Ana SayfaYazarlarBurs sadece başarılı ve iyi öğrencinin mi hakkı ?

Burs sadece başarılı ve iyi öğrencinin mi hakkı ?

 

Öyle tahmin olunur ki bu haftadan itibaren üniversiteler birer birer eğitime başlayacak. Önlerinde düşünmeleri gereken, mesela çok önemli yatay geçiş veya burs gibi sorunları da olacak. Düşünmeleri gerekecek çünkü eğitimin bizatihi kendisi toplumu görünmez bir el gibi şekillendiriyor. Bu çerçevede eğitimin değiştirici ve dönüştürücü etkisini izaha ise elbette lüzum yok. Ancak rahat hayat şartlarına erişmek için bir araç olarak kullanılması, eğitimin keskin niteliğini meydana getiriyor. Çünkü eğitimin kademeli bir biçimde, refah içinde yaşamanın, az kimsenin gördüğü yerleri görmenin, emri altındaki kimseleri sevk ve idare etmenin ve benzeri pek çok ayrıcalıklı şeyleri yapmanın anahtarı olduğu kabul ediliyor artık. Eğitimin ayrıca geleceğe yönelik bağ kurma [network] çıktılarının olması da bu süreci mühim bir hale sokuyor. Bu haliyle düşünmek ve ele almak ne yazık ki eğitimin acımasız bir süreç haline dönüşmesine neden oluyor. Zihni melekelerin edinilmesi, tefekkür ve metot öğrenme gibi hedefler yerini yüksek maaş, beyaz yaka ve yönetici olma gibi yüksek gayelere bırakıyor. Sonuç ise eğitimin eşit koşullarda sürdürülmesi tasarlanmış bir yarış olmaktan çıkmasına sebebiyet veriliyor. Böylece farkına varılmıyor ama  insanı insan yapan hasletler de hızla örselenmiş oluyor. Oysa eğitim nedir, bir tanımlaması yapılsın dense, hiç tereddüt etmeden davranış değişiklidir cevabı verilebilir. Kuşkusuz eğitim bir hal ve davranış değişikliğidir. Hal ve davranış değişikliği ise ölçülebilir değerler silsilesi olmaktan çok zihni ve insani tavırlar bütününe karşılık gelir.

 

Yukarıda anılan nedenlerden dolayı yüksek öğrenim ise eğitim sürecinin en önemli dilimi. Kişinin, aşağı yukarı, hem mesleki hem ilmi hem de zihni değişimi bu bölümde şekilleniyor. Edindiği arkadaşlıklar, üstesinden gelmek zorunda olduğu problemler ve kazandığı mesleki beceriler ve benzerleri, kişiye kimliğini kazandırıyor; böylece karakteri bu dönemde kendini buluyor. Bunun için üniversite süreci hem teknik anlamda mesleki bilginin aktarılmasında hem de kişiliğin kazanılmasında kilit noktada. Dolayısıyla yüksek öğrenimin bir düzen içerisinde sürdürülmesi bir toplum için mühim. Sınavlar, puanlar ve yan dal eğitimi gibi meseleler hep göz önünde olmalı. Keza yatay geçiş, dikey geçiş ve eğitimin finansmanı gibi hususlar da henüz gündem oluşturmasa da artık eğitimin alacağı şeklin ne olacağı çerçevesinde tartışılmalı. Bununla beraber yüksek öğrenimde hiç dile getirilmeyen hususların biri de burslar ve eğitim gören öğrencilerin desteklenmesi konusu. Zira eğitim her ne kadar geniş çaplı olarak devlet tarafından sübvanse edilse de doğası gereği masraflı niteliği onu finansal bakımdan zorlu ve üstesinden kolay gelinemeyecek bir alan galine getiriyor. Güzel sanatlar, tıp, mühendislik ve benzeri laboratuvar ortamında malzemeyle çalışma gerektirecek alanlar başta olmak üzere yüksek öğrenimin masraflı niteliği, eğitimin ekonomisini düşünmeye zorluyor. Keza ailelerin ve dolayısıyla eğitim gören gençlerin ekonomik açıdan kırılgan kimlikleri, bu durumu daha da önemli bir konuma yükseltiyor. Bir şekilde ve yaygınlıkta yüksek öğrenim gören öğrencilerin doğrudan, okullarla ailelerinin de dolaylı bir şekilde desteklenmeleri gerekiyor. Son tahlilde bu bir mecburiyet. Yoksa yüksek öğrenimin sürdürülebilmesi çok kolay olmasa gerek. İlk bakışta bu mesele tartışılıyor, biliniyor denilse de öyle olmadığı söylenebilir. Bu minvalde yüksek öğrenim ile burs söz konusu edildiğinde ilk cevaplanması gereken yakıcı soru ise şudur: Burs kime verilmelidir? Burs ile başarı arasında bir ilişki kurulmalı mıdır?

