Ana SayfaYazarlarHDP’nin önündeki yol (*)

HDP’nin önündeki yol (*)

 

Halkların Demokratik Partisi (HDP), 7 Haziran 2015’te 6.058.489 (yüzde 13.12), 1 Kasım 2015’te 5.148.085 (yüzde 10.78) ve 24 Haziran 2018’de 5.867.302 (yüzde 11.70) oy aldı. Mevcut tabloda HDP, AK Parti ve CHP’den sonra en fazla oy alan üçüncü parti konumunda. Yakın dönemde yapılan ciddi kamuoyu yoklamaları da, HDP’nin bu konumunu muhafaza ettiği yönünde veriler içeriyor.

 

Gerek seçim ve gerek araştırma sonuçları, HDP’nin yaklaşık yüzde 10’luk bir tabanın üzerine oturduğunu gösteriyor. Seçmenlerinin HDP’ye bağlılık oranı da yüksek. Hatırı sayılır miktarda seçmeni için HDP, bir siyasi parti olmanın ötesinde bir anlam taşıyor. Tabanının önemli bir kısmının maruz kaldığı mağduriyet ve sahip olduğu keskin kimlik bilinci, HDP ile taraftarları arasındaki bağlılığı derinleştiriyor. HDP Kürt kimliğini temsil eden, çeşitli yönlerden hırpalanan bu kimliğin mücadelesini veren ve siyasi çözüm umudunu besleyen bir yapı olarak görülüyor. Seçmenleri bundan ötürü HDP’ye her hâlükârda sahip çıkmaya çalışıyor.   

 

Halkın Emek Partisi’nin (HEP) 1990’da kurulmasıyla başlayan ve çok zorlu bir mücadeleye sahne olan çeyrek asırlık dönemde yüzde 5 ile yüzde 6 arasında bir banda yerleşen bir siyasi geleneğin, 2015’den sonra yüzde 10’un üzerine demir atmasını sağlayan birçok parametreden bahsedilebilir. Nüfus artışı, genç seçmen etkisi, şehirleşme, Kürtlük hissiyatının yükselmesi, gibi. Bununla birlikte, iki faktörün üzerinde bilhassa durulması gerekir.   

 

Türkiyelileşme

 

Faktörlerden biri, Türkiyelileşme siyasetidir. Bazı Kürt milliyetçisi çevreler tarafından sertçe eleştirilmesine karşın, HDP’nin Türkiyelileşme siyasetinin doğru olduğu kanısındayım. İki açıdan: Birincisi, eğer ayrılıkçı bir düşünceyi savunmuyorsanız ve Türkiye’nin geneline dair bir iddia taşıyorsanız, o vakit yapılması gereken bütün Türkiye’yi gözeten bir program geliştirmek ve bu program dâhilinde siyaset yapmaktır.

 

Türkiye’deki Kürt meselesini sınırlar ve sınırları değiştirmek üzerinden tartışmak bir gerçekliğe tekabül etmiyor. HDP, kuruluşundan itibaren, meselenin çözümünü Türkiye’nin içinde gördüğünü ve güçlü bir beraber yaşama iradesine sahip olduğunu her vesile ile ifade etti. Meseleye temelde bu şekilde yaklaşması, HDP’nin herkese seslenen ve herkesle -bilhassa da Kürt olmayanlarla da- konuşabilmesini mümkün kılan bir siyasi çerçeve üretmesini kaçınılmaz kılıyordu.

 

İkincisi, Türkiye’deki Kürt nüfusunun büyük bir bölümü Türkiye’nin batısında yaşıyor. İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Mersin, Antalya vb büyük şehirlerde gözardı edilemeyecek bir Kürt nüfus var. Yani kendi kimliğini muhafaza eden ama bunun yanında Türkiyelileşen bir nüfus var. Bu nüfusun kimlik talepleri yanında diğer sorunları da ülkenin soluduğu genel atmosferden bağımsız düşünülemez.

 

Doğal tabanını oluşturan bu kitlenin hem özel taleplerini karşılamak hem de genel problemlerine çözüm bulmak için HDP’nin daha kapsayıcı bir politikaya ihtiyacı vardı. Türkiyelileşme bunu sağladı; HDP’ye hem daha geniş bir alanda siyaset yapmanın hem de farklı kesimlerle ilişkiye girme ve işbirliği yapmanın kapısını açtı. Elbette aktör ve söylem düzeyinde bu projenin eleştirilebilecek birçok tarafı var; ama Türkiyelileşme siyasetinin kendisi doğruydu ve halen de öyle.

