Ana SayfaYazarlarMutfakta pişen bir şey var (*)

Mutfakta pişen bir şey var (*)

 

PKK lideri Abdullah Öcalan, 27 Temmuz 2011’den bu yana ilk kez avukatlarıyla görüştü. 2 Mayıs’ta gerçekleşen görüşme, Öcalan’ın avukatları tarafından 6 Mayıs’ta kamuoyuna duyuruldu ve aynı gün, Öcalan’ın yazdığı mektubun okunduğu bir basın toplantısı düzenlendi.

 

Görüşmenin yapıldığı tarih ile ilân edildiği tarih arasında geçen dört günde, muhtemelen Öcalan’ın mektubu PKK’nin Kandil, Avrupa ve Suriye’deki iktidar odaklarıyla paylaşıldı. Devletle de ortak bir noktaya ulaşıldıktan sonra kamuoyuna açıklanmasına müsaade edildi.

 

Açlık grevleri

 

Öcalan’ın mektubunda öne çıkan üç önemli husus var. İlki, açlık grevleridir. HDP Hakkâri Milletvekili Leyla Güven’in başlattığı, altı aydır devam eden ve hapishanelerdeki hükümlü ve tutukluların katılımıyla genişleyen grevler, kritik bir aşamaya geldi. Devlet için âcil gündem, bu grevlerin sonlandırılması; çünkü hiçbir devlet bir milletvekilinin açlık grevinde hayatını kaybetmesi gibi vahim bir durumla karşı karşıya kalmak istemez. Böyle bir hadise, her devleti içerde de dışarıda da zorda bırakır. Dolayısıyla bugün devletin öncelikli gayesi, Öcalan ile görüşerek açlık grevlerinin bitirilmesini sağlamak, böylece kendisi açısından sıkıntı oluşturacak bir neticenin önüne geçmektir.

 

Öcalan, açlık grevinde olanlara “direnişlerine saygı duyduğunu” söyledi. Ama onlardan “sağlıklarını tehlikeye atacak ve ölümle sonuçlanacak konumlara taşıracak noktalara taşımamalarını” istedi. Yani devam etmekte olan eylemin sonlandırılmasını talep etti. Fakat KCK, Öcalan’ın metniyle ilgili yaptığı uzun açıklamada, görüşmenin amacını “direnişi zayıflatmak” olarak değerlendirdi ve grevlerin devamından yana bir tavır koydu. Keza açlık grevindeki dört milletvekili tarafından yapılan ortak açıklamada da, “iktidar, tecridin tümden ortadan kaldırıldığını deklare etmedikçe” eylemlerine kararlılıkla devam edileceği ifade edildi.

 

Toplumsal uzlaşma çağrısının muhatabı

 

İkincisi, çözüm süreciydi. Öcalan, halen 2013 Newroz deklarasyonundaki duruşunu muhafaza ettiğini belirtti. Ona göre bu duruş “onurlu bir barış ve demokratik siyaseti” esas alıyordu ve kendisi bu siyasi pozisyonu derinleştirerek ve netleştirerek sürdürme kararlılığını sürdürüyordu. Öcalan’ın “toplumsal uzlaşma” mesajı da bu çerçevede değerlendirilmeli. Elbette, Türkiye’deki derin siyasi kutuplaşma ortamına bakıp, Öcalan’ın uzlaşma çağrısının bütün toplum kesimlerine yönelik olduğu şeklinde bir okuma da yapılabilir.

 

Lâkin zannımca bu çağrı asıl olarak iktidara ve PKK’ye yapılıyor. Zira metinde Öcalan, Türkiye’nin ve bölgenin sorunlarının fizik şiddetle değil ancak akılla, politik ve kültürel güçle çözülebileceğini belirtiyor. Çatışmanın sorunları ağırlaştırdığına dikkat çekiyor, demokratik bir müzakere yöntemine ihtiyaç duyulduğunun altını çiziyor ve hemen akabinde mevzuyu Suriye’ye bağlıyor. Suriye Demokratik Güçleri’ne (SDG), Suriye’deki sorunların çözümünde çatışma kültüründen uzak durmasını salık veriyor. Bütün bu bağlam, uzlaşma çağrısının birinci derecede muhatabının iktidar ve PKK olduğuna işaret ediyor.

