Ana SayfaYazarlarKulak tırmalayanlar

Kulak tırmalayanlar

 

Askerlerin arasında “emir tekrarı” alışkanlığından kaynaklanan bir deyiş biçimi vardır: Söyleyip-sorup- tekrarlarlar.  ’Emir tekrarı’ alışkanlığından kaynaklanan bir “Ne varmış?” deyiş biçimi varmış gibi… Tayyip Erdoğan da şu başkomutanlık statüsüne hevesten mi bilinmez, bu kalıbı yineler oldu. “….Türkiye’nin güneyinde bir terörist koridoru oluşmasına izin veremeyiz!”, “ Ne yapamazmışız? İzin veremezmişiz…” sadece aktüel bir örneği.

 

 

Erdoğan’ın her zaman başka referansları olmayan kendine özgü deyişleri de var. Türkiye gündeminin aktif aktörlerinden olduğundan başkalarından daha etkili de olup tekrarlanıyor. Mesela şu “açısından/bakımından” sözcüklerinin yerini alan “noktasında” da onun eserlerinden. Yerli-yersiz araya sıkıştırılıveriyor tv oturumlarında, haberlerinde. Sayın Cumhurbaşkanlarıyla özdeşleşmenin güvenine sığınıyor olmalılar.

 

 

Dildeki yeni “trend”lerden bahsedip, “lavabo”yu daha yeni sindirmişlerin onun yerine çetelesini tuttukları “sıkıntı”yı atlamak olmaz. Sorun/problem/mani/engel gibi önümüzü kesenlerin ifadesi sözcüklerin hepsinin yerini tutar oldu. Ama bir özelliği var, pozitif kullanılmıyor. Yani sıkıntı olmuyor ve “yok!” deniyor. Eğer varsa sözcük tercihiyle cümle kuruluşu bile değişiyor. Dolayısıyla sözcük alışkanlığından öte, sorunları geçiştirmeye yatkınlık mı diye de sormak gerekir.

 

 

Paylaşmak”, sanırım insan ilişkilerini barışçı yönde geliştirici anlam içeriği nedeniyle bu kadar kolay benimsenip tuttu. Ama almak, vermek, iletmek, anlatmak gibi fiillerin tamamının yerini alma eşiğine gelip dayandığında durup düşünmek gerekmiyor mu? “Kaynaklanma”yı kestirmeden “kaynaklı”ya büründürüp kullanmak da yeni eğilimlerden. Kaynağın köken ve yapıştırma anlamlarını birbirine katıp bulamaca dönüştürerek dağıtıyor sözcüğü…

 

 

Sade kelime, hece ve harf değil, verilen boşluk, [es]’ler de belirler akışı, müzikaliteyi. Cihangir’in merkezindeki parkta dalgın yürüyen bir tanıdık, adına takılmış; Katoto-parkı; ”Yahu bu Uzakdoğulular Amerikalılardan da etkili olup kuşattılar dünyayı…” endişeleriyle oyalanırken ayılmış ki, Kat-otoparkı… Toyota, Sushico, Feng-Shui,  Tadao Ando, Kurosawa, Yo yo ma, vb.ile alıştığı yeni müzikalitenin es verme ve hece şekli anadilininkine baskın çıkıvermiş.

 

Otopark üzeri Cihangir Parkı

Peki ne sakıncası var? Özellikle statükocu, kuralcı tutum karşısında dilin de değişmesinden yana pragmatist tutumu benimsemiş biri olarak niye sorun gibi görüp gündeme getiriyorum bu yenilikleri? Evet dil de değişimlere açık olmalıdır, ama öte yandan da dil mesaj iletmeye yarayan bir iletişim aracından ibaret olmayan başlıca kültürel aracımızdır. Anlamdan ibaret değildir. Bir akışkanlığı ve müzikalitesi vardır.  Hatta çocuklar anadili, büyükler yabancı dili öncelikle o müzikalite ve her dilde farklı işleyen akışkanlık sayesinde öğrenebilirler. Dolayısıyla asıl kalıcı arıza o müzikalitede meydana gelir.