 

Siyasi ümit

 

Değinilmesi gereken diğer faktör ise, 2013-2015 yılları arasında yaşanan çözüm sürecinde siyasetin silahın önüne geçmesidir. Kangrenleşmiş bir sorunun nihayet siyaset eliyle çözüleceğine dair beklentinin yükselmesi HDP’nin yıldızını parlattı. Kimileri HDP’nin süreç içindeki rolünü “postacılık” olarak küçümsese de, HDP’nin süreçteki işlevi büyüktü. Unutulmamalı ki, asıl aktör PKK olsa da, süreç HDP üzerinden kamusallaştırıldı.

 

Siyasetin belirleyici olmaya başlaması HDP’ye olan teveccühü büyüttü. Mecliste kuvvetli bir temsil gücüne erişmiş bir HDP’nin, silâhı tamamen devre dışı bırakacağına dair düşünce HDP’nin oylarını patlattı. Bağımsız adaylarla girdiği ve yüzde 6.5 nispetinde oy aldığı 2011 seçimlerine oranla HDP, 2015 Haziran’ında oylarını iki katına çıkardı.   

 

Siyasete verilen bu paye, bir taraftan HDP’nin bir eşiği aşmasına ve Türkiye siyasetinde kalıcı bir yer edinmesine zemin hazırlarken, diğer taraftan da PKK’de alarm zillerinin çalmasına neden oldu. Siyasetin ve siyasi aktörlerin tâyin ediciliğinden endişeye kapılan PKK, tekrar silâhı öne sürdü. Siyaset geri plana itildi. HDP’nin alan genişletmesinden zaten rahatsız olan devlet de, bundan istifade ederek bütün gücüyle HDP’nin üzerine gitti.

 

Devlete ve HDP’ye verilen mesaj

 

Ancak bütün baskı ve budama çabalarına rağmen HDP varlığını ve gücünü koruyor. Bunun hem devlete hem de HDP’nin kendisine mühim bir mesaj verdiği zannındayım. Devlete verilen mesaj, bütün zor ve ikna mekanizmalarına başvurmasına rağmen Kürtler nezdinde bir “rıza”ya mazhar olmadığı, olamadığıdır. Devlet, içte ve dışta eline geçen her âleti kullansa da, o çok arzu ettiği rıza tablosunu oluşturamadı. Kürtler öyle ya da böyle itirazlarını sürdürmeye devam ediyor; son yerel seçimler de bunun bir göstergesi oldu.

 

HDP’ye verilen mesaj ise, Kürtlerin yola siyasetle devam etme kararında ısrarlı olduklarıdır. Bu da HDP’ye bir vazife yüklüyor. HDP, şimdiye kadar izlediği yolu takip edebilir. Ve diğer partilerin Kürt meselesine ilişki tavırlarının değişmediği bir vasatta, fahiş hatâ yapmadıkça da– üç aşağı beş yukarı — bugün aldığına benzer oyu alır, alabilir.  

 

Mutlak şiddet karşıtlığı

 

Lâkin eğer HDP’nin hedefi siyaseten daha fazla büyümek ise o zaman kendisine yeni bir yol açması gerekir. Bu yol da “silâh” ve şiddet” ile serinkanlı ve derinlikli bir yüzleşmeden geçer.

 

Bana göre HDP’nin yapması gereken budur;  “silâh” ve “şiddet” meselesini parti içinde ciddi bir biçimde tartışması ve açık bir karara varmasıdır. Şiddetin — özellikle ve öncelikle — Kürtlere zarar verdiğini, sorunu içinden çıkılmaz hale getirdiğini ve çözümü zorlaştırdığını ortaya koymasıdır. Mutlak bir çizgi çizmesi, şiddet karşıtlığını parti politikası haline getirmesidir.

 

Bu bağlamda PKK’nin şiddete dâvet eden çağrılarını reddetmesi, şiddet eylemlerine — belirsiz öznelerle değil — adını sanını koyarak karşı durması ve şiddeti ima eden herhangi bir oyunun içinde yer almayacağını kesin bir dille duyurmasıdır.

 

Sağdan soldan şiddet çağrılarının yükseldiği bugünlerde, bu tür sınırları net bir politik hattın inşası hayati değer taşır.

 

(*) Kürdistan 24, 15.01.2020

- Advertisment -