Ana SayfaYazarlarHulusi Akar ve 15 Temmuz

Hulusi Akar ve 15 Temmuz

 

15 Temmuz darbe girişimi sırasında Genelkurmay Başkanı olan Hulusi Akar, darbeye ve darbecilere direndi. Darbecilerin “Konsey” bildirisine, imza atmadı.

 

Akar ve ordudaki üst düzey komutanların tercihleri, darbenin kaderini etkileyen bir rol oynadı.

Komutanlara cesaret ve istikamet veren ise, halkın tepkisi ve Meclis’teki dört partinin birlikte direnişi oldu.

 

Bunları saptadıktan sonra, bizi 15 Temmuz’a getiren zaafları ele almaya çalışabiliriz. Gördüğümüz çelişkilere vurgu yapabiliriz.

 

Şu açık: Fetullahçıların, TSK’nın en tepe noktalarına kadar sızabilmiş olmaları, çok boyutlu bir zaafiyet ve aymazlığı ortaya koyuyor.

 

Siyasetin, yargının, medyanın, kanaat önderlerinin sorumluluğunun olduğu oranda; TSK üst komuta kademesinin de sorumluluğu var.

 

TSK yönetiminin daha doğrudan sorumluluğunun olduğu söylenebilir. Hulusi Akar’ın ve ondan önceki TSK yöneticilerinin, bu açılardan, daha tatmin edici bir özeleştiri yapmalarında, işin neden bu noktaya kadar geldiğini kendi sorumlulukları bağlamında daha inandırıcı şekilde tanımlamaya çalışmalarında, büyük yarar görüyorum.

 

15 Temmuz’a giden zaaflar

 

Fetullahçıların devlet içinde bu kadar gelişip serpilmelerinin nedenlerini yıllardır tartışıyoruz.

 

Bunca altüst oluşun ardından, dikkatimi yoğunlaştırdığım noktalar:

1. Fetullahçılar, dindar ve muhafazakarlara yönelik “dışlayıcı”, “yasakçı” havanın yarattığı öfke ve tepkiden yararlandılar.

 

2. AK Parti’yi kapatmayı, Meclis dışında tutmayı amaçlayan darbe heveslisi bir ‘ulusalcılık’tan bunalmış çok katmanlı bir toplumsal çoğunluğun kızgınlığının gölgesinde büyüdüler, serpildiler.

 

3. AK Parti iktidarı, onlarla işbirliği yapmayı, bir dönem boyunca, düze çıkabilmek açısından, yararlı gördü.

 

Sonra, roller tersine döndü: AK Parti'ye öfke duyanlar, Cemaati müttefik kabul etmeye başladı. Fetullahçılar, devlette liyakatın değil, sadakatın belirleyici olduğu bir gerçeklik içinde ilerlediler.

 

Torpilin, gruplaşmanın, hatta ‘kişi kültleştirmesi’nin alışkanlık haline geldiği bir zeminde serpildiler. Farklı gördüğünü, aykırı gördüğünü, dışlamaya ve mahkum etmeye yatkın bir devlet kültürü içinde, hedefledikleri mevzileri ele geçirdiler.

 

Keşke her şeyi en başından beri siyasi önyargıların esiri olmadan konuşabilseydik. 15 Temmuz’dan sonra, demokrasinin eksikliğinin önemini kavrayabilir, yeni bir demokrasi ve insan hakları hamlesi yapabilirdik. Maalesef yapamıyoruz…

- Advertisment -