Ana SayfaYazarlarBir İstanbul masalı: Kürtler (4 ve son)

Bir İstanbul masalı: Kürtler (4 ve son)

 

İstanbul Kürtlerine ilişkin dizimizin bu son bölümünde, 2019 seçimlerine kadarki süreci işlemeye çalışacağız. Önceki yazıda söylediğimiz gibi, 90’lı yıllarda sosyolojisi şekillenme sürecinde olan İstanbul Kürtleri, 91’de HEP-SHP ittifakıyla ilk siyasi ilgiye konu olmuş, bunu 1994 belediye seçimiyle Milli Görüş çizgisi takip etmişti. Türkiye siyasetinin ne merkez-sağının ne de merkez-solunun görmek istediği bu sosyolojik gerçeklikle, her iki tarafın “öteki”leri alâkadar olmuştu.

 

Halkın Emek Partisi ile başlayan Türkiye merkezli “Kürdî” siyasetin başlangıcı umutlu, heyecanlı, ama devamı oldukça sancılı oldu. HEP ile başlayan yeni yaklaşım, siyasi cinayetlerin, “faili meçhul”lerin, parti kapatmalarının ve tutuklamaların gölgesinde ÖZEP, ÖZDEP, DEP, HADEP, DEHAP olarak kendi iç değişimlerini yaşayarak Kürt mahallesinde yeni bir gelenek yarattı. O dönemin kaotik gelişmelerini en iyi yansıtan sahnelerden biri, DEP milletvekili Orhan Doğan’ın 1994’te TBMM’den sivil polislerce alınıp arabaya bindirilmesidir ki, siyaseten o cenahtan olsun olmasın tüm Kürtlerin vicdanında derin bir iz bırakmıştır. Kürt mahallesinde bunlar olurken, Türkiye’nin merkez siyasetinde Kemalizmin (Kürdi siyasetin geleceğini de önemli ölçüde etkileyecek olan) iddialı geri dönüşü yaşandı; merkez-solda sosyal demokrasi idealizmi yerini yeniden Kemalizme bıraktı. CHP 1992’de yeniden açıldı; 95’te SHP ile CHP ile birleşti; 95 seçimlerinde Deniz Baykal’lı CHP yeniden Meclise girdi ve koalisyon ortağı oldu. CHP’nin yanı sıra, 1991 HEP ittifakında SHP’yi “etnik siyasete destek verip bölücülük yapmak”la suçlamış olan Bülent Ecevit’in DSP’si de Mecliste yerini aldı.

 

Türkiye’nin sol siyasetinde yaşanan bu değişim, yani sosyal demokrasi idealizminden Kemalist köklere keskin geri dönüş, Kürt mahallesinde HEP’le başlayan siyasi çizginin yol haritası üzerinde de kalıcı bir etki yarattı. Kürt sorununa da, Kürdî siyasete de yeniden kapanan CHP ve DSP’li Kemalist merkez-sol, HEP ve ardıllarını kaçınılmaz olarak sol mahallenin “öteki”leriyle bir araya getirdi. 1960’lardaki Türkiye İşçi Partisi örneği haricinde, parlamenter sistemde kayda değer bir yer bulamamış olan sol-sosyalist tandanslı bu kesimler ile HEP geleneğinin yakınlaşması, zaman içinde HDP’de kemale erdi. Kanaatimce merkez-sol siyasetteki bu değişim, Erdal İnönü ile oluşan tarihî fırsatın, yani Kürt meselesi daha kaotik süreçlere girmeden merkezi bir birliktelikle halledilebilmesi fırsatının da yokolması anlamına geliyordu. Elbette bu fırsatı dönemin HEP kadrolarının nasıl değerlendirdiği de ayrı bir tartışma konusudur.

 

CHP-DSP’li Kemalist sol, “sağ mahallenin ötekisi” Milli Görüş çizgisi üzerinde de etkisini gösterdi. Kurumsal devlet reflekslerinin Kemalist sol ile yoğun senkronizasyonu — ki bunda, kişiliksiz bir merkez-sağın yarattığı ilke ve siyaset boşluğunun payı büyüktür —  Türkiye siyasetinde 28 Şubat sürecine giden yolu açtı. 28 Şubat, ülkede yarattığı sosyo-psikolojik travmaların yanı sıra, Refahyol hükümeti ile başbakanlık düzeyinde iktidara ulaşmış Milli Görüş camiasında depremlere neden oldu. Refah Partisinden Fazilet Partisine giden yeni bir süreç yaşandı. O sürecin sonunda da “gelenekçi” kanat Saadet Partisinde yoluna devam ederken, “yenilikçi” kanadın kurduğu Ak Parti merkez-sağın yeni adresi olarak 2002’de iktidara yürüdü.

