Ana SayfaHaberlerÇevirilerKöşe yazarlığına geri dönen Boris Johnson’ın ilk yazısı: “Gece 11.30 buzdolabı baskınlarımı...

Köşe yazarlığına geri dönen Boris Johnson’ın ilk yazısı: “Gece 11.30 buzdolabı baskınlarımı bitirecek ilaç”

Başbakanlıktan ayrıldıktan sonra geçen hafta milletvekilliğinden de istifa eden Boris Johnson, eski mesleğine geri döndü. Eski gazeteci Johnson artık Daily Mail gazetesine köşe yazıları yazacak. Çektiği videoda çok daha az siyaset yazacağını söyleyen Boris Johnson, ilk yazısında kilolarından kurtulmak için kullandığı Ozempic adlı yeni bir ilacı anlatıyor: “Onlarca yıl fazladan vücut ağırlığının altına gömülmüş Johnson’un zarif ve dinamik versiyonunu bulacak ve onu serbest bırakacaktım. Kabinedeki meslektaşlarım gibi ben de tazı gibi görünecektim. Ama gece yarısı gelen buzdolabı baskınlarımı durduracağını umduğum harika ilaç bende işe yaramadı. Ama yine de milyonların hayatını değiştirebileceğine inanıyorum.”

Kabine üyelerinden birinin mucizevi şekilde görünüşünün değiştiğini gördüğümde bu işte bir bit yeniği olduğunu anlamıştım. Yeni bir çenesi vardı, gerdanı gitmiş yerine belirgin bir boyun gelmişti, kabine masasındaki sandalyeden kalktığında, eskiden büyük bir özlemle kalçalarına sarılan sandalye artık bunu yapmıyordu.

O vakit anladım. Kilo vermişti, koca göbeği ve o koca gerdanı gitmişti. Hemen Julius Sezar’ı hatırlayıverdim.  Sezar etrafında besili ve semiz meslektaşlar tercih edermiş. Öldürülmeden önce, “çevremde şişman adamlar olmasına izin veriniz, bakın Yond Cassius’a, nasıl da zayıf ve aç görünüyor”, demişti Romalı diktatör.

Anlaşılan o ki Sezar, Cassius için endişelenmekte haklıydı. Birden silueti gözle görülür şekilde küçülen başka bir meslektaşımı daha fark ettim ve bir başkasını… Artık ‘örümcek hislerim zil çalıyordu”.

Görece sağlıklı görünen orta yaşlı bir adam ani kilo kaybı gösterirse, bunun yalnızca iki olası açıklaması olduğunu düşündüm: Ya umutsuz bir aşka düşmüştür ya da Tory liderlik yarışına girmek üzeredir.

Akabinde kilo verdiğini gözlemlediğin meslektaşlarımdan biriyle karşılaştım ve gerçeği bana fısıldadı: Harika etki eden bir ilaç bulduğunu, “Yemek yeme isteğini tamamen kestiğini “ söyledi. Şaşırmıştım.

“Bana bir baksana!” dedi, pantolon askılarını muzaffer bir eda ile gerip duruyordu. Haklıydı da. Son hatırladığımdan çok daha zayıftı, hatta o kadar zayıftı ki eski halinin yanında iğne ipliğe dönmüştü. Durum benim de kulakları dikmeme neden oldu, dikkat kesilmiştim.  Kendi içimdeki zayıf ve fit kahramanı arayacaktım. Onlarca yıl fazladan vücut ağırlığının altına gömülmüş Johnson’un zarif ve dinamik versiyonunu bulacak ve onu serbest bırakacaktım.

Meslektaşıma “nasıl oldu bu, anlat bakalım” dedim. Böylece arkadaşımdan bu sihirli iksirin reçetesini yazan doktorun telefon numarasını almış oldum. “Bu ilacın etki ettiğine eminsin değil mi?” diye sordum; o da pantolon askılarını işaret etti. Tartışma bitmişti. Bu bir mucize olmalıydı.

Doktora başvurduğumda bana bu iştah kesici ilaçlar için en uygun aday olduğumu söyledi. “İlaçlar şöyle çalışıyor, bak” dedi:

Yemek yediğinizde vücudunuz beyindeki hipotalamusa artık tok olduğunuzu söyleyen bir hormon üretir; siz de yemek yemeyi bırakırsınız. Sorun şu ki bu doğal hormon metabolizmada yalnızca birkaç defa dolaşıyor, sonrasındaysa hemen etkisi geçtiğinden açlık hissiniz geri geliyor ve daha siz farkın varmadan yemekleri mideye indirmeye devam ediyorsunuz. İşte bu yüzden,  bilim insanları onlarca yıldır size bu kadar acıkmayı bırakmanızı söyleyecek asıl molekülü arıyordu. Yani tokluk molekülünü.

1990’larda, Gila canavarının (Meksika yaşayan dev bir siyah ve turuncu kertenkele) sindirim sisteminden bir hormon çıkardıkları zaman molekülü bulduklarını düşündüler. 

Bu hormonu alıp insanlar üzerinde denediler ve bir şekilde insan sindirim sistemini kandırarak metabolizma hızını yavaşlattılar. Mideleri Gila canavarlarına ait olduklarını düşünmeye ve sürüngen yavaşlığıyla her şeyi sindirmeye başladı. İnsanlar artık o kadar aç hissetmiyorlardı ve bildiğim kadarıyla hareketsiz şekilde oturuyorlardı. Ara sıra gözlerini kırpıyor ve sineklere dilleriyle yakalıyorlardı…

Bu inanılmaz bir atılımdı ve duyduğum kadarıyla bu bilim insanlarının Nobel Ödülü için değerlendirilmesi konusunda bir kampanya varmış.

