Ana SayfaYazarlarÇözüm süreçlerinde medyanın sorumluluğu*

Çözüm süreçlerinde medyanın sorumluluğu*

 

Uzun yıllar süren şiddet içerikli bir çatışma, toplumsal yaşamı birçok yönden derin bir biçimde etkiler. Her şeyden önce çatışma toplumsal yaşamın doğal bir parçası olarak görülmeye başlar. Çatışma normalleştikçe, insanların bir gün bu kanlı günlerin bitebileceğine ve içinde ölümlerin, yaralanmaların, bombalamaların olmadığı “gerçekten sıradan” bir hayat sürebileceklerine olan inançları da, umutları da azalır. “Böyle gelmiş böyle gider”  düşüncesi kökleşir, verili duruma bir kader gözüyle bakılır ve ona razı olunur.

 

Kanıksanan bir çatışmanın diğer bir zehirli sonucu, toplumda keskin bölünmelere yol açmasıdır. Sonu gelmeyecekmiş gibi görünen ve şiddet dozu artan her çatışma, ortak zemini aşındırır. “Gerçeklik” bir nevi ortadan kalkar. Ya da daha doğru bir ifadeyle, birçok gerçeklik meydana gelir. Her taraf kendi gerçekliğine sarılır. Böylece insanlar iki veya daha fazla gerçeklikte yaşamaya başlar. Bunun varacağı nokta, birlikte yaşamayı mümkün kılan değerlerin hırpalanmasıdır.

 

Barıştan caymak olmaz

 

Democratic Progress Institute’nin (DPI) Dublin ve Belfast’ta düzenlediği “Çatışma Çözümünde Medyanın Rolü” başlıklı çalışmada, çatışmanın yaratacağı sorunlarla nasıl başa çıkılabileceği ve çözüm için hangi yolların izlenebileceği — Kuzey İrlanda ve Kolombiya örnekleri üzerinden — tartışıldı. Her ne kadar çalışma medyaya odaklanmış olsa da, iki gün süren toplantılarda barışın inşasında diğer toplumsal kesimlere de değinildi ve onların oynayabilecekleri roller üzerinde de duruldu.

 

Çatışmaların yaratığı olumsuzluklarla mücadele etmenin öncelikli şartı, çatışmanın “normal” ya da “olması gereken” bir hâl olmadığını ısrarla anlatmaktır. Ne kadar şiddetli olursa olsun bir çatışma ilelebet devam etmez. Onun için barış fikri sürekli canlı tutulmalı. Topluma çözüm adına tutunacağı dallar uzatılmalı. Her kanalı kullanarak kulakların barış sözcüğünü duyması sağlanmalı. Hararetin yükseldiği anlarda şiddete teslim olunmamalı. Çatışmanın alevli dönemlerinde bile muhtemel bir çözüm için hazırlık yapılmalı. Koşulların elverişsizliği barış taraftarlarını barışın olanaklarını aramaktan ve çözüm adına çalışmaktan caydırmamalı.

 

Barış pedagojisi

 

DPI ve bu uğurda çalışan diğer kurumları çalışmaları bu bağlamda değerli. Zira bu neviden çabalar, hem çözüm ve barış düşüncesini gündeme taşıyor, hem de diyalog kanallarını açıyor. Diyalog, çatışmaları çözüme kavuşturmanın olmazsa olmazıdır.  Her çatışma çok taraflıdır ve toplumun tümüne tesir eder. Dolayısıyla bir çatışmayı çözüm yoluna koymak için öncelikle tarafların ve farklı toplumsal kesimlerin diyalogunu sağlamak gerekir. Barışın sağlam bir temel üzerine oturması ancak onların hem birbirleriyle hem de kendi içlerinde diyalog mekanizmalarını işletmeleriyle mümkün olabilir.

 

Medya, diyalogun kurulmasında ve sürdürülmesinde son derece etkili bir faktör. Toplantıda, üç ayrı hükümete “barış pedagojisi” konusunda danışmanlık yapan gazeteci Maria Maldonado, Kolombiya tecrübesinde medyanın tayin edici bir rol oynadığına dikkat çekti. Yarım asrı aşkın bir süre devam eden çatışmalar, Kolombiya’da her açıdan korkunç bir hasara sebebiyet vermişti. Her bir tarafın kendi öyküsü vardı ve her taraf tek doğru olarak o öykünün kabul edilmesini talep ediyordu. Yıkıcı bir kutuplaşma vardı ve bu, medyaya da sirayet etmişti.

 

Barış için ve barışa karşı

 

Nitekim çözüme dair çalışmalar başladığında medya iki bakış arasında sıkışıp kaldı: Bir tarafta barışın mutlaka yapılması gerektiğini savunanlar vardı. Diğer tarafta ise, yapılanın barış olmadığını, bir anlaşma imzalanması durumunda sorunun daha da ağırlaşacağını iddia edenler duruyordu. Medya da buna bağlı olarak, barış/çözüm için haber yapanlar ile barışa/çözüme karşı haber yapanlar olarak iki kısma ayrılmıştı.  