 

Başarı nedir?

 

Burs ile başarı neredeyse hep bir arada değerlendirildiğinden başarı nedir ve bu kavrama atfedilen önem neden bu boyuttadır? Sistemik anlamda ve geniş bir yelpazede başarıya övgü ile karşılaşıldığı söylenebilir. Ne var ki başarıya dair yaklaşım da aleme, insana ve diğer mefhumlara yaklaşımdaki gibi belirsiz, muğlak ve dahi sorunlu durumdadır. Çünkü başarı olarak adlandırılan hususun tek ölçüsü ile karşı karşıya kalınmaktadır. Meşrebe göre farklılık arzetse de başarının kabaca en üstte, en ileride, en iyi veya az rakiplilik olduğu bilinmeyen birşey değildir. Garip bir şekilde bilinen ve asla seslendirilmeyen bir acımasızlık hali şeklinde anlaşılması da mümkündür. Başarının tek bir ölçüsü olunca geriye tartışacak birşey kalmıyor sonuç olarak. Başarının ne zamandan beri Şark'ta alayişli bir mevki olarak kabul edildiğinin tartışılmasına ise gerek yok. Zira Şark'ın geleneksel kodlarındaki başarı kavranının nicedir örselendiğini herkes kolaylıkla tahmin edebilir. Bunda şaşılacak bir yan da olmamalı keza. Dünya değiştikçe hayatlar da değişiyor nihayetinde. Dolayısıyla zamanında başarıdan anlaşılanlar da değişiyor. Şimdi başarının çok daha çetin bir süreç demek olduğu galiba daha açık. Başarının tekil ve çoğul olmak üzere iki biçimi mevcut. Her iki biçim de bir vasat ortamında pek çok sınırlama tarafından kontrol edildiğinden başarının ayırıcı sonucundan ya da sonuçlarından bahsedilemez. Ancak bir vasat söz konusu olmadığında netice, ayırımcı ve uzaklaştırıcı bir hale dönüşür. Böylece tekil olanda bireyin alabildiğine mücadeleci bir tavır takınmasından bahsedilebilir. Bu seçenekte kişinin bir hedefi vardır ve bu hedefe varmak, yani başarmak için tüm yolları kullanması mümkündür; bazen de sessizce bu yolları kullanması önerilir. Çoğul olanda da benzer gayeler itici gücü oluşturur ve bütünü oluşturan parçaları hedefe varmak konusunda diri tutar. Yapılacak manevralar, atılacak adımlar ve girişilecek hamlelerde, bir zaman sonra, ahlakilik aranmayabilir. Zira başarı bir araçken zamanla amaç haline dönüşür. Böylece açık ya da gizli bir biçimde başarı övüldüğünde de çok büyük bir ihtimalle aslında bu durum önce aklileştirilmiş sonra da normalleştirilmiş olunur.

 