Fakat Gila Canavarı hormonu kısa süreli etki ediyordu; metabolizmada insan açgözlülüğünü yenecek kadar uzun kalamıyordu. Böylece Danimarka’daki bilim adamları (Oxford’un da biraz yardımıyla), iştahınızı bir hafta boyunca nakavt edecek bir tokluk hormonunu aramaya başladılar.

Çabaları 6-7 yıl kadar sürdü, fakat sonunda bulmuşlardı! Hormonun adı semaglutide. İlacın tescilli adıysa Ozempic.

Doktor bana ilacı verirken kilo vermemin çantada keklik olduğunu söylüyordu. Tek yapmam gereken, haftada bir kez karından küçük bir doz Ozempic sıvısı enjekte etmek ve işte tamam! Artık üzerine yarım şişe şarap yuvarlanacak cheddar ve chorizo sucuğu için gece 11 de buzdolabına çıkartma yapmama gerek yok!

Pastırmalı sandviç için gelen o doyumsuz sabah ataklarına elveda diyorsunuz.  Artık çocuklarınızın tabağında bıraktıkları yemekleri oburca yemenize gerek yok.

Moral anlamda 40 yıllık başarısızlıktan sonra, irade zayıflığıyla 40 yıl mücadele ettikten sonra, yeni ve etkili bir ‘kimyasal irade sahibi’ olacaktım. Ilımlı, zarif, ölçülü bir insan ve eski bir obur olacaktım. Kabinedeki meslektaşlarım gibi ben de tazı gibi görünecektim.

Doktor reçeteyi yazdı, eczaneye koştum. İlacı alırken pahalılığı beni biraz şaşırtmıştı, “adam sende!” dedim kendi kendime, sağlığına faydalarını bir düşün!

Böylece haftalarca midemi dürtmüş oldum ve inanın haftalarca işe yaradı. Artık pudingleri ve talep edilen ikinci porsiyonları bir kenara bırakmıştım. Kendi kendime “doymak için ne kadar az yiyeceğe ihtiyacın varmış” diyordum.

O sırada, haftada bir buçuk iki kiloya da belki daha fazla kaybediyor olmalıyım ki, birdenbire her şey ters gitmeye başladı. Nedenini tam olarak bilemiyorum. Belki sürekli dünyanın etrafında uçmak ve zaman dilimlerini değiştirmekle ilgili bir şeydi. Fakat iğnelerden korkmaya başladım çünkü beni hasta etmeye başlamışlardı.

Öyle anlar oluyordu ki bir dakika önce iyiydim ama sonraki bir dakika! Büyük beyaz telefonda Ralph ile konuşuyor oluyordum. Ve korkarım ki artık devam edemeyeceğim diye düşündüm.

Şimdilik sadece egzersiz ve irade gücüne geri döndüm, ancak meslektaşlarıma bakıyorum ve şöyle düşünüyorum: Bilim onlar için işe yarayabiliyorsa, belki bir gün bana ve diğer herkese de yardımcı olabilir.

Bu ilaçların yapabileceklerinin daha çok başlangıcında olduğumuza inanıyorum. Gelişebilirler. Ünlü Danimarkalı Mads Thomsen ile bu konuyu konuştum, kendisi semaglutid arayışına öncülük ediyor.

Mads bana ilaçların nasıl çok daha ucuz hale geleceğini ve ağızdan alınabileceğini; insanların bu ilacı statinler gibi günlük olarak nasıl kullanılabileceklerini ve sağlığımızın nasıl daha iyi bir hale geleceğini anlattı. Sanırım bende ona hak veriyorum.

Çünkü İngiltere’deki obezite krizi dehşet verici düzeyde. Yaşlıların dörtte üçünden fazlası aşırı kilolu veya obez. Ve ne yazık ki üzülerek söylüyorum çocuklar arasındaki rakamlar korkunç düzeyde.

Evet, ilaçlar başlangıçta biraz pahalıya mal olacak ama gücü yetenler bunları almalı. Lütfen bunun Diyabet, kanser ve kardiyovasküler hastalıklarda Ulusal Sağlık Sistemine yapacağı tasarruf yardımını bir düşünün. İnsanlar iştahlarını dizginleyebilsinler diye korkunç ve yıkıcı ameliyatlar ve tedaviler uyguluyoruz. Bunun yerine neden onlara yardım etmeyelim?

Temel muhafazakâr içgüdüye ben de katılıyorum; buzdolabının kapısını kapalı tutmak için eski moda insan kararlılığına güvenmemiz gerekiyor. Hepimiz daha fazla egzersiz yapmalıyız. Ancak günün sonunda bunlar yeterli olmayabilir.

Yokuş yukarı çıkmak için elektrikli bir bisiklet kullanmanın yanlış olmadığı gibi, kilo vermenize yardımcı olması için bu ilaçları kullanmakta ahlaki olarak yanlış bir şey göremiyorum. Biz şişkolar için bile tokluk diye bir şey olduğu ortaya çıktı ve bunu bilime borçluyuz.

Çeviren Hasan Ayer

Kaynak: https://www.dailymail.co.uk/news/article-12203407/BORIS-JOHNSON-Wonder-drug-hoped-stop-raids-cheddar-chorizo-didnt-work-me.html

- Advertisment -