Ana SayfaYazarlarUnutmayı hatırla

Unutmayı hatırla

Telefonda konuşurken birilerinin sizi dinlediği zehabına kapılarak konuştuğunuz oluyor mu? Veya bilgisayarda yazışırken gün gelip de birinin bütün bu yazışmaları önünüze boca edebileceğini düşünüyor musunuz? Gözetleme teknolojilerinin insan etkinliklerini izlemek için giderek daha çok kullanılıyor olması, Jeremy Bentham’ın panoptikonun dijital bir türünün hayatlarımızı muhasara altına aldığını düşündürüyor. Malumunuzdur, panoptikon gardiyanların mahkumları izleyebildiği ancak mahkumların bu izlemenin farkında olmadığı bir hapishanedir. Foucault, panoptik düzeneğin hapishane duvarları dışına taştığını ve toplumda güç icra etmek için soyut bir araç olarak kullanıldığını söyler. Panoptikon günümüzde kitle gözetimine duyulan büyük iştahla birlikte davranışlarımızı da biçimlendirmeye başlamıştır: Öyle olmasa bile, izlendiğimi/gözlendiğimi hesap ederek davranırım.

 

 Dijital bellek, dijital panoptikonun daha gizli bir biçimi olarak karşımıza çıkıyor. Yapıp ettiklerimizin pek çoğuna dijital bellekten erişilebildiği için eylem ve sözlerimiz sadece bugünkü dostlarımız tarafından değil, müstakbel dostlarımız tarafından da yargılanacak demektir. Böylece sözlerimizi fazlasıyla tartarak, ölçüp biçerek söylemek eğiliminde olabiliriz. Dijital bellek sayesinde panoptikon bizi sadece her köşede değil, zaman içinde de gözetler.

 

Her insanın ‘unutulma hakkı’ vardır. Arama motorlarında bıraktığımız sanal ayak izlerinin silinmesini talep etmeye hakkımız vardır. Bir müşteri değil insanız biz. Sanal kayıtlar, geçmişi sürekli sırtında taşıyacağı bir yük olarak yüklüyor suçluya (ve hatta yakınlarına)  ve böylece aslında sürekli tekrar eden, bitmeyen bir kefaret yüklüyor.

        

 Unutmak bize zaman içinde ilerleme imkanı verir. Geçmiş tarafından alıkonulmadan ama onu yok da saymadan, geleceğe hamle edebilme gücü verir. Mükemmel bir belleğe sahip olsaydık temel bir insani yeteneğimizi, bugünde yaşama ve hareket edebilme yeteneğimizi yitirirdik. Geçmişi arkada bırakabilmek de insana bahşedilmiş bir imkandır. İnternet çağında geçmişlerimiz bir dövme gibi dijital derilerimize yapışıp kalıyor.

 

Bir bilgi seli karşısındayız. Daha çok bilgi üretiyor, daha çok bilgi tutuyoruz. İnsan beyni, muhafaza edebileceği bilginin çok daha fazlasına muhatap oluyor. Bu durumda da bellek protezlerine duyduğumuz ihtiyaç çoğalıyor. Kütüphaneler, akıllı telefon ve bilgisayarlar; ‘ikame bellek’ aygıtları olarak, bilgiyi gerektiğinde geri çağırabilmemiz için bizim yerimize depoluyor. İnternet asla unutmuyor.  Google bizim hakkımızda bizim kendi hakkımızda hatırlayabildiğimizden daha fazlasını hatırlıyor. Unutmak, giderek daha az sergileyebildiğimiz bir hüner artık.

 

Tarihsel olarak bellek protezlerinin maliyeti yüksekti. Bilgiyi üretme ve muhafaza etmenin bir masrafı vardı ve bu da neyi korumamız, neyi ise bırakmamız gerektiğine dair bir karar vermeyi gerektiriyordu. Bugün dijital depolama o kadar ucuzladı ki artık hatırlamak unutmaktan çok daha az maliyetli hale geldi. Teknolojinin ucuzlamasıyla birlikte başkalarıyla yaşantımızı paylaşmak da kolaylaştı. İmge ve metinleri anında canlı yayınla aktarıyor ve her sıradan olayı, orada sonsuza dek yaşamak üzere sosyal medyaya gönderiyoruz. Ve boy boy kendi resimlerimiz, özçekimlerimiz. Önemsiz hayatlarımızın ‘minyatür şöhretleri’ olarak yaşadığımız anları kayıt altına almak ve göstermek istiyoruz. Göz uygarlığında, görünmek var olmaktır.

 

Borges’in  'Funes ve Sonsuz Bellek' adlı öyküsünde anlattığı kahraman her şeyi en ince detayına kadar hatırlayan ve unutamayan bir kişiliktir. Funes, bütün bu hatırlama yeteneğine karşın detaylarda o kadar boğulmaktadır ki analiz etme yeteneğini yitirmiştir. Borges şöyle söyler: 'Buna karşın düşünme yeteneğine sahip olduğundan şüphe ediyorum. Düşünmek ayrılıkları unutmak demektir, genellemek, soyutlamak demektir.' Unutmak belleğimizin çağımızda giderek artan bilgi bombardımanı altında bir uyum sağlama yeteneğidir. Sonsuz sayıda ayrıntı karşısında belleğin uyguladığı bir eleme stratejisi. Önemsiz deneyimleri unutmak, dünyanın genel bir resmini oluşturmamıza yardım eder. Funes gibi sürekli olarak geçmişimizin bütün sayfalarını dolduran ayrıntılı anılarımız tarafından kuşatılmış olsaydık, anlatacak tutarlı bir hikayemiz olmayabilirdi. 

