Ana SayfaYazarlarLaik-seküler sistemin özü

Laik-seküler sistemin özü

Aslında dini olsun olmasın her sembol ona karşı olanlar üzerinde psikolojik bir baskı oluşturabilir. Bu bağlamda, başörtüsü takmayanların çoğunlukta olduğu ve bu durumun seküler bir zorunluluk olarak sunulduğu veya algılandığı bir ortamın başörtülü olmayı tercih edenler üzerinde etki yaratabileceği de söylenebilir. Bu etkiler, farklı inançlara sahip olan kişilerin bir arada yaşadığı ortamlarda kaçınılmaz olarak vuku bulacak sosyolojik olgulardır.

 

Bu durumda yapılacak şey, inançların sembollerini yasaklamak değil, sembollerin karşılıklı tahammül ve tanıma içinde birarada yaşamasını sağlamaktır. Bu kertede hoşgörü kavramı esastır. Zira, laik-seküler bir sistemin özü de tam da bu noktada kendi ifşa eder: Tüm insanların din ve vicdan özgürlüğünü (inanma ve inanmama özgürlüğünü) sağlamak ve bütün inançlara karşı nötr olmak-yani bir devletin dini olmaz.)

 

Devlete burada düşen görev, varsayımlar üzerinden hareket ederek hak ve özgürlükleri kısıtlamak değildir. Devletin görevi, üniversitelerde her türlü inancın kendisini ifade edebileceği, artiküle edebileceği ve görünürleştirebileceği çoğulcu (ama bir farklılığın diğer farklılıklara baskın çıkıp; onları tahakkümü altına almasını engelleyici) bir ortam sağlamak, bundan sonra ortaya çıkabilecek baskı kurma, zorlama veya şiddete başvurma gibi suç oluşturacak davranışlar karşısında gerekli tedbirleri almaktır.

 

Liberal demokrasilerin en temel karakteristiği de bir hakkın ve özgürlüğün, başkalarının hak ve özgürlüğünü kısıtlamadan, baskı altına almadan ve onu dışlamadan toplumsal alanda kendine yer bulmasını sağlamasıdır.

 

Üzerinde durulması gereken bir diğer husus, AİHM’nin Leyla Şahin davasındaki gerekçeli kararında da belirtiği üzere dini bir sembol olarak başörtüsünün siyasal bir anlam taşıdığı (veya taşımadığı) meselesidir. Bu karara göre, “başörtüsü masum-naif bir niyetin veya dini inancın değil, siyasi bir düşüncenin sembolüdür”.

 

Bu soyut, hipotetik ve kategorik genellemeyi destekleyecek-doğrulayacak hiçbir bilimsel çalışma bulunmamaktadır. Kaldı ki bu tespit doğru olsa bile, başörtüsü gerçekten bir siyasi anlam taşısa bile, onu yasaklamak ‘neden zorlayıcı bir toplumsal ihtiyaç’ olsun? İnsanların üzerlerinde taşıdıkları dinsel sembollere siyasal anlam yüklemeleri neden yanlış olsun? Bu soruların cevapları hala yanıtlanmayı beklemektedir.

 

Bilhassa Avrupa’nın siyasal, hukuksal ve toplumsal mekanında başörtüsüne karşı yükselen olumsuz tutumun bazı tarihsel, kültürel ve yapısal dinamikleri yatmaktadır. 11 Eylül 2001 terör saldırıları sonrası “İslami fundamentalizm”in başat tehlike olarak sunulması ile birlikte dünyada ve özellikle Avrupa’da başörtüsüne karşı takınılan olumsuz tutum daha da derinleşmiştir.

 

AİHM’nin Leyla Şahin kararı işte tam da böyle bir dönemin ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Yargıçlar, özellikle zor zamanlarda toplumsal ve siyasal düzlemlerde algılanan tehditlerin etkisinde kalabilmekte ve buna göre karar verebilmektedirler. Ancak gözden her daim kaçan can alıcı nokta ise, başörtüsü kullanan insanların bunu nasıl algıladıkları, hangi saiklerle ve hangi motivasyonlarla bunu taktıklarıdır.

 

Bu toplumsal ve sosyolojik boyutları olan (başörtüsü-kimlik, başörtüsü-kamusal alan/özel alan, başörtüsü-postmodernite/sivil toplum gibi ikililikleri kapsayan) çok katmanlı bir problematiktir. Dolayısıyla, başörtüsü “sorunsalına” yönelik yaklaşımların bu parametreleri göz önünde bulundurmaları elzemdir.

 

- Advertisment -