Yukarıda dile getirilen meselelerin pek çok örneğinin yaşamda şahidi olmak hiç de zor değil. Mesela okulda sene sonu zayıf getirmiş bir çocuğun ruh hali hakkında pek çok haberin gazetelerin üçüncü sayfalarına düştüğü hatırlanmalıdır. Bunun yanı sıra güvenli bir iş sahibi olmak için bir sınava hazırlanıp sonuç karşısında girilen psikolojik buhranlar da hatırlanacak olanlara eklenebilir. Neticede başarının toplum nezdinde kazandığı amorf yapı nasıl düşünüleceğini belirliyor. Başarısız olmak demek artık duruma göre yolun ya da dünyanın sonu mesabesinde. Kişi öyle görmüyorsa bile toplum öyle görmek ve göstermek eğiliminde. Aileden başlayarak arkadaş ortamı, mahalle, okul ve iş çevresi derken halka halka genişleyen sosyal baskı problemi başarıyı ne olursa olsun kazanılması gereken bir unvan, varılması gereken bir zirve haline dönüştürmüş durumda. Bu minvalde toplumun hem yazılı hem de yazılı olmayan kuralları çerçevesinde başarısız olanın bu halinin tescillenmesi ise artık sıradan bir fiil durumunda. Bu durum insanın aklına Roma'daki sakat ve hastalıklı bebeklerin ve çocukların uzak bir adada kendi hallerine bırakılmalarını getiriyor. Keza benzer bir biçimde her gün televizyonlarda gösterilen vahşi doğa belgeselleri de insanın gözünün önüne geliyor. Neticeten kendisine biçilen görevi yerine getiremeyenin ve toplumda 'kazandığı' bir yeri olmayanın saygı görmesini beklememek gerekiyor. Bunca sözden sonra nobranca bulunmazsa eğer genel kabulün belgesellerdeki gibi hayatta kalmanın tek başarı olduğu söylenebilir. Söz ile reddedilse, zemmedilse de fiille onaylanan durum budur.

 

İnsanlıktan kaynaklanan değer

 

İnsan olmanın gerektirdiği olmazsa olmazlar arasındaki diğergamlık, hak bilirlik, yardımseverlik, düşene koşmak ve benzeri hasletler başarı mefhumunun hangi yakasında konuşabilir? Özde müşfik olup da toplum içinde ve fiilde söz konusu şefkati etkisiz kılan kurallar silsilesi oluşturabilme tarzı nasıl anlaşılabilir; nasıl mümkün olabilir? Son tahlilde insanın kıymeti doğumundan sonra kazandığı sıfatlarla değil ezeli varlığı dolayısıyladır. Dolayısıyla bir kimsenin değeri sahibi olduğu iş, mensubu olduğu soy ya da kazandığı başarılarla belirlenemez. Böylesi bir değerlendirmenin her zaman taraflı her zaman eksik ve her zaman ayırıcı olacağını düşünmek gerekir. İnsanın kıymeti insan olmaklığından kaynaklanır ve bunun için ayrıca bir değere, ölçüye veya işarete gerek duyulmaz. Dolayısıyla insanın bir işe yaraması ve toplumda 'saygın' bir yer işgal etmesiyle değer bulmaz. Bu durumda başarı gibi soyut ve ayırıcı sonuçları olan nitelendirmelerle muameleye tabi tutulamaz. Yaşamın getirdiği engeller ve hayatın maruz bıraktığı zorluklar karşısında mücadele edememiş veya tutunamamış ya da düşmüş kimselerin yardımına koşmak herşeyden önce hem akli hem de vicdani bir insanca yaklaşımdır. Dolayısıyla bu yardımda ölçü kişinin sıfatları ya da isimleri değil insanlığı ve duyduğu ihtiyacın aciliyetidir. Çünkü insanı bu duyarlılığı, bireyi ya da topluluğu insan yapmakta ve kıymetlendirmektedir. Eğitim ise bahsi edilen aciliyetlerin ve insanlığın en bariz biçimde görünür olduğu alana karşılık gelmektedir. Hikmete erişmekten ilerleyerek yaşama uyum sağlamanın, ihtiyaçlarını karşılayacak bir beceri sahibi olmaktan toplumun bir ferdi haline gelmenin bir vesilesi olan eğitim insanlık ailesinin iftihar edeceği bir zaman dilimi anlamına gelmektedir. Kuşkusuz çeşitli bedeni, zihni kısıtlar yanında toplumsal, coğrafi ve ekonomik kısıtlar da bu imkana erişmede ciddi engeller teşkil edebilir. Bu yüzden bu kısıtların giderilmesi, duruma göre de yumuşatılabilmesi cömertçe sunulan desteklere, şefkatle uzatılan ellere bağlıdır. On parmağın onu da bir olmadığına göre eğitim hayatına katılan pek çoklarının da yukarıda anılan kısıtlarla mücadele etmesi gerekecektir. Tam da burada destekler mühim bir mevki tutmaktadır. Ne var ki desteklerin bilhassa sıkı sıkıya belirlenmiş başarı ölçekleriyle korunması ihtiyaç sahiplerinin durumunu kolaylaştırmamakta aksine zorlaştırmaktadır. 

