Ana SayfaYazarlarYer kavgası mı, din kavgası mı?

Yer kavgası mı, din kavgası mı?

 

8 Temmuz 2017] Kendi düşünce ve/ya inancını mutlaklaştırır; başkalarının farklı fikir ve tercihlere sahip olmasını ise, doğrudan sana yönelik hiçbir sataşma olmadığı halde, sırf sen hoişlanmıyorsun ve karşısın diye bizatihî bir suç gibi görüp bastırmaya, ezmeye, yasaklamaya kalkarsan…

 

Renkli, çeşitli, çoğulcu bir toplum; o çeşitliliği koruyan bir çağdaş hukuk devleti; bu sayede gerçek bir demokrasi kalır mı ortada?

 

18. yüzyılın ikinci yarısında Avrupa’nın yaşadığı (ve Avrupa’nın şahsında kazanımları bütün insanlığa malolan) Aydınlanma’nın Batı-merkezciliğini, ultra-rasyonalist Mutlak Akıl fetişizmini, giderek pozitivist ve ampirisist bir bilimperestliğin kapısını aralamasını şüphesiz eleştirebiliriz. Ama aynı zamanda, Kant’ın ağzından Sapere aude! (Bilmeye, öğrenmeye cesaret et) diyerek düşünce ve ifade özgürlüğüne yaptığı muazzam katkıyı da yadsıyamayız.

 

Diderot ve D’Alembert’in büyük Encyclopédie’sinin 1751’de yayınlanmaya başlamasından hesaplayacak olursak, Aydınlanma’dan 266 yıl, John Stuart Mill’in On Liberty’sinden (1859; Özgürlük Üzerine) ise 158 yıl sonra bugün, bu meseleler insanlığın tamamı tarafından kavranmış ve tartışılmaz evrensellikler olarak özümlenmişlikten maalesef çok uzak.

 

Dün spordan ve Hindistan’dan hayli absürd, çığrından çıkmış bir örnek vermiştim (Krikette tezahürattan, “yıkıcılık”tan tutuklanmaya). Yeryüzünün 1.3 milyar nüfusuyla bu ikinci en kalabalık ülkesi, bizim kendi dar “Türkiye merkezli” düşünce evrenimizde pek ilgilenmediğimiz diyarlardan. Oysa bir başka, çok önemli, belki en önemli “sömürge sonrası” toplum da orası. Dahası, bizler Trump’la, Putin’le, Marine Le Pen’le, Geert Wilders’le, İngiliz Brexit’çileriyle meşgulken, bugün Hindistan’da iktidardaki Hindu milliyetçisi Bharatiya Janata Partisi’nin (ve etrafında oluşan Millî Demokratik İttifak’ın) temsil ettiği sağ popülizm de dinî-etnik fanatizmi, “öteki”lere düşmanlığı, giderek otoriterleşmesi ve kendi tabanındaki aşırıların oluşturduğu linççi çetelerin salmaya başladığı dehşete vurdum duymazca kol kanat germesiyle temayüz etmekte. Ve tabii bu ortamda “başkalarının hakkı” gitgide daha fazla okkanın altına gitmeye başlıyor.   

 

Bugün gene Hindistan’da meydana gelen (ama çok daha fecî) bir olaya değineceğim. Sahne, ülkenin kuzeyindeki Haryana eyaletinde yerel bir tren. Tarih 22 Haziran Perşembe (tesadüf, Hindistan-Pakistan kriket maçından sadece dört gün sonrası). Dört genç Müslüman kardeş, yaklaşan Ramazan Bayramı için şehre inip alışveriş yapmış, evlerine dönüyor. Yirmi kişilik eli bıçaklı bir Hindu grubunun saldırısına uğruyorlar. 15 yaşındaki Junaid Khan (Cüneyd Han) bıçaklanıp öldürülüyor. Üç kardeşi yaralanıyor. Polise bakılırsa kavga, trende yer tartışmasından çıkmış. Hayır. İslamofobik bir saldırı. Katil güruhunun içinde yer aldığı için tutuklananlardan biri, sonradan televizyona çıkıp “Müslümanların sığır eti yediği” gerekçesiyle gruptaki diğerleri tarafından tahrik edildiğini itiraf ediyor. Yaralı kurtulan kardeşlerden Shaqir (Şakir) hastanede gazetecilere, saldırganlar “takkelerimizi yerlere attı, kardeşimin sakalını çekti, hepimizi tokatladı ve sığır eti yediğimiz gerekçesiyle hakaretler yağdırdı” diye anlatıyor.