 

 

Dil eğer lügatlardaki sözcük istifinin şuursuz bir ezberinden ve olanca istisnasıyla gramer kalıplarından ibaret olsaydı, öğrenilmesi zaten imkansız olurdu. Bu türden iç mantığı ve tutarlılığı da olmayan savruk değişimler işte o hassas müzikalite ayarını, makamını bozarak hasar bırakıyorlar dilde. Vurgu yapılmak istenen ifadeyi yerli-yersiz tekrarlatacak vesile aralığı, kışlada pek sakıncalı olmayabilir, ama toplumsal iletişime yayıldığında zarar verecek, hecesi kafiyesiz, vurgusu uyumsuz, gayrı-estetik, ruhsuz ve sıkıcı bir tekrar alışkanlığı katar hiç yoktan dilimize… “Noktasında ”, yerini aldığı açısından/bakımından sözcüklerinde olan uyumlu sesli harf zincirine sahip olmadığından bağlaç işlevinin yerine gelmesinde belirleyici özelliklerden fonetik akıcılığı aksatıp zorlama nefeslenme aralıkları verdiriyor. Bunlar dilin düşünmeden/farkında olmadan kullanarak alıştığımız estetik özellikleri. Argo da dahil tüm alt-diller ve lehçeler dilin çeşitlilik kapasitesi dolayısıyla zenginliğidir. Edebiyatçılar bu kapasiteyi kullanarak yaratıcı bireysel katkılar yaparlar.

 

 

Dilin bozuluşunun genelde yabancı sözcük sızmalarıyla örneklenmesine alışığız. Ama görüldüğü gibi dil-içi kaymaların rolleri de hiç az değil.

Ama ilki de eksik değil. Hepsi, tamamı gibi sözcükleri toplu halde yerinden eden şu “komple” [comple]  sözcüğü şekillerdeki eksiksiz bilgisayar seti ve mutfak robotu anlamına da geliyor. Umumi-wc görevlisi aceleyle aranan ihtiyaç sahibine, “Hem küçük hem de büyük tuvalet ihtiyacı mı?” sorusunu “Komple mi?” diye de özetleyebiliyor…

 

 

Adı üstünde yabancı kelime; telaffuz güçlüğü de olabiliyor. “Şarj”a, şarz diyenler ekseriyette olunca, doğrusunu her seferinde ancak düşünerek bulabiliyoruz. “Risk”in Türkçe kolaya gideniyse “Riks”.

Pasaj-paşaz da birlikte yaşamaya alıştığımız ikilemlerden. 

Ama espresso’nun yerini daha en başından almış expresso tavizsiz özgüveniyle ayrı bir başlığı hak ediyor.

 

 

Marks&Spencer’e dil dönmeyince yerine Sick&Scorses denmesi türünden bireysel katkılar da eksik değil. Ya da “Kültür paranoyağı” ve “Güvensizlik sempozyumu” gibi lugat paralamaları…

Dilin başına kurumsal bekçi dikmenin faydasızlığını tatmış toplumlardanız.

 

 

Kullanılan her sözcüğün, kurulan her cümlenin düşünülüp tartıldığı bir hesaplılığın da dilin temel özelliklerinden doğallığına hasar veren yapmacık bir tutukluğa sürükleyeceği de aşikâr. Ama başta politikacı ve medya aktörlerinin daha özenli olmalarını istemekle ve kendimiz de onları taklit ederken daha dikkatli olup, yerlerine mesela edebiyatçıları referans almakla başlayabiliriz bu hayali olmayıp, bizimle birlikte nefeslenip yaşayan en değerli kültürel varlığımıza sahip çıkmaya…  

 

 

 

- Advertisment -