 

İnsanı ölçmek

 

Yüksek öğrenimde eğitim gören imkanı kısıtlı birinin sorununu çözmek için karşı karşıya kaldığı ilk handikap ne yazık ki başarı ve sonrasında ortaya çıkan başka gereklilikler olmaktadır. Sistem kişiden ya katıksız ölçülebilir bir başarı ya da değerlerin onayladığı soyut bir başarıyı beklemektedir. Ancak bundan sonra mekanizma hareketlenebilmekte ve bireyin ihtiyaç duyduğu alanın yumuşatılmasına yarayacak imkanlar kullanılabilir olmaktadır. Bu bakımdan başarı yukarıda da anıldığı üzere iki şekilde sınıflanabilmektedir. Bu sınıflamaların ilkini maddi anlamda sınav gibi ölçme değerlendirme araçları ile yapılan başarı arayışı meydana getirmektedir. Öyle ki farklı segmentleri olsa da arz-talep aralığının yönetilemeyecek denli açık olduğu alanlarda yapılan iş bilgi, muhakeme, hız, dayanıklılık gibi zihni ve bedeni niteliklerin ölçülmesi işlemidir. Ölçme bilgi ya da yetenek olduğu düşünülen niteliğin önceden belirlenmiş derecesinin tespit edilerek bir standart içine dahil edilmesidir. Böylelikle sayısal değerler işine içine sokulur. Burada ise başarı, medyanın ortaya konması sonrasında alt ve üstte sıralanan değerler zümresi olarak görünür kılınır. Kim en tepede ise o en başarılı kim en altta ise o en başarısız olarak telakki edilir. Sayıların dilinde ise sabır, heyecan, üzüntü, sıkıntı, neşe gibi ve benzeri insani hassalara yer verilmez. Anlık tutumun zahire bulanması başarıyı oluşturur. Başarıda psikolojik modun varlığına izin verilmez. Dolayısıyla başarı sayılar dilinde en üstten en alta hissiz bir şekilde meydana gelen sıralamadır. Çünkü makasın açılmasına neden olan talep ve buna karşı sunulan arz bu geometrik sıralamayı mecbur kılar. Burs ise bu sıralamada kendine en üstte yer bulanların cömertce nail oldukları bir ayrıcalık haline gelir.

 

Bizde bursun, genel uygulama biçimiyle 'başarılı' ve 'ihtiyaç sahibi' öğrencilere verildiği söylenmekte ve böyle de kabul edilmektedir. Bu kabul doğru ise tartışılıp tartışılmadığı konusunda henüz açık sonuçlarla karşılaşılmaktadır. Çünkü nesnel sonuçlarla karşılaşılmadığı söylenebilir. Fakat her iki ölçüde de ağır bir göreceliliğin varlığından bahsedilebilir. Zira neye ve kime göre başarı ve neye kime göre ihtiyaç sahibi olunduğu, tartışmayı beraberinde getirecektir. Yüksek öğrenimde öğrencilerin finansal açıdan desteklendiği iki majör sektör mevcut bulunmaktadır. Bahsi edilen  sektörlerin ilki devletin temsil edildiği resmi alandır. Diğeriyse sadece toplum da denebilecek dernek, vakıf ve bireysel girişimlerden müteşekkil sivil alandır. Burs meselesinde resmi ve sivil alanın farlılığına işaret edilebilir kuşkusuz. Keza resmi alan üzerinde de uzun uzadıya düşünmek ve tartışmak gerekiyorsa da şimdilik sivil alana göre resmi alanın daha dengeli bir uygulama içinde olduğu söylenebilir. Bununla beraber bilhassa 'başarı'nın cömertçe ödüllendirilip diğerlerinin borçlandırıldığını not düşmek icap ediyor. Öyle ki bu borçlandırma tercihi belki de resmi alanın konu hakkındaki en büyük dezavantajı. Sivil alan ise yaklaşımı ve uygulamalarıyla tartışmaya çok daha açık.

