Ana SayfaYazarlarEn alttakiler

En alttakiler

 

Bazı yerlerde zaman durur. Aradan yıllar geçse de hep aynı kalır. Varlıklarından bir şekilde haberdar olsanız da görmezden gelirsiniz. Yaşamları bir gazete haberine konu olunca içinizde bir sızı bırakıp ‘ne hayatlar var’ der; geçersiniz. Oradaki insanlar değişir, ama o hayatlar hiçbir zaman değişmez. Görmek istemediğimiz en alttakilerin hayatlarıdır onlar…

 

1980’li yılların başlarında hayalleriyle birlikte İstanbul’da üniversiteye gelen 17 yaşında bir çocukken tanıdım en alttakilerin yaşamlarını… Kader bizi kesiştirdi. Bir arkadaşım sayesinde Küçükpazar’da bir otelde gece resepsiyonisti olarak iş buldum. Otel dediğime bakmayın, bir odada dört -beş yatağın olduğu, emekleri ve yaşama tutunma umutlarından başka kaybedecek bir şeyi olmayan insanların kaldığı bir yerdi. Müşterilerim arasında; mülteciler (O yıllarda daha çok Pakistanlılar geliyordu) hamallar, dilenciler, tombalacılar, ayakkabı boyacıları, hırsızlar, gün ışığı görmeyen tekstil atölyelerinde çalışan gencecik çocuklar, tarlasını bağını satıp Unkapanı Plakçılar Çarşısı’nda bir ‘İbrahim Tatlıses’ olmaya gelip, seyyar satıcılıkta karar kılan insanlar vardı. Hemen 10 dakikalık mesafede bulunan İstanbul Üniversitesi’nde öğrendiğimin kat be kat fazlasını o yaşamları gözlemleyerek öğrendim. Kaybedecek çok şeyi olmayan insanların yaşama tutunma çabasını gördüm. O dört yılda yaşadıklarım sayesinde ne olursa olsun bir insanın ayakta kalabileceğini öğrendim…

 

Ara sıra aklıma eser, Mısır Çarşısı’ndan başlayarak Tahtakale, Küçükpazar ve Süleymaniye’nin arka sokaklarını turlarım. Zamansız mekânlardır oralar. Son yıllarda mültecilerin akınına uğradı. Daha çok Suriye ve diğer ülkelerden gelen mültecilere rastlıyorsunuz sokaklarda. Binalar geçen zaman içinde eskise de, viran hale gelip tehlike arz etse de barındırıyor en alttakileri… Daha ucuzu yok çünkü, üstüne üstlük İstanbul’un tam da kalbinde.

 

Hafta başında Hürriyet muhabiri Burak Coşan’ın Küçükpazar’da, çoğunun penceresi olmayan küçük tekstil atölyelerinde çalışan mülteci çocuk işçiler haberini okuyunca 30 yıl öncesine gittim. Hani bir zamanlar, ihracat patlaması yaptığımız tekstilde dünyaya açıldığımız yıllara… O atölyelerde patlatmıştık ihracatı. Anadolu’nun çeşitli yerlerinden gelen çocukların emekleriyle, penceresiz odalarda geceler boyu çalışmalarıyla… Anadolu’dan gelip alın terini izbe atölyelere döken çocukların yerini şimdilerde mülteci çocuklar aldı. Daha az ücrete izbe yerlerde çalıştırılmayı kabullendikleri için.

 

Hiçbir gazetenin sayfalarında yer almadı onların ‘’başarı’’ hikâyeleri. Sadece zaman zaman hatırlanırlar. Arada polisin aklına gelir, gazeteci ordusuyla gidilip basılır kaldıkları ‘sağlıksız’ yerler. Sanki daha uyguna kalınacak, barınılacak yer varmış gibi derdest edilirler odalarından. Bazen de zabıtanın aklına gelir, yine gazeteci ordusuyla gidilir, denetimler yapılır, ışıksız merdiven altı atölyeler kapatılır. Gazetelere küçük de olsa haber yapılır. Bir süre sonra hayat olağan akışına döner, minik bedenler akıtır terlerini üç otuz paraya; penceresiz atölyelerde…

 

Bu karmaşaya karşı en az adli vakanın yaşandığı yerlerden biridir Küçükpazar. Ufak tefek adli kavgalar dışında öyle gazete manşetlerine çıkacak olaylar yaşanmaz orada. Kimse kimseye ilişmez fazla. Aksine yaşama tutunmak için dayanışma gösterilir. Aynı tuvaleti aynı banyoyu kullanmanın dışında piknik tüpünde kaynatılan tencereye birlikte kaşık çalınır. Birlikte ancak böyle ayakta kalınabileceğini bilir oradaki insanlar.

 

Küçükpazar’daki otelden ayrılıp gazeteciliğe başladığım ilk yıllarda epey bir süre uğramamıştım bu semte. Bir gece polis operasyonu ile yolum yine kesişti. Bildiğim yerlerdi. Önde polisler arkada gazeteciler. Bekar odalarını basıyordu polis. Bir odada 10’a yakın insan kalıyordu.  Art arda patlayan flaşlar televizyon kamerasının ışığı baskına uğrayan insanları şaşkına çevirmişti. Gençten biri kendisine kimlik soran polise yattığı yer yatağının başındaki duvarı işaret etti. Kimliği yoktu. Duvarda o zamanın moda fönlü saçlarla çekilmiş kocaman bir poster vardı. Posterde Malatyalı İbo yazıyordu.  Malatyalı İbo, varını yoğunu bütün birikimini kaset çıkarıp hayatı yırtmak için Unkapanı’ndaki  plakçıya kaptırmıştı. Elinde kala kala kimlik yerine geçecek o poster kalmıştı. Ne hayatlar gelip geçti Küçükpazar’dan ve geçmeye devam ediyor. Siz farkında olmasanız bile….

 

Rüstem Paşa Camii

 

Yolum Tahtakale ve Küçükpazar’a düştüğünde mutlaka uğradığım bir yer var; Rüstem Paşa Camii. Bana göre Mimar Sinan’ın en muhteşem eseridir. Son gittiğimde restorasyon çalışması olduğu için camiyi gezemedim. Altı da işyerleri olarak tasarlanmış. Koca mimar günümüzde hâlâ kullanılan işyerlerini bir pazar yeri şeklinde tasarlamış. Küçük sokaklardan geçerek merdivenlerle camiye çıkıyorsunuz. Şimdilerde AVM modası var ya; çirkin ucube binalar iş merkezleri yapmak yerine Mimar Sinan örnek alınamaz mı? Koca mimarın yaptığı Rüstem Paşa Camii altındaki pazar İstanbul’a yakışırdı. Muhafaza edemiyoruz bari geçmişi günümüze taşıyan bu büyük ustaları örnek alsaydık…

 

Yolunuz düşerse bu camiyi mutlaka ziyaret edin. Kurguladığı alışveriş merkezini, altındaki dükkânları görün derim. Ha; bir de aç gidin oraya, Köfteci Yaşar Usta’nın mütevazı dükkânında sattığı köfteyi tatmadan geçip giderseniz, yazık etmiş olursunuz. Benden söylemesi…      

- Advertisment -