 

Günümüzde soru şudur: Tamamen bir malumat çöplüğüne dönen internet alemi hemen elimizin altında olduğuna göre hafıza gerçekten ihtiyacımız olan bir şey midir? Umberto Eco’nun sorusuyla “Protezimiz her şeyi, baştan sona her şeyi bilebileceği zaman, daha ne öğrenmemiz gerekecek?”  Oysa Antik çağlarla Orta çağda kitap, insan belleğinin bir alternatifi olarak, insanı hatırlama zahmetinden kurtaran bir araç olarak görülmüyordu. Medrese veya manastır geleneğinde kitaba hafızaya yardımcı bir araç gözüyle bakılıyordu, amacı tam olarak bazı şeyleri hafızaya yerleştirmeyi kolaylaştırmaktı.

 

Hayatlarımızı kaydeder ve paylaşırken galiba çok mühim bir şeyi ıskalıyoruz: Hayatı gerçekten yaşamayı. Kendimiz ve dünya arasına bir şey koyuyoruz; bir kamera. Veya manzara yakalama ve paylaşma deneyimi hayatla aramıza giriyor. Böylece ‘anda olma’ imkanını yitiriyor ve kendimizi yaşantıdan yabancılaştırıyoruz. Dünyayla doğrudan temas ve etkileşime girmek yerine, yaşamadığımız anları paylaşılabilir anılar olarak sunmanın derdine düşüyoruz. Büyük şüphe: Kaydedilmemiş bir hayat yaşanmış sayılacak mıdır?

 

İnsanoğlu zamanda cahilce gezinmiyor. Hatırlama yetimiz sayesinde zaman değişirken biz de mukayese ediyor ve öğreniyoruz. Ve bazen de geçmişin yüklerini çözüp bugünü yaşayabilmek için unutuyoruz. Dijital çağda unutmak artık istisna haline geliyor. Google gibi bilgi işlemcileri mufassal bir dijital bellek oluşturarak milyarlarca bilgi kırıntısını önümüze yığıyor. Hepimiz bir malumat obeziyiz artık. Unutmayı unutmak, geçmişin bizi her zaman takip etmesi anlamına geliyor. Geçmişin hapishanesinden kurtulmak zorlaşıyor. Bir yandan da unutmak bize insanların da hayat gibi zamanla değişebileceğini öğretiyor. Unutmak toplumların üyelerine daha affedici ve müsamahakâr davranmasını mümkün kılar. Hayat herkese yeni şeyler öğretebilir, fikirler gelişebilir, insan bazen geçmiş düşünce ve eylemlerinden nedamet duyabilir. Dijital geçmiş geçmişi bir çöp yığını halinde önümüze boşaltarak bugüne dair muhakememizi muğlaklaştırıyor. Unutmayalım ki unutmak aynı zamanda sosyal ve kültürel bir süreçtir, bir uygarlık hatırlama teknikleri geliştirdiği kadar unutma teknikleri de geliştirir ve böylece yeni nesillere yaşamak ve düşünmek için yeni yollar açar.

 

İnsanların değişmeye hakları vardır, tekâmül etmek her insanın üzerine bir borçtur. Tüm insanlık telakkisi bu nüvenin üzerine kuruludur aslında. Bizler yer değiştiririz ve geçmişimizin üzerine vuran gölgeler de yer değiştirir. Halihazırda bulunduğumuz yer, geçmişimizi düzeltir, güzelleştirir veya karartır bir hapishaneye çevirir. Ölümsüz varlık olan ruhun, göze çarpmayan, unutulan o şeyden beslendiğini düşünüyorum. Dönüşen o malzeme, yalnızca onu unutup dönüştürebilirsek bizi besler. Yoksa gelecek, hafızanın ağır yüküyle ağırlaşır ve bugünden istikbale yürümek zorlaşır.

 

‘Dünyanın en büyük gözetleme kulesi’ olan internette her gün sayısız iz bırakıyoruz ve bu izler, uyanık iş adamları tarafından, bize bir şeyler daha satmak için kullanılıyor. Şöhret iflası talep ediyorum. İnternette tanınmadan gezebilmek istiyorum, dijital hanutçular tarafından şu veya bu pazara çekiştirilmeden. Unutmak ve unutulmak istiyorum. Her yerde hazır ve nazır olmak yerine, fişten çekip nâmevcudiyetin tadını çıkarmak istiyorum.

 

Ruhun bir elektrik kablosundan değil, insan ve kâinattan cereyan alsın. Unutmayı hatırla ve çek o fişi dostum.

- Advertisment -