 

İstanbul Kürtleri özeline dönersek; 2002 yılına kadarki siyasal türbülans içinde HEP geleneği karşılaştığı tüm engellere rağmen İstanbul’da örgütlenmeyi sistemli bir şekilde devam ettirmeyi başardı. Bu gelenek, 1995 genel seçimlerinde İstanbul’da HADEP ile  yüzde 3,6 (151,405 oy), 1999 genel seçiminde yüzde 4 (199,388 oy) ve yeni bir dönemin başlangıcı olan 2002 seçimlerinde DEHAP ile yüzde 5,5 üzerinden 287,953 oy almıştı. Bu istikrarlı artış oranı, esasında emek-ekmek mücadelesi içerisinde sosyolojik değişimini yaşayan İstanbul Kürtlerinin kimlik zemininde siyasallaşma grafiğinin de bir yansımasıdır. Parlamenter siyaset arenasında HEP çizgisi üzerinden bu gelişim yaşanıken, Refah Partisinin 1994’te İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Kürt kadroları üzerinden İstanbul Kürtleriyle kurduğu reel ilişki zemini, Erdoğan sonrası Ali Müfit Gürtuna döneminde büyük bir daralmaya uğradı ve devamında neredeyse yokoldu.  Dolayısıyla 1994-99 arası, İstanbul Kürtlerinin yerel ölçekte sistemle en fazla entegre olduğu yıllardır. Kanaatimce bu dönem, Bedirhanilerin 1906’da İstanbul Şehremini (Belediye Başkanı) Rıdvan Paşa’nın suikaste uğraması neticesinde İstanbul’dan sürgün edilmelerinden bu yana Kürtlerin İstanbul’da bürokraside temsil anlamında en rahat ettikleri zaman dilimi oldu. Buna karşılık sağ siyasetin 1999’dan günümüze İstanbul Kürtlerine — gerek yerel gerek genel ölçekte — temsiliyet noktasında açtığı alan sığ bir düzeyi aşamadı. (Son yerel seçimlerde AK Parti’nin İstanbul Kürt mahallesinde kendi tabanından en fazla eleştiri aldığı hususlardan biri bu oldu.)

 

2002 yılı genel seçimleri, Türkiye genelinde olduğu gibi İstanbul Kürt kitlesi adına da yeni bir dönemin başlangıcıydı. O süreçte değişen ve gelişen sosyolojileriyle İstanbul Kürtleri arasında iki ana siyasi akımın şekillendiğini söylemek mümkündür. İlki, HEP süreciyle başlayıp HDP ile sonuçlanacak olan siyasi çizgi; diğeri ise 1980 darbesi sonrasında Turgut Özal/ANAP ve ardından Refah Partisi ile şekillenen siyasi kodlara sahip, muhafazakâr olarak tanımlanan ama daha çok merkez-sağ refleksi gösteren siyasi çizgi oldu. HEP çizgisi ile “muhafazakâr Kürtler” 2002 sonrasında İstanbul’da uzun yıllar ayrı kulvarlarda varlık mücadelesi verdi. “Muhafazakâr Kürtler” AK Parti’nin ilk dönem siyaseti içinde kendilerine 1994-99 İBB örneğinde olduğu gibi bir aidiyet alanı buldu. Geçenlerde vefat eden Dengir Mir Mehmet Fırat ve benzeri (etkili) kadrolar, AK Parti’de o dönemin Kürt aidiyetinin en önemli sembol isimleriydi. AK Parti’nin o dönemde Kürt sorunuyla cesaretle yüzleşme ve genel demokratikleşme performansı, bu kitlede — İstanbul’daki genel temsiliyet sorununa rağmen — çok güçlü bir karşılık buldu. Ancak AK Parti’nin Kürt sorununa ilişkin politikalarında yıllar içinde yaşadığı değişim ve belirsizlikler neticesinde, bu güçlü aidiyet duygusu ve kitlesel destek tersine bir seyre girmiş oldu.

 

