Ana SayfaYazarlarHepimiz Mehmediz!

Hepimiz Mehmediz!

 

“Özünde iyi bir insansın” Denilerek gönderildi elendiği yarışmadan. Evet, Mehmet özünde iyi bir insandı, herkes gibi ve herkes kadar. İnsanın özüne, kötülük ya da iyilik şırıngası yapılmadığı sürece bu böyle devam edecek.

 

Mehmet, haftalardır ilgiyle izlediğim bir televizyon programı olan MasterChef yarışmacılarından biri. Türkiye’nin dünyaca tanınan üç ünlü şefinin yönetiminde düzenlenen yarışmanın ilk başlarında olur olmaz şeylere atılmasıyla öne çıktı. Bu davranışları öncelikle izleyenlere, diğer yarışmacılara ve programı yöneten şeflere sempatik geliyordu.Yarışmada haftalar ilerledikçe bu sempatik adamın içinden bir ‘canavar’ çıkmaya başladı. Gerçek yaşamda asıl işi ’kebapçılık’ olan ve bu alanda kendini yetiştiren Mehmet, yarışmanın ilerleyen haftalarında bütün dünya mutfaklarını bilen hatta o işin uzmanı olduğunu iddia eden biri olup çıktı. Sadece, yemek konusunda değil bütün alanlarda ‘uzman’ olduğunu iddia etmeye, o işi yaptığını söylemeye başladı. Yarışmanın ilk bölümlerinde mütevazi bir Anadolu insanını temsil eden Mehmet, ilerleyen zamanda Kafka’nın Dönüşüm’ünde yazdığı gibi başka bir kimliğe bürünmüştü. Bir çeşit ‘Cahilliğin’ sonsuz cesareti ve özgüveni ile karşı karşıyaydık. Öyle bir dönüşüm yaşadı ki Mehmet, en iyi bildiği işi olan ‘lahmacun’u bile yapamaz hale geldi. Son bölümde eleme yemeğini yapamadığı için elendi yarışmadan. İyi bir insan olduğu söylenerek…

 

Mehmet, bu yarışmada kazandığı deneyimleri ve dönüşümü Truman Show filmindeki gibi gerçek sanıp aynen bu şekilde devam eder mi etmez mi bilinmez ama, toplum giderek vasatlaşıp, nobranlaşarak Mehmetgillere dönüşüyor. Vasıfsız olduğunu anlatmak için kullanılan ‘ne iş olsa yaparımın’ yerini ‘her şeyi, ben bilirim, her şeyin en iyisini ben yaparım’ diyenler aldı. Hele bunu iktidara dayanarak ve karşındakini nobran bir şekilde ezmeye çalışarak söylüyorsan senden daha muteber insan yok demektir. Tek sorun aynı vasatlığı nobran şekilde söyleyenlerle karşı karşıya gelmemek. Bu durumda ‘aynı yolda yürüyenler’ arasında çatışma çıkıyor haliyle…

 

Vasatlığın giderek erdem haline geldiği memlekette geçtiğimiz günlerde karşındakini de aynı seviyeye çekmenin ilginç bir örneği yaşandı. ‘Osman Kavala operasyonu’ adı altında değerli bilim insanları sabaha karşı evlerinden alındı. ‘Yandaş’ diye tabir edilen medyanın bu gözaltıları veriş biçimi dikkatimi çekti. Kastettiğim, böyle gözaltılara karşı kullanılan sevinç çığlıkları, peşinen suçlu çıkarmak değil, bu dile çok alıştık bu medyada. Gözaltına alınan Prof. Betül Tanbay, sıradan bir matematik öğretmeni, Prof. Turgut Tarhanlı ise sıradan bir hukukçu olarak gösteriliyordu. (Bir insanın işinde çok iyi olması suç işlemeyeceği anlamına gelmez, derdim bu değil.) Oysa Betül Tanbay, dünya çapında tanınan bir matematikçi aynı zamanda Avrupa Matematikçiler Birliği Başkan Yardımcılığı görevini yürütüyordu. Keza Prof. Turgut Tarhanlı da uluslararası insan hakları hukuku, uluslararası ve ulusal barış ve güvenlik hukuku, hukuk ve teknoloji, uluslararası deniz hukuku alanlarında çalışmalarla sadece Türkiye’de değil, dünyada tanınan değerli bir bilim insanı. Sayısız öğrencinin yetişmesine katkıda bulunmuş iki bilim insanını, nobranlığın yanında kullanılan bu sıradanlaştırma dili, vasatlığa çekmeye tekabül ettiği için özellikle kullanıldı.

