Ana SayfaYazarlarGiyotinin altındaki kelleler (*)

Giyotinin altındaki kelleler (*)

 

Üç HDP’li belediye başkanının İçişleri Bakanlığı tarafından görevden uzaklaştırılmasının yankıları sürüyor. İktidar, seçimlerde elde edemediği üç büyük şehire idari bir kararla el koydu. Halkın oyuna ‘çöp” muamelesi yaptı; tercihini elinin tersiyle itti. Seçmenlerin onayıyla başkanlık makamına oturmuş kişileri görevden alıp onların yerine atanmışları geçirerek, demokratik temsilin çanına ot tıkadı.

 

Mevcut iktidarın söylemde her şeyin üzerinde tuttuğu “milli irade” kavramının altını da boşaltan bu uygulamanın anayasal ve yasal dayanaklarının üzerine eğilmek gerekiyor. Zira bu alanın — hukuk devleti ve demokrasi açısından — çok sıkıntılara yol açacak şekilde düzenlendiği görülüyor.

 

Masumiyet karinesinin ihlâli

 

Anayasanın 127. maddesi İçişleri Bakanına “görevleri ile ilgili bir suç sebebi ile hakkında soruşturma veya kovuşturma açılan mahalli idare organları veya bu organların üyelerini geçici bir tedbir olarak, kesin hükme kadar uzaklaştırabilme” yetkisi veriyor.

 

Bu hükme ilişkin iki noktaya dikkat edilmelidir: Birincisi, İçişleri Bakanlığına verilen yetkinin, takdirî bir yetki olmasıdır. “Demokratik toplumda ilgili makamlar takdir yetkilerini demokrasiyle bağdaşmayacak bir şekilde kullanamazlar.” İkincisi, soruşturma ve dâvâların, “görevleri ile ilgili” olması gereğidir.  Haklarında göreve başlamadan önce açılan dâvâlar ya da göreve başladıktan sonra İçişleri Bakanlığı tarafından açılan zayıf soruşturmalar gerekçe gösterilerek, başkanlar görevden uzaklaştırılamaz.

 

Aksi takdirde her belediye başkanı — hakkında yürütülen soruşturmalara ve dâvâlara işaret edilerek — görevden alınabilir. Soruşturma ve dâvâ süreçlerinin Türkiye’de çok uzun sürdüğü dikkate alındığında, uzaklaştırılan başkanların bir daha görevlerine dönmeleri mümkün olmayabilir. Anayasanın 15. maddesindeki “mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılmaz” hükmünde ifadesini bulan masumiyet karinesini açıkça ihlâl eden bu durum ise, hem vatandaşların seçme haklarını, hem de başta belediye başkanları olmak üzere yerel yönetim organlarına seçilenlerin seçilme haklarını ortadan kaldırır.

 

Seçilmişin yerine atanmış

 

Bir ülkede demokrasinin yerleşmesi ve güçlenmesinde yerel yönetimlerin demokratik bir şekilde teşekkülü ve işleyişi hayati bir değer taşır. Seçimle işbaşına gelmiş bir belediye başkanının görevden geçici veya daimi olarak ayrılmasını gerektiren bir vaziyet ortaya çıkabilir. Böyle bir halde, onun yerine gelecek kişinin de demokratik ilke ve usullere uygun bir şekilde belirlenmesi icap eder.

 

Türkiye’de mevzuat uzun bir süre bu demokratik gerekliliği gözetmiştir. Nitekim 1930 tarihli ve 1580 sayılı Belediye Kanununun 93. Maddesi, belediye başkanının yeniden seçimi söz konusu olduğunda, vali tarafından toplantıya davet edilen belediye meclisinin yeni başkanı seçeceği hükmünü içeriyordu. 

 

2005 yılında AK Parti iktidarı yeni bir Belediye Kanunu yaptı ve bu usulü olduğu gibi muhafaza etti.  Buna göre, belediye başkanlığı herhangi bir sebeple boşaldığında, vali tarafından belediye meclisinin on gün içinde toplanması sağlanır ve belediye meclisi de kendi içinden yeni bir başkan seçerdi.

 

Ancak 15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonraki OHAL döneminde, 5393 sayılı Belediye Kanunun 45. Maddesine, 4 Eylül 2016’da çıkarılan 674 sayılı KHK ile bir ekleme yapıldı. Teröre ayrı bir düzenleme getirildi. Buna göre, görevden uzaklaştırılma terör ve terör örgütüne yardım-yataklık sebebiyle yapıldığında, İçişleri Bakanlığına belediyelere doğrudan vekil atama yetkisi verildi. Belediyeler üzerinde mutlak yetkili hale getirilen Bakanlığın, belediyelere sadece başkan vekili değil meclis üyesi de atayabileceği düzenlendi.

 

Bugün HDP’ye, yarın bütün muhalefete

 

KHK ile getirilen bu düzenleme sonradan TBMM’de kabul edilerek yasalaştı. Böylece OHAL hükmü, olağan hale de tatbik edilir oldu. OHAL’in olağanlaşması, herkes için çok büyük bir tehdit; çünkü süreklilik kazanan OHAL’de her belediye başkanı “terör ve terör örgütüne yardım ve yataklık” suçlamasıyla görevden alınabilir. Yürütme, kendisi için tehlikeli gördüğü veya uyumlu bulmadığı her belediye hakkında adli ve idari bir soruşturma açarak/açtırarak oraya kendi memurunu atayabilir. Kayyım atamaları, güvenlik sorunlarının zorunlu kıldığı bir tedbir olarak değerlendirilemez;  bu, iktidarın muhalefeti sindirmek kullandığı bir yönetim aparatıdır.

 

Merkezi bu kadar mütehakkim kılan ve yereli de bu kadar mahkûm eden bir düzenleme sadece HDP’nin sorunu değil. Gerçi Mücahit Bilici’nin ifadesiyle “Kürtlerin yok sayılmalarının bir bedeli” olmadığından, kayyım atamalarına muhalefet yeteri kadar itiraz etmiyor, ama bu aparat ilerde — dokunulmazlık konusunda olduğu gibi — kendileri için de devreye girebilir. Erdoğan’ın “İstanbul’un bölücü örgütün destekçilerine peşkeş çekilmesine mani olacağız” sözü, yaklaşmakta olanı haber veren bir ön işaret sayılabilir.

 

Velhasıl iktidar blokunun dışındaki bütün partilerin belediye başkanlarının kelleleri, her an inebilecek bir giyotinin altında. Giyotin bugün HDP’lilerin başına indi, ama yarın her muhalif belediye iktidarın gazabına uğrayabilir.

 

(*) Kürdistan 24, 28.08.2019

https://www.kurdistan24.net/tr/opinion/83430550-dc37-43c4-bfc3-0404d3de2df3

 

- Advertisment -