Ana SayfaYazarlarNisan’a veda ederken…

Nisan’a veda ederken…

Bol gürültülü, karşıtların birbirlerini ‘hainlik’le suçladığı günlerden geçiyoruz.  Seslerin birbirine karıştığı, daha çok bağıranın ‘haklı’ sayıldığı zamanlarda vicdan da askıya alınmış durumda haliyle… Eğer askıya alınmamış olsa durup kendimize bakar, utanırdık… Oysa kötülüklerin savaşında vicdana da utanma duygusuna da yer yoktur.  “Sen benden daha kötüsün” demenin kime ne faydası olacak bilemem ama memleketin akıl sağlığını giderek bozduğu kesin…

 

Böyle anlarda insanın kaçıp gideceği bir liman, ruhunu arındıracağı yeniden hayata umutla bakacağı bir yeri olmalı. İki kapılı toprak zeminli salonunda sacayağı üzerinde ateş yakılan evin yerine betonarme bir ev olsa da başım sıkıştığında geldiğim bir baba evim var. Babam yaşından da kaynaklanan hastalıklara sahip. Beş yıldır böbrek yetmezliğinden haftada üç gün diyalize gidiyor. Ayrıca KOAH hastası. Gençliğinde ekmek kavgası uğruna taştan su çıkararak dokuz çocuğuna bakan, onları büyüten dağ gibi adam eriyip gidiyor zamana yenik düşerek… Eriyip gittikçe kendi içine, yalnızlığına gömülüyor. Bir haftaya yakındır köydeyim, babamın ağzından beş kelimeden fazlasını duymadım. Oysa her Karadenizli gibi konuşmayı şehvetle severdi. Bağırarak ve hızlı, açtı mı ağzını susmak nedir bilmezdi. Onun bu halini görünce çaresizliği hissediyorsun, gelmiyor bir şey elden. Ayrıca her gelişimde daha da çocuklaşıyor. Çok sıvı alması yasak, gizli gizli su içiyor. İnatçı bir adamdı öyle de sürdürüyor yaşamını. Babamı izliyorum incitmekten korkarak.  Çocuksu davranışlarını bazen engellemeye çalışıyorum, öfkeyle bakıyor yüzüme “Beni rahat bırak der gibi”. Bırakıyorum kendi haline… İşte o anlarda ‘O mu hasta yoksa ben miyim’ diye düşünmeden edemiyorum.

 

Nisan, kutsal topraklarda doğanın uyanış ayıdır. Her mevsim yeşil olan Rize, Nisan ayında yeniden doğuşu müjdeler insana. Bu dönüşümü beton bloklar arasında hissedemez, göremezsin. Sen farkında olmadan kuru gürültüler arasında kaybolur gidersin, baharı görmeden yürüyüp giden kalabalıklardan biri olarak…

 

Yağmur sonrası toprak kokusunu hissedersin burada bütün hücrelerinde. O toprak kokusunda kızılağaçlar yeni tomurcuklar açar, dallarında kuşlar öter şevkle, dünyanın en iyi orkestrasına  nazire yaparcasına. Rengarenk menekşeler çıkar topraktan yeşil çimenler içinden, renklendirir dünyayı. Ve dereler katılır bu muhteşem gösteriye, bir başka akar Nisan’da…

 

Gece sessizlik çöker Apiça’ya öyle bir sessizlik ki, karşı vadide bulunan evlerden konuşma seslerini duyarsın uzaktan. Çilimbuliler ( ateş böcekleri) çıkmaya başlar geceleri. Onlar da yeniden doğuşu kutlar. Geçen gece bir arkadaşımla telefonla konuşurken “Aaa ateş böcekleri de uçmaya başladı” dedim. Arkadaşım “Hayatımda hiç ateş böceği görmedim” diye cevap verdi bana. Ateş böceği görmeden geçirilen bir hayat…

 

İnsan olarak kendimizi gereğinden fazla önemsiyoruz. Her şeyden önce dünyanın bizim için var olduğuna inanıyoruz. O yüzdendir bu nobranlığımız. Kendi cinsimize olduğu kadar yaşadığımız çevreyle de savaşıyoruz.  Oysa biraz dursak, nefes alsak ve yaşadığımız dünyayı gözlemlesek çok daha güzel bir dünyada yaşıyor olurduk.

 

Köyüme gelir gelmez Apiça’daki evin üstünde komşumuz Abdurrahman Abi'nin kesmeye kıyamadığı komar ağacının çiçekleri karşıladı beni. Komar ağacı aslında dağlarda yetişen maki cinsi bir ağaçtır. Sert bir ağaç olduğu için genelde yakacak olarak kullanılır. Senede bir kez Nisan’ın son haftasında çiçek açar, bir hafta- 15 gün içinde döker. Geri kalan zamanda yaz kış dökülmeyen kalın yapraklarıyla katkıda bulunur yaşadığı dünyaya. 15 gün de olsa yaşadığı çevreye komar ağacı kadar güzellikler sundunuz mu hiç. Bunu bir düşünün önce kibrinizi öteleyerek… Kuru kalabalıklar ve gürültüler arasında yitip gitmektense belki de yaşamın sırrı burada kim bilir…

 

Sözü üzerine onlarca aşkı, sevgiyi anlatan türküler yakılan komar ağacı ile ilgili, bir maniyle bitirelim: Komar yapraklarini, deşurdum elek elek. Eskiden benum idun, şimdi ayirdi felek…

         

- Advertisment -