ürküten, bileziklerin şıkırtısının çıplak kolları gezinen cazibesi, en çirkin tanrı olan Hephaistos’u sonunda düşleyemeyeceği bir güzelliğe ulaştırır.

Aşk ve güzellik tanrıçası Aphrodite ile evlenir.

Ama tanrısal açıdan “dengi dengi”ne bu durum, aradaki bedensel/tensel uçurumu aşamaz.

 

Hephaistos’un gün boyu, geç saatlere kadar atölyede çalışması, Aphrodite’in susuz tenine tuz serper, onu savaş tanrısı bitirim Aresin kollarına sürükler.

Ve bir tanrıça, bir tanrıyı başka bir tanrı ile aldatır!

 

A. ile A. demir ağla kıskıvrak

 

Hephaistos bir başka tanrının, dedikoducu Apollon’un “ihbarı” ile A. A.(Aphrodite-Ares) arasındaki gümbür gümbür ilişkiyi öğrenir. (A. A. kodlamasını iki-üç bin yıllık mesele de olsa, günümüzün –olmayana ergi- basın ahlak yasasına uyarlamak için kullandım)

Hephaistos sanayi tanrısıdır ya; A. ile A.’yı aşk yataklarına kurduğu demir ağ düzeneği ile kıskıvrak yakalayarak “cürmümeşhut” yapar.

O an, kıyası kabil olmayan bir “aşk acısı”nın çığlığı, Olympos’un eteklerinden zirvelerine kadar yankılanır.

Evet, kıyası kabil değildir.

Onun kadar çirkin olmasın, kamburdaşı Quasimodo’yu o hazin sona sürükleyen aşk acısı bile hiç kalır Hephaistos’un çektiğinin yanında.

Zira Aphrodite’e aşkı “tek taraflı, uzaktan” bir özlem olarak kalmamış, aşkına karşılık bulsun ya da bulmasın, almıştır onu bir kez koynuna…

 

Sadece özlenen platonik/cintonik bir aşkın insana yaşattığı elem, temas edildikten, ulaşıldıktan sonra kaybedilen aşka duyulan “bildik” özlemin yaratacağı acıdan daha katlanılabilirdir.

İlkinin deliliğe gidebildiği ya da “delice bir his”ten kaynaklandığı vakidir.

Ama ikincisinin yarattığı “çılgınlık”, ya da pek bir sevilen gasteci diliyle cinnet, daha popüler, daha cinaidir.

 

Suç mahalinde hayal kırıklığı

 

Sanayi tanrısı Hephaistos, bedenini saran o tunç gibi aşk acısıyla haykırarak çağırır, Olympos’un tanrılarını ihanet, “suç mahali”ne.

“Buyrun” der, “Zevcem Aphrodite ile Ares’i yatağımda yakaladım”.

İçindeki “kor”a, çeliğe su serpmek için…

Tanrılardan güçlü bir kınama, sert bir ceza beklemektedir yaralı, acılı yüreği.

 

Ancak mitoloji, iki dünya güzelini, Aphrodite ile Ares’i yatakta gören tanrıların, ceza yerine -o koca ağızlarını dev elleriyle kapatarak- kaçamak gülümsemelerle, umursamazlıkla yetindiklerini yazar.

Yakışmışlardır yahu birbirlerine.

Hem “yasak” ve “aşk” kelimelerini buluşturup, bizim gibi toplumlarda “yasak aşk” kavramlaştırmasına dönüştürmek, ironisi kendinden menkul bir oksimorondur.

Nitekim gönül ferman dinlemez.

Öte yandan aşk zaten makbul, hatta meşru değildir de, bir de kalıba döktüğün “aşk”ın kurumsal sınırlarını zorlayan hâline yasak aşk dersin.

                                            

Aşk iki insanın duyguları üzerinden değil, o iki insana ithaf edilen sıfatlar merkezinden değerlendirilir zaten.

Bir aşkı kepaze etmek için iki kişi yeterli olabilir, ama üçüncü tekil/çoğul şahıslar âleme rezil rüsva olmak için daha elverişlidir.

O nedenle hem kendine, hem çevresine netamelidir.

 

Neyse, -Nietzsche’nin kulakları çınlasın- bir gün, tanrıları öldü Olympos’un.

Oysa aşkıyla, acısıyla, sonsuza kadar sanıyorlardı ömürlerini…

Bakmayın bugün müzelerde boynu bükük, tek kollu, aşka meşke “taş” kaldıklarına… Değme aşklara taş çıkartır, hikâyeleri.

Zira… Meşk ve şarap tanrısı Dionysos da vardı, yanlarında.

Şarabın olduğu her yerde aşk da, acısı da kuvvetli bir ihtimal olarak mevcuttur.

 

BİR FİLM-BİR REPLİK

İÇERDEKİ YANGIN

Tina- Kolyeni bende unutmuşsun, akşam gel de al.
Salih- Ben de yangında düşürdüm sanmıştım.
Tina- E… Yangın sayılır…

(Ağır Roman – Yön: Mustafa Altıoklar, Müjde Ar-Okan Bayülgen)

 

- Advertisment -