 

Sivil alanı oluşturan aktörler, hem öğrenciler hem de öğrenciler üzerinden eğitimin fonlanması konusunda hem daha hareketli hem de daha serbestler. Ne var ki kendilerine özgü paragdima kökenli sebepler yüzünden bu özgünlükleri kendilerine engel teşkil etmektedir. Yüksek öğrenime devam eden öğrencilerin sivil alan aracılığıyla ekonomik açıdan desteklenebilmeleri resmi alana göre daha kolay ve etkili olabilecekken zihni engeller bunu mümkün kılmamaktadır. Çünkü bilhassa geleceğin tasarlanabilmesi gibi cazibeli görev bilinçleri burs programlarını kökten etkilemekte ve dolayısıyla da niteliksizleştirmektedir. Sivil alanın burs programları iki bakımdan istenilen sonuçları vermekten uzakta bir görünüm sergilemektedir. Bu alanlar kabaca sistem ve psikoloji başlıkları altında toplanabilir. Ayrıca her ikisi arasında da geçişlilik olduğundan bahsedilebilir. Ancak bu iki alanın genel görüntüsü ele alınmadan evvel başarı kavramı üzerinde durmak gerekmektedir. Öyle ki başarı meselesi ile burs arasında doğrudan bir alaka söz konusudur.

 

Ne yazık ki burs programlarında sadece üniversite sınavında belli bir dilim içindekilere burs verme eğiliminin varlığı gözlenmektedir. Sınav sonrasında da benzer eğilim devam ettirilerek yüksek bir ders başarısı gösterenler desteklemeye uygun bulunmaktadır. Keza benzer şekilde sadece İstanbul ile Ankara'daki belli üniversitelerin belli bölümlerinin tercih edildiğine de şahitlik edilmektedir. Ayrıca bilhassa fen ve matematik puanı ile öğrenci kabul eden bölümlerin revaçta olduğunu söylemek de gerek. Böylece ilginç bir burs piramidinin inşa edildiğini dile getirmek lazım. Sonuç olarak onlarca yılın ardından böylesi bir yapının oluştuğunu söylemek mümkün. Bu yapıda bırakın taşra şehirlerinde öğrenci olmayı büyük şehirlerdeki üniversitelere devam eden ancak sosyal bölümlerde okuyan veya skoru olmayan ihtiyaç sahibi kimselerin şansının olduğunu söylemek iyimser bir tahminden öteye gidemeyecektir. Skor ve katıksız başarı beklentisinin şekillendirdiği burs programlarının yanı sıra ayrıca memleketlilik düşüncesinin ya da duygusal ve fikri yakınlıkların uygulama alanı bulduğu burs düzenlemelerini de anmak gerekecektir. Anahtar kelimenin 'insan yetiştirmek' olduğu bu burs programlarının akli ve sosyolojik sebeplerinin neler olduğu elbette tahmin edilmektedir. Son derece sert bir şekilde uygulanan başarı kriteri, başarısızlığa hiç şans tanımamakta bu haliyle hayatta kalmaya ayarlı bir vahşi doğa perspektifi çizilmektedir. Bu yaklaşımdan vazgeçilmesi pek çok insani sebep nedeniyle yerinde ve övgüye layık bir yaklaşım olacaktır. Öyle ki kısaca yapılacak araştırmada okul hayatlarında başarısız kabul edilmiş pek çok kimsenin daha sonra harikulade işler başardıkları görülebilecektir. Farklı öyküleri olsa da mesela eskilerden Honore de Balzac, Thomas Edison, Winston Churchill ve Albert Einstein'ın, evet Einstein'in bile, okul hayatında hocaları tarafından başarısız ve tembel olarak kabul edildikleri bilinmektedir; bugünün meşhurlarından Dick Cheney, Steve Jobs veya Bill Gates'i hatırlamayan olmayacaktır. Kaldı ki bu örnekler herhalde meşhurlardan meşhur olmayanlara doğru çoğaltılabilecek kadar çoktur. Yukarıda dile getirilen hususlar mevzuun bir yakası; diğer bir yakası ise imkanı olmayan gençlerin başarısız bile olsalar burs ile desteklenmelerinin toplumsal bir mecburiyet olmasıdır. Çünkü öğrencilerin mental olarak da yetiştirilmeleri ve topluma dahil edilmeleri bir sorumluluk olarak görülmelidir. Bu bakımdan toplumu oluşturan tüm bireyler değerli ve kıymetli addedilmelidir. Başarılı olarak kabul edilen ve sosyal çevreleri bulunan öğrencilerdense daha çok başarısız görülen öğrencilere kol kanat gerilmesi gerekmektedir. Bu durumda bu öğrencilere imkan tanımak hem birey hem de toplumun sağlıklı gelişimine katkı sağlayacaktır. Böylesi bir yaklasım insani ve ahlaki olmaklığı yüzünden de tefekkür dünyası ile daha uyumlu bir birliktelik oluşturacaktır. Başarılı addedilenler zaten kendi yollarını çizmekte ve imkan bulmakta zorluk çekmemektedirler. Bununla beraber imkanı kısıtlı olanlar hem yaşama tutunma becerilerindeki niteliksizlik ve niceliksizlik hem de bağ kurmadaki yetersizlikleri nedeniyle üstesinden gelemeyecekleri bir sarmalın içine girebilmektedirler. Burs programlarının bu çerçevede yeniden düzenlenmeleri toplumsal dayanışmaya katkı sunacağı açıktır.