 

15 Temmuz sonrası…

 

15 Temmuz darbe girişimi başta insanlarımızın ölmesi olmak üzere pek çok tahribata ve kötülüğe neden oldu. Bu tahribatlar zaman içinde tam olarak ortadan kaldırılmasa da giderilebilir. Ama sonrasında oluşan bir şey var ki, bunun toplumsal tarihin hangi döneminde giderileceğini kestirmek güç ve bence darbe girişiminin memleket topraklarında yaptığı en büyük kötülük bu. Darbe sonrası devlet, hücrelerine işleyen ‘habis’ unsurlardan kendini temizlemeye girişti. Başlangıçta haklıydı da… Ancak sorun şu ki bu yapılırken ‘adalet ve hukuk’ ayaklar altına alındı. İhbar mektuplarıyla insanlar işlerinden oldu, hapislere atıldı. Bunlar yapılırken devlet toplumun darbecilere karşı kullandığı öfkeyi iyi kullandı. İktidar bu temizlemeyi yaparken sadece darbecileri değil, kendine muhalif olabileceğini düşündüğü, kısaca ‘biat’ etmeyecek herkesi uzaklaştırmaya başladı. Bunu da elindeki son derece vasat, emir komuta gücüyle yayın yapan medyasıyla yapmaya çalıştı. Haliyle bu ülkenin başına çok daha büyük sorunlar açtı…

 

İşin tuhaf kaçmayan yanı ise geçmişte cemaatin cici olduğu dönemlerde onunla iş tutup, bir yerlere gelenler, ani dönüşler yapıp yer edinme adına rakip gördüklerini kripto ilan etmeye başladı. Bunların sesleri daha gür çıktığı için boşalan yerlere hızlı bir şekilde geldiler. Önemli olan ne yaptığı , o işe girebilmek için yeterli olup olmadığı değil, iktidara biat edebilme yetenekleriydi. 

 

Geçmişte imza attıkları bildiriler bahane edilerek, muhalif oldukları ya da aykırı ses çıkarabilecekleri düşünülen bilim insanları KHK’larla üniversitelerden uzaklaştırıldı. Kalanlara da ‘sesinizi çıkarırsanız’ akibetiniz böyle olur dercesine gözdağı verildi. Bunların yerlerine kayıtsız şartsız biat edeceği düşünülen insanlar yeterli olup olmadığına bakılmaksızın önemli görevlere getirilip, mühim insanalar seviyesine çıkarıldı. Aralarında bunu hazmedemeyerek, abartanlarda oldu haliyle. Devletin televizyonuna çıkıp bir saat süreyle Nuh’un oğluyla cep telefonuyla konuştuğunu iddia eden mi arasın, “Erdoğan’a biat etmek farz, karşı çıkmak haram” diyerek Kur’ana yeni ayet ekleyen rektör mü? Ya da “Kadına oy verilmez” diyen Havacılık ve Uzay Bilimleri Fakültesi Dekanı mı? 

 

‘Yerli ve Millilik’ kavramı altında farklı düşünen herkesi ‘hainleştiren’ onlara kendi ülkelerinde çalışma hakkı tanımayan bir vasatlıktır bu yapılan. Parlak beyinler kendilerine çalışma olanağı sağlanmadığı, “her şeyi bilen insanların” köşe başlarını tuttuğu bir yerde dayanamayıp başka ülkelerde hayatını kurmaya çalışırken, yüksek ücretli vaatlerle onların bazılarını geri çağırmak da ayrı bir trajedi olsa gerek…

 

Mehmet’in 12 hafta süren televizyon programı süresince yaşadıklarını ve dönüşümünü memleket özellikle 15 Temmuz’dan sonra çok daha hızlı bir şekilde yaşıyor. Bu gidişle “Dünya bize karşı, Avrupa zaten bizi sevmez. Batının ilmi de neymiş” den, Oğuz Kaan destanına doğru giden dönüşüm yaşayabiliriz. Gelecek nesillerimiz annesinin sütünü ikinci kez içmeyip, üç yaşında ata binecek, ok atıp kılıç kuşanacak hale gelecektir. İçinde bulunduğumuz halin ve ahvalin böyle destanlara da kahramanlıklara da ihtiyacı var görünüyor. Memleket ya da iktidarın bekası, bu vasatlıkla uzun süre gitmez… Memleket ahalisi olarak hepimiz özünde iyi insanız çünkü….

 

       

- Advertisment -