Ana SayfaYazarlarBaskılarla olmaz

Baskılarla olmaz

 

Yazamadığım uzunca bir zaman dilimi esnasında Türkiye’de özgürlüklerin kısıtlanması yönünde ağır bir baskıcı ortam oluştu. OHAL’in ilan edildiği üzere “sadece FETÖ’ye karşı” değil, muhalefeti susturmak, baskılamak için araç haline getirilişini izledik. Üstelik hükümetin OHAL’in ilk günlerinde “kısa sürede kaldırılacağı” vaatleri de havada yüzen parçacıklara dönüştü. Gelişmeler sadece bunlarla da sınırlı kalmadı; insan hakları çalışmaları alanına devletin müdahalesi ve insan hakları savunucularının tutuklanması, çok sayıda yazar, gazeteci ve milletvekilinin tutuklanmasına bir başka utanç verici sayfa olarak eklendi. Ağır bir hamaset dili politikaya hâkim oldu, nefret söylemi yaygınlaştı, kışkırtıcı lisanla insanlara karakter ve meslek linçi uygulanması olağan uygulamalara dönüştü.    

 

Türkiye böylesi baskıları ilk defa yaşamıyor. Yıllar, Cumhuriyet tarihi boyunca neredeyse aralıksız olarak şu veya bu hükümetçe uygulanan baskılarla geçti. Bugünü dünden farklı kılan özellik, geçmişin askeri vesayet sisteminin başvurduğu bu yöntemlerin, bugün, aynı baskılardan çok çekmiş bir kesimi temsil  ettiği, muhafazakâr-dindar kesimi temsil ettiği iddiasındaki bir parti tarafından uygulanıyor oluşu. Devir değişiyor, aktörler değişiyor, hedef kitle değişiyor, ama baskı yöntemleri ve devlet şiddetinin boyutu değişmiyor.

 

Ancak geçmişin bize öğrettiği önemli bir ders de var. Hiçbir baskıcı yönetim uzun süre iktidarda kalamıyor bu ülkede. Seçmen genellikle, kendine daha özgürlükçü gelen yeni bir yönetim adayına, bir partiye ya da başka bir alternatife yöneliyor. Bu, Cumhuriyetin kuruluşunda da böyleydi, bugün de böyle. Hatırlayalım: Cumhuriyet Halk Fırkası’na karşı 1923’te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, 1930’da Serbest Cumhuriyet Fırkası, 1950’de Demokrat Parti; 1973’de devletçi CHP’ye karşı “Karaoğlan”ın CHP’si; 1983’te darbeci generallerin kurdurduğu Milliyetçi Demokrasi Partisi’ne karşı Özal’ın ANAP’ı; 2002’de askeri vesayetin koalisyonlarla on küsur yıl süren yönetimlerine karşı AKP. Üstelik, bu yönelişlerin her biri toplumsal hafızada bir tecrübe ve siyasi birikim yaratmış durumda. Her seferinde, önceki deneyimin olumsuz özelliklerinden ders çıkarılan ve olumlu olanlarını birbirine katarak gidilen bir yol var. Arayış, daha çok demokrasi, daha çok eşitlik, daha çok özgürlük ve tabii daha çok refah yönünde.

 

AKP’ye tam da bu saiklerle yönelen kitleler, 2013’ten beri artarak süren ve son dönemlerinde bariz hale gelen uygulamalarından rahatsız olduklarını iki kez gösterdiler.  İlk uyarı 2015 seçimlerinde, ikincisi son referandumda oldu. Ancak dışardan bakıldığında, AKP bu uyarıları yeterince değerlendirememiş gibi görünüyor. Baskıcı yöntemlerle bir ülke ne kadar yönetilebilir? Muhalefet sindirilerek nereye gidilebilir? İnsanlar susturularak, yazarlar tutuklanarak, kanaat önderleri değersizleştirilerek hangi iktidar ayakta kalabilir? OHAL’le ve KHK’lerle yönetim nereye kadar sürdürülebilir?

 

Tek sesli, aykırı düşünenlerin olmadığı monolitik bir toplum tasavvuru, ham ve kaba bir hayal. Bu tür bir yaklaşımın yozlaşmaya, içten içe çürümeye ve iç yıkıma dönüşeceğini de öngörememek demek, aynı zamanda. Siyaset öngörülerle, toplumsal olanı hissedişle ve doğru içe bakışla yürür. Tıkandığı yerler ise artık toplumsal olanla bağının koptuğu anlara denk düşer.  AKP de, kanımca, bir tıkanma noktasında. Dahası, bu tıkanmayı aşacak bir işaret görünmüyor.

 

Geçen yüzyıldan ve olağanüstü koşullardan kalma dini cemaatlerin sözcüsü durumundaki AKP,  ülkeye özgü tarihsel koşullar sonucu, muhafazakâr iktidarların gelebileceği en üst noktaya erişti.  

 

Velhasıl, demokrasi ve çevreye duyarlı refah arayışında, inanç özgürlüğü de dahil her türlü bireysel hak ve özgürlükleri elde etme mücadelesinde yine uzun bir yolumuz var.

 

Uzun ince bir yoldayız.

- Advertisment -