 

Türkiye’nin hassasiyetlerine dikkat

 

Öcalan’ın üçüncü ve en önemli mesajı, Suriye’ye dair. İki uyarısı var SDG’ye. Biri, Suriye’nin toprak bütünlüğüne saygı duyulması. Diğeri, bölgeye dair siyasetin tanziminde Türkiye’nin hassasiyetlerine duyarlı olunması. Bilhassa Türkiye’ye karşı hassas olunması çağrısının bir arka planı var. Zira bir süreden beri Türkiye ile SDG arasında birtakım görüşmelerin yapıldığına dair çeşitli haberler geliyor.

 

Bu konudaki ilk haber Amerika kaynaklıydı. 18 Nisan’daki basın toplantısında ABD Savunma Bakanı Charles Summers, Fırat’ın doğusunda bir güvenli bölge oluşturulmasına ilişkin soruları yanıtlarken “Müttefikimiz Türkiye ve ortağımız SDG arasında süren görüşmelerle ilgili yorum yapmam”  ifadesini kullandı. Türkiye ile SDG arasında bir trafiğin olduğunu duyuran bu ifade, Türkiye’de siyasi arenada da yankı buldu. CHP ve İYİ Parti temsilcileri, bu iddiayı gündeme taşıdılar.

 

Ardından SDG kanadından da böyle bir temasın olduğunu teyit eden açıklamalar yapıldı. PYD Sözcüsü Salih Müslim, Türkiye ile doğrudan bir görüşmelerinin olmadığını ama ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey’in arabuluculuk yaptığını söyledi. SDG Komutanı Mazlum Kobani ise Türkiye ile dolaylı görüşmelerinin olduğunu söyledi. 

 

Değişen dengeler

 

Öcalan’ın son görüşmesi bu beyanlarla birlikte değerlendirildiğinde, Suriye’de kartların yeniden dağıtıldığı ve tarafların yeni siyasi pozisyonlar yaratmaya çalıştıkları söylenebilir. Suriye’de işlerin bozulması Türkiye’deki çözüm sürecinin de bitmesine neden olmuştu. Eğer Suriye’de tekrardan bir asgari mutabakata varılırsa, Türkiye’de yeniden bir siyasi çözüme alan açılabilir. Türkiye’nin hassasiyetlerine dikkat vurgusu bu çerçevede ele alınabilir. 

 

Öcalan’ın uzun bir aradan sonra kamuoyunun önüne çıkarılması da, Türkiye ile SDG arasında bir temasın varlığı da önemli. Geç kalınmış da olsa, bu adımların değeri teslim edilmeli. Fakat bunlardan hareketle peşin hükümlerden kaçınılmalı. “Yeni bir süreç başladı”  veya  “İstanbul seçimlerinde Kürtlerin oyunu almak için iktidar ile PKK ve HDP anlaştı” gibi iddialı ama temelsiz yorumlara bir değer atfedilmemeli.

 

Olan biten, özetle, Suriye’de şartların değişmesine paralel olarak tarafların yeni bir arayış içine girmesidir. Bu arayışın şimdilik dolaylı da olsa bir temas doğurduğu doğrudur. Ancak bu temasın, otomatikman müzakereye evrileceği söylenemez. Bahse konu gelişmelerin yeni bir sürece zemin teşkil edip etmeyeceğini, hem Suriye’de hem de iç politikada sürekli değişen dengeler tayin edecektir.

 

Evet, mutfakta bir şeyler pişiyor. Ama bu pişen şeylerin hangi şekli alacağını ve sofraya getirilip getirilmeyeceğini görmek için biraz daha sabretmek lâzım.

 

(*) Kürdistan 24, 08.05.2019

http://www.kurdistan24.net/tr/opinion/9497d24e-2aa6-466f-b6d0-d37974a5340a

 

 

- Advertisment -