 

Hindu inancında inek kutsal bir hayvan. Sığır eti yemek tabu (Müslümancası haram). Bharatiya Janata Partisi iktidara geleli beri, bu konu iki cemaat arasındaki gerginliği tırmandırmak için kaşınıyor. BJP sığır ticareti ve kesimine habire yeni kısıtlamalar getiriyor. Birileri de “vaziyetten vazife” çıkarmakta gecikmiyor. En tepede resmini gördüğünüz zalim, hunhar tiplere dikkatle bakın. Bu, bir “inekleri koruma” gönüllüleri grubu. Böyle fedailer her yerde ortalığa dökülüyor fedai grupları da “inekleri korumak” adına ortalığa dökülüyor, sokaklarda devriye geziyor, terör estiriyor. 2015’te benzer bir güruh, Mohammed Akhlaq (Muhammed Ahlak) adında bir Müslüman tarım işçisini (çiftlik yanaşmasını), ailesinin sığır eti depolayıp yediğine dair “rivayetler” nedeniyle öldürmüş. Bu yılın Nisan ayında BJP yönetimindeki Rajasthan (Racastan) eyaletinde 55 yaşındaki Pehlu Khan (Han), “sığır kaçakçısı” olduğu iddiasıyla linç edilmiş. BJP’li bir parlamenter bu konuda “hiçbir pişmanlık duymadığını” ifade etmiş.Haryana cinayetini de böyle bir fedai grubunun işlediği anlaşılıyor.

 

Bütün bu bilgileri BBC’den, özellikle de BBC’nin Hindistan muhabiri Soutik Biswas’ın 26 Haziran’daki Is India descending into mob rule? (Hindistan sokak çetelerince mi yönetilmeye yuvarlanıyor?) yazısından aldım. J. S. Mill’in masaya yatırdığı özgürlük kavramı açısından, sorular ve sorunlar şöyle sıralanabilir: Hinduların inançlarına başkalarının da uyması şart mı? Bir dinin emirleri, başka dinler için de bağlayıcı sayılabilir mi? Tersten söyleyecek olursak, Hinduluğun dışındaki inanç ve ibadet biçimlerinin varlığı, Hinduluğa bir hakaret ve tecavüz mü teşkil ediyor?

          

Hinduizm “yanılmaz” bir öğreti mi?Yoksa Hinduların özgürlüğü, Müslümanların özgürlüğünün başladığı yerde bitmiyor mu? Tersine, ancak Hinduların özgürlüğünün bittiği yerde mi (yani bu fedai güruhlarına bakılırsa, kâinatın en uç sınırında veya bir “yokülke”de mi), Müslümanların özgürlüğü başlıyor?

 

Peki, bunun Ortaçağ Engizisyonundan ne farkı var?Dahası…

 

Sırf Müslümanlar mağdur diye mi kızıyoruz bu ve benzeri olaylara?Yoksa Kant gibi bizim de bir “kategorik emperatif” nosyonumuz var mı?Biz de hazır mıyız, hayatımızı (ve siyasî davranışlarımızı) ancak evrensel birer kural olarak kabul edebileceğimiz ahlâkî prensiplere göre düzenlemeye? Yani meselâ yukarıdaki örneklerde Hindular ile Müslümanlar yer değiştirse, veya bazı BJP önde gelenlerinin yerini bazı AKPönde gelenleri alsa, aynı ilkeli tavrımızı koruyacak mıyız? 

 

 

 

 

 

- Advertisment -