 

Neticeten

 

Bugün burs müessesesi, sayısal anlamda, medyan sınırını aştığı düşünülen öğrencilere sağlanan bir imkan görünümündedir. Bu sınır ise dar kapsamlı bir çerçeve çizmekte olduğundan ayrıcalıklı bir durumun teşekkülüne yol açmaktadır. Kuşkusuz başarı olarak kabul edilen değerlendirmelerin ödüllendirilmesi kıymetlidir ve marifet iltifata tabidir. Ancak desteğin hem başarılı hem de dar bir çevre içinde dağıtılması ileride onarılması imkansız toplumsal aksaklıklara yol açabilir. İnsani ve vicdani değerler de bu yöndedir ve salt sayısal başarı gösterenlerden ziyade imkanı kısıtlıların desteklenmesi övgüye daha layıktır.

 

Burs, maddi bir değer olmaktan ziyade verdiği kıymet ve yüklediği zihni katkı nedeniyle manevi bir değer olarak anlaşılmayı daha çok hak etmektedir. Bu bakımdan yaşamını kolaylaştırmak ile rahat bir hayat sürmek konusunda atik düşünenlerden çok tutunmakta zorlananlara destek olmalıdır. Yukarıda da anıldığı üzere burs imkanlarının sadece sayısal başarı göstermiş olanlar arasında paylaştırılmasının gelecek karşısında dolaylı bir meydana okuma şeklinde anlaşılması olasıdır. Bugün başarısız olarak tanımlananların yarın ne kadar başarılı olabileceklerine ilişkin pek çok örnek ortada durmaktadır. Dolayısıyla imkanların daha geniş perspektifte dağıtılmasının sosyal dayanışma başta olmak üzere insani ve ahlaki bir gereklilik olduğu iddia edilebilir.

 

Burs programlarına, paradigmalarını kökünden değiştirmeleri önerilmelidir. Bunun için ölçülerini bir amentü halini almış sayısal ya da duygusal kriterlerden kurtarmaları sağlık verilmelidir. Böylece yeni kategoriler ve alt programlarla burs imkanlarının yaygınlaştırabileceği tahmin edilebilir. Dolayısıyla programların sağladığı desteklerin hedef kitlesini, salt sayısal başarı göstermekte olan veya yakınlık izhar eden sayıca az ve imkan bulmakta zorluk çekmeyecek bir bütünden ziyade geniş bir topluluğun oluşturması teklif olunur. Ölçü olarak, insani ve vicdani öncelikler çerçevesinde ihtiyaçlar hiyerarşisinin tayini son derece mühimdir. Böylece burs imkanları geleceğe umutla bakılmasına imkan tanıyacak bir muştu haline dönüştürülebilir. Bu yüzden bursların tahsisinde başarısızların, diğer bir tabirle tembellerin, ihtiyaç sahipleri olarak öncelikli addedilmeleri mühimdir. Bu minvalde, ihtiyaç sahipliğinin dışında sonradan edinilmiş hiç bir özellik, sıfat, yaklaşım ve kabul, kaale alınmamalı ve bu yaklaşım ciddiyetle korunmalıdır. Burs programları başarılılardan ziyade başarısızları gözeterek onları 'başarılı' kılmaya dönük bir niteliğe kavuşturulmalıdır. Sistemi değerli kılacak olan belki de budur. Son tahlilde, sıradan insanların yaşatılmasının insanlığı yaşatacağı unutulmamalıdır!

 

- Advertisment -