 

Barış anlaşmasının taraftarı olan medya, savaşın ülkeye ve topluma olan maliyetini gözler önüne seriyordu. İnsan hikâyeleriyle toplumun uğradığı felaketle yüzleşmesini sağlıyor ve barışa olan desteği büyütmeye çalışıyordu. Buna mukabil anlaşmanın aleyhtarı olan medya, FARC liderlerinin kışkırtıcı ifadelerini büyüterek veriyordu. Kolombiya halkının küçük düşürülme duygusunu ve korkularını körüklüyordu. Toplumun büyük kesimi FARC’tan nefret ediyordu. FARC’tan gelen provokatif açıklamalar, muhalefete arayıp da bulamadığı bir fırsat tanıyordu.

 

Kilit soru

 

Barış karşıtları bu büyük kozu iyi kullandı. İktidarın halkın geleceğini — halktan habersiz bir şekilde — Havana’da teröristlerin eline terk ettiğine dair etkili bir propaganda yürüttüler.   Müzakerelere ve anlaşmaya yönelik şüpheleri büyüttüler. Nihayetinde, 2016’da halkoyuna sunulan anlaşma — küçük bir farkla — reddedildi.

 

Anlaşmayı reddedenler ile kabul edenler arasındaki farkın küçüklüğü, sonucun belirlenmesinde medyanın etkisinin büyüklüğünü gösterdi. Medyanın işlevini, vazifesini ve mükellefiyetlerini tartışma masasına yatırdı. Akla takılan birçok sual vardı: Acaba herkesin kendi hikâyesini anlattığı bir durumda medya ne yapmalıydı? Yalnızca mağdurlara odaklanan bir yayın politikası ne kadar yararlıydı?  Barış gazeteciliği mi yapmalıydı gazeteciler, yoksa sadece gazetecilik mi? Medya her haberi vermeli miydi?

 

Kolombiya’da ve dünyanın benzer süreçlerinden geçen her yerde, yanıtı aranan kilit soru şudur: Diyelim ki, yürümekte olan bir çözüm süreci var. Ve bir gazeteci bu süreci sabote edebilecek bir bilgiye ulaşıyor. Peki, bu gazeteci ne yapmalı? Nasıl davranmalı? Bilgiyi yayınlamalı mı yoksa yayınlamamalı mı? Hemen baskıya vermeli mi yoksa  — en azından bir süre için — beklemeli mi?

 

Barışı sabote etmek

 

Hemen söylemek lâzım ki, tek ve kestirme bir cevabı yok bu soruların.  Farklı önceliklere ve ilkelere dayandırılan farklı düşünceler var. Başlıca iki gruba ayrılabilir bu düşünceler.

 

Birinci gruba göre, gazeteciler gazetecidir ve onların bir tek işi vardır: Haber vermek. Barışı ya da çözümü savunmak gazetecilerin görevi değildir. Gazetecilerin yürütülen bir çözüm sürecini korumak gibi bir yükümlülükleri de yoktur.

 

Gazetecilerin tek ödevi ve sorumluluğu, gerçeği rapor etmektir. Çünkü demokrasilerde doğru kararlar ancak gerçekler bilinirse alınabilir. Eğe gazeteciler gerçeği topluma yansıtırlarsa işlevlerini yerine getirmiş olurlar. Bunun ötesinde gazetecilere bir yük yüklemek yanlış olur. Gazeteci eline geçen haberi basar, önüne arkasına bakmaz. Söz konusu haber süreci sabote de edebilir, ama gazeteci haberin bu sonucuyla ilgilenemez.

 

Barış odaklı medya stratejisi

 

İkinci grup ise durumun bu kadar basit ve net olmadığını savunur. Onlara göre, gazeteciler bir boşlukta veya laboratuvar ortamında yaşamaz. Dolayısıyla onlar sadece olguların sunumundan sorumlu değillerdir. Aynı zamanda, doğrunun ne olduğu hakkında gerekli ölçüp biçmeyi yapmak da gazeteci sorumluluğunun bir parçasıdır. Sorumlu bir gazetecilik, devam etmekte olan bir süreci korumak uğruna bir haberi yayınlamamaya karar verebilir. Ve bu karar onun gazeteciliğine bir gölge düşürmez.

 

Kuşkusuz her bir tavır farklı neticeler doğurur, süreçlere menfi veya müspet etkide bulunur. Medya, fanatikliği ve karşıtlığı bileyebildiği gibi, toplumsal uzlaşmanın harcını da karabilir. Çözüm süreçlerinde medya hayat-memat derecesinde önem arz eder. Bu nedenle sürecin taraflarının, medyanın sürece hizmet etme noktasında doğru kullanımı için sağlıklı ve sağlam bir medya stratejisi geliştirmeleri gerekir.

 

———————————-

 

(*) Bu yazının orijinali için, bkz  24.10.2018 tarihli Kürdistan 24,

http://www.kurdistan24.net/tr/opinion/eb1be757-b109-4fb9-a644-24d55747f39a

 

 

- Advertisment -