HEP geleneği ise İstanbul’da kendi seyrinde mücadelesine devam etmekteydi. Bu siyasal çizgi, katı Kemalist reflekslerin merkez-sola yeniden hâkim olmasından sonra, Öcalan’ın geliştirdiği paradigma çerçevesinde Türkiye solunun “öteki”leriyle ortaklaşmaya başladı.  Bu gelenek, yüzde 10 barajı nedeniyle 2007 ve 2011 seçimlerinde “solun ötekileri”yle ittifak ederek, 2007’de iki, 2011’de ise üç bağımsız milletvekilini Meclise sokabildi. Burada (ayrı bir tartışma konusu olmakla beraber) değinilmesi gereken önemli bir husus da şudur: Her ne kadar ilk kez TBMM’de İstanbul Kürtleri adına  bir “siyasal temsiliyet” sağlanmış da olsa, “sosyolojik temsiliyet” sağlandığını söylemek zordur. Zira aday profilleri Kürt mahallesinin sosyolojik gerçekliğini yansıtmaktan uzaktı(r). Bu gerçekliği gerek bu iki seçimin, gerekse daha sonra HDP çatısı altında girilen 2015 ve 2018 genel seçimlerinin aday profillerinde de görmek kabildir. HDP’de kemale eren bu siyasi gelenek, seçimlerin omurgasını teşkil eden İstanbul’daki aday listelerini kahir ekseriyetle ittifakın diğer bileşenlerine ayırmayı kendi paradigması açısından uygun gördü. Seçim sonuçlarına bakıldığında — Türkiye siyasetinin Kürt sorununa genel yaklaşımının da etkisiyle — bunun İstanbul Kürt seçmeni üzerinde “henüz” negatif bir tesiri olmadığını söyleyebiliriz.

 

İstanbul Kürtleri için en önemli kırılma noktalarından biri 2015 seçimleri oldu. 2015’e giderken barış sürecinde yaşanan yol kazaları bir tarafa; Kobani meselesi ile hızlanan duygusal kırılma süreci ve Arap Baharının Suriye’de yarattığı yeni durumun da etkisiyle AK Parti’nin Kürt meselesinde yaşadığı genel paradigmatik değişim, İstanbul Kürt kitlesinde yeni bir siyasal refleks oluşturmaktaydı. Özellikle “muhafazakâr” olarak nitelenen ve AK Parti’nin ya da diğer sağ partilerin salt “dindarlık” üzerinden iletişim kurmaya çalıştıkları toplumsal zeminde, gözardı ettikleri “geleneksel Kürtlük refleksi” daha ağır basıyor, AK Parti’nin değişen Kürt politikasına memnuniyetsizlik artıyor, ezberleri bozan söylemlerle çıkagelen Selahattin Demirtaş figürünün de etkisiyle HDP’ye kitlesel oy geçişleri yaşanıyordu. İstanbul’un “muhafazakâr Kürt” kesiminde başlayan bu genel eğilim, AK Parti’nin 2017’deki Irak Kürdistanı bağımsızlık referandumunda benimsediği negatif politika ve söylemlerin de etkisiyle, 2018 seçimlerinde de devam etti. Burada iki geleneğin siyasal örgütlenmelerini de kıyasladığımızda, HDP’nin sağ geleneğe oranla çok daha sistematik bir sivil ve siyasal teşkilâtlanmaya gittiğini, en ufak birimlerden en üste kadar “temsiliyet” alanları açtığını, çok daha motive ve dinamik bir taban oluşturduğunu söylemek kabildir.  2019’a gelinirken AK Parti’de ise, değişen Kürt politikası ve söylemleri bir yana, parti teşkilâtlanmalarında İstanbul’daki sosyolojik değişim ve demografik gerçeklikler görmezden gelindi ve bu durum, Kürt mahallesindeki aidiyet duygusunu zayıflatan hususlardan biri oldu.

 

Yazımızı sonlandırırken, İstanbul’un Kürt nüfusunun 2019 yerel seçimlerinde Cumhur İttifakı’nın negatif söylem ve politikalarına karşı gösterdiği reaksiyonu ve sandığa yansımalarını uzun uzun tekrarlamaya gerek olduğunu sanmıyorum. İstanbul Kürtleri artık belirli bir sosyo-ekonomik düzeyi yakalamış; sivil alanda önemli ölçüde örgütlenmiş; dünya ile iletişim halinde okuyan ve kendi aydınlanma sürecini yaşayan yeni nesillerini yetiştirmiş;  varoşlardan merkeze uzanmış; kentlileşirken “kendini” de muhafaza edebilmiş; yeri geldiğinde siyaset üstü refleksler gösterebilecek dinamik bir kitle olarak karşımızda duruyor.

 

Başladığımız noktaya dönecek olursak, garip ama 2019 yerel seçimleri çoğu kesimlerce İstanbul Kürtlerinin ilk kez fark edildiği seçimler oldu. Oysa onların Kaf Dağının ardını keşfe çıkan Mirza Meheme masalları tadında başlayan bir hikâyeleri vardı. Biz şimdilik sadece o masaldan bazı kesitler sunmaya çalıştık. Belki gelecekte, İstanbul Kürtlerinin bu yazı dizisine sığdıramadığımız sosyolojik ve politik değişimlerini, bugününü, geleceğe matuf beklenti ve eğilimlerini incelemeyi umuyoruz.

 

 

 

 

- Advertisment -