Ana SayfaYazarlarSosyal demokrat parti aranıyor

Sosyal demokrat parti aranıyor

 

Peşinen söyleyelim ki, eğer siz CHP’yi ‘sol/sosyal demokrat parti’ olarak görüyor, öyle zannediyorsanız, bu yazının size hitap eden bir tarafı yoktur. Bu yazı, siyasi yelpazenin AKP’nin solunda yer alan boşluğa ve o boşluğu doldurmak üzere Batılı anlamda bir sol/sosyal demokrat partiye olan ihtiyaca dair.

 

 Bir canlı cenaze: CHP

 

7 Haziran 2015 seçimlerine daha altı ay varken, 5 Ocak 2015 günü şöyle bir tweet paylaşmışım: “CHP, AK Parti karşısında dördüncü genel seçim mağlubiyetine doğru gidiyor. Bir çare düşünüyorlar mı acaba?…”

 

Tabii ki, o seçimi de kaybettiler, sonrakini de öyle;  şimdi 31 Mart seçimlerini de kaybedecekler. Esasen, CHP’nin yaklaşan herhangi bir seçimi kaybedeceğini söylemek bir siyasi öngörü değil adeta bir ansiklopedik bilgi.

 

27 Nisan 2007 öncesindeki, bugün artık hiç vukû bulmadığı iddia edilen- muhtıra ve darbe hamlelerini bir kenara bıraksak bile;  Cumhuriyet mitingleri, Yaşar Büyükanıt’ın bizzat kaleme alıp Genelkurmay Başkanlığı’nın internet sitesine koyduğu 27 nisan bildirisi, hukuk tarihine kara leke olarak geçen 367 kararı; ardından 17 Mart 2008’de Anayasa Mahkemesi’nde açılan kapatma davası gibi vak’alarda aldığı tavırlar CHP’nin bir sosyal demokrat parti olmadığının kanıtları.

 

Bu netâmeli süreçlerde CHP, kendisine oy vermiş, toplamda yüzde 20-25’lik bir kitlenin yüreğini soğutan yaklaşımlar içinde oldu. “Siyaset” adı altında yaptığı şey esasen bir tür “terapi” ye daha çok benziyordu. (“Terapi” derken sağaltıcı bir etkisi olan bir tedavi akla gelmesin, zira öyle bir durum da yoktu.) Hak,hukuk, hatta ahlâk ölçülerinde bir tavır görmek isteyen çok daha büyük kitleleri kendisine yabancılaştıran politikalardı bunlar. Bunları “siyaset” zanneden CHP; Etyen Mahcupyan’ın “Kaybedenler Kulübü” kitabındaki ifadesiyle, “ Kendisinden siyaset yapması beklenmeyen, ama AKP’yi siyasetin dışına itmesi beklenen parti” konumundaydı.

 

Deniz Baykal’ın ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP’si, Batı tipi bir ‘sosyal demokrasi’nin temel prensipleriyle hiçbir şekilde izah edilemeyecek politikalarıyla, siyasi hayatında Tayyip Erdoğan’ın en büyük avantajı oldu.

 

CHP bu haliyle, seçmenin dar sayılabilecek bir kesiminden, o da ümit vadettiği için değil; ‘yaşam tarzı’ endişeleri için bir ‘güvence’ olarak görüldüğü için oy alabiliyordu. Bir süre sonra, ‘yaşam tarzı endişesi’nin giderek zâil olmaya başladığını, yerini bu sefer, ‘Erdoğan alerjisi’ne bıraktığını gördük. Sonuçta, ister ‘endişe’ ister ‘alerji’ kaynaklı olsun, yüzde 20’lerde oy CHP’ye akıyor.

 

İktidar partisini zorlayacak bir parlamento aritmetiği yaratmasa da, yüzde 25’lerde dolaşan bu oyların CHP yönetiminde nasıl bir konfor yarattığını Alper Görmüş Serbestiyet’te şöyle yazmıştı: “CHP tabanının bu çaresizliği, parti yönetimi açısından büyük bir konfora tekabül ediyor. Ne kadar başarısız olursanız olun, oylarını sizden esirgemeyecek ve ana muhalefet pozisyonunuzu garantileyecek bir seçmen kitlesi: Bir siyasi parti için bundan daha büyük bir konfor olabilir mi? Bu halin, parti içinde yol açacağı atalet ve gayretsizlik sanırım izahtan varestedir….“Kutuplaşmanın yol açtığı tedirginlik ve korku bir yandan CHP yönetiminin büyük bir konfor kullanmasını sağlıyor, fakat öbür yandan partiyi iktidara taşıyacak enerjiden ve entelektüel gayretten yoksun bırakıyor.”

 

Türkiye sol/sosyal demokrat partisini arıyor

 

Yıllarca CHP’yi yakından izlemiş, partide görev almış sosyal demokrat kökenli bir akademisyen, vaktiyle CHP konusunda bize şunu söylemişti: “Bu partinin bir kurtuluşu yoktur. O ideolojik çekirdek o partiyi ne ondurur ne kondurur. CHP meselesini zaman içinde tarih çözecektir.’

 

Bu partinin, 1992’de kendi ismiyle yeniden açılmasından sonraki serencamına bakınca, tablo zaten net biçimde görülüyor: Bu canlı cenazeden, silkinip ayağa kalkmasını, büyük kitlelerin umudu olmasını beklemek ölü gözünden yaş beklemekle aynı şey!

 

Merkezde yer alan bir siyasi oluşum olarak AK Parti’nin, 2002 sonundan başlayarak, karşısındaki güçlerin siyasi hatalarının da yardımıyla, giderek artan ölçülerde doldurduğu geniş bir alan var. Türk siyasi tarihinde merkezdeki partilerin AK Parti’den daha yüksek oylar aldığı görülmüştü; ama hiçbir merkez sağ parti bu kadar geniş bir alanı, bu kadar uzun süre ‘kapatamadı.”

 

Türkiye’de son 16 yılda yaşanan onca şeyden sonra, bu partinin, askeri darbelerle, muhtıralarla, yargı darbeleriyle veya dış destekli de olsa tankla topla devrilmesinin mümkün olmadığı artık görülmüş olmalı. AK Parti, bir gün iktidardan devrilecekse,  bu ancak meşru siyasi yollar üzerinden, yani seçimle olacak.

 

AK Parti, 2002’de halktan reformcu parti kimliğiyle oy aldı; bu kimliğin gereğini yaptığı ölçüde oy almaya da devam etti. Bugün geldiğimiz aşamada, bırakın reformcu kimliğini, apaçık bir tıkanıklığın içinde. Ama buna rağmen hâlâ büyük oy alabiliyorsa, (Son seçimde aldığı yüzde 42 oy, 17 yıl önce girdiği ilk seçimdeki oyundan yüzde sekiz fazladır.)  reformcu kimliğini koruduğu için değil; seçmenin önüne başka bir alternatif konulamadığı içindi.

 

Alternatif soldan çıkmalