Ana SayfaYazarlarYeni anayasa, egemenliği hak sahiplerine vermelidir (1) Demokrasi sorunu

Yeni anayasa, egemenliği hak sahiplerine vermelidir (1) Demokrasi sorunu

 

Türkiye’de demokrasi tartışması çoğunlukla “denetim toplumu”nun demokratik devlet yapısına uygun talepler içeriyor ve bu yönüyle de, Batı tipi demokratik sistemin özelliklerine benzer şekilde devletin restorasyonunu hedefleyen bir politik felsefeye sahip.

 

Bununla beraber, demokrasi talep eden ama devleti tanımlarken “disiplin toplumu”nun özelliklerini yansıtan yaklaşımlar da az değil. Örneğin kimi liberal, sol, muhafazakâr demokrat çevrelerde devlet tanımlanırken “devletin temel hak ve özgürlüklere saygılı olması” ifadesi çok olağan bir biçimde kullanılıyor. Bu ifade aynen 1982 Anayasasının devlet tanımında da yer alıyor.

 

Burada iki sorun var.

 

Birincisi, devletin hak ve özgürlüklerle ilişkisi saygı temelli olarak ele alınırsa, devletin toplum karşısında bağımsız bir süje olduğu örtük olarak kabul edilmiş oluyor.

 

İkinci sorun, hak ve özgürlükleri temel olanlar ve tali olanlar ayrımına tabi tutmak. Bu, 20. yüzyılın ikinci yarısının başlarındaki hak ve özgürlük anlayışıdır. Bu anlayışın eskimişliği bir yana, içerdiği başat felsefe hak ve özgürlükleri kategorileştirme yetkisini devlete vermesidir.

 

Bazı çevrelerin “hak ve özgürlüklere saygılı” yerine “hak ve özgürlüklere dayanan devlet” önermesi de sorunlu bir tezdir.

 

Çünkü devletin örgütlenme ilkesi, hak ve özgürlükler karşısında bir pozisyon almayı içeren bir ilke değil, “hak ve özgürlüklerin gerçekleşmesini kolaylaştıran ve güvence altına alan” bir ilke olmalıdır. Diğer bir deyişle devlet, “bağımsız konumlandırılması gereken bir yapı değil” toplumun asistanı olarak kurgulanması gereken “bağlı ya da bağımlı bir aygıt” olmalıdır. Devlete bağımsız bir kimlik verdiğiniz zaman, bürokrasi bu kimlik üzerinden egemenliğin asıl sahibi olur. Oysa aslî derdimiz bürokrasiyi ve bürokratik aygıtı egemenliğin asıl sahibi olmaktan çıkarmak ve aygıtı, egemenliğin gerçek hak sahibi olan toplumun hayatını kolaylaştıran bir enstrümana dönüştürmektir.

 

 “Yeni anayasada hak ve özgürlüklerimizin evrensel ve çağdaş normlar kapsamında korunarak ileri seviyeye taşınması, özgürlük alanımızın genişlemesi” şeklindeki  yaklaşımlar da eski devlet anlayışına dayanmaktadır. Bu yaklaşım, devleti iktidarın asıl sahibi olarak görür; ancak iktidar alanı daraltılması gereken bir aygıt olarak kabul eder. .

 

Oysa hak ve özgürlüklerle ilgili sorun ileri seviyeye taşıma ve alanını genişletme değil, hak ve özgürlüklere dokunulmaması, hak ve özgürlüklere karışılmaması sorunudur.

 

Üzerinde fazla düşünülmeden, diğer deyişle bir ezber olarak ileri sürülen tezlerden bir diğeri de “yasama, yürütme ve yargı birbirinden ayrı ve bağımsız olmalı” görüşüdür.

 

Bu tez aslında egemenlik ve işlevleri arasındaki ilişkiyi gözardı eden, yabancılaşma yaratmış bir iktidar anlayışına işaret ediyor. Bağımsızlığın egemenliğin parçalanması anlamında bir bağımsızlık mı olduğu, yani hem yapısal hem işlevsel bağımsızlık anlamında mı kullanıldığı yahut egemenliğin işlevleri arasındaki bir bağımsızlık mı olduğu açık değildir.

 

Örneğin yargı bağımsızlığı, sadece yargısal faaliyete mi ilişkindir, yoksa yargının aygıtını oluşturma, kadrolarını belirleme, işleyiş ilkelerini tanımlanma boyutlarını kapsayan yapısal bağımsızlığı da içermeli midir? Öte yandan yürütmenin bağımsızlığı meselesi de birçok yönüyle tartışılmaya muhtaç bir konudur. Yürütme gerçekten bağımsız olmalı mıdır, ya da yürütme kime karşı bağımsız olabilir; bunlar tartışılması gereken temel sorunlara işaret ediyor. Yasama bağımsızlığında ise temel sorun yasama ile parlamentonun bir ve aynı kabul edilmesidir. Parlamentoyla yasama bir ve aynı görülünce yürütme ve yargı da parlamentoyla eşitlenmiş olarak algılanıyor. Oysa parlamento sadece yasama faaliyeti yapmaz. Diğer bir deyişle, yasama parlamentonun önemli bir işlevidir ama tek işlevi değildir. Devlet aygıtını yapılandırma, seçme, onay verme, uygun bulma, denetleme gibi ülke seviyesinde egemenliğe ait tüm işlevler, parlamentonun görev ve yetki alanındadır veya olmalıdır.  

 

Bu nedenle, erklerin bağımsız ve ayrı olması gerektiği tezinde bu bağımsızlık

 

* sadece işlevsel bağımsızlık olarak tanımlanmazsa; ve

 

* parlamentonun diğer erklerle ilişkisinde egemenliği ülke düzeyinde temsil eden tek kurum olarak üst konumda olduğu açıkça vurgulanmazsa,

 

buradan, egemenliği temsil eden kurumun yasama-yürütme-yargı bütünlüğünden oluşan devlet aygıtı olduğu anlaşılır.

 

Politik hukuk açısından bundan çıkan sonuç ise, egemenliğin seçilmiş temsilcilerle atanmış bürokratlar arasında paylaşılmasının olağan kabul edilmesidir.

 

Bu olağanlaştırma hali iktidarın gerçek kaynağına yabancılaşmış bir devlet pratiğini meşru kılan politik ve hukuksal bir dil üretmeyi sağlıyor.

 

Nihayetinde, devlet işleyişini sağlayan hukukun üretiminde de bürokrasiyi belirleyici pozisyona çıkaran bu süreç, egemenliği gerçek anlamda bürokrasiye teslim ediyor.

 

Bu sorunlar nedeniyle, kuvvetler ayrılığı ilkesinden türetilmiş bağımsız iktidarlar tezi, toplumun egemenlik hakkını gerçek anlamda kullanmasının önüne geçen bir aygıt üretmekten başka bir sonuç doğurmuyor.

 

Devam edeceğiz…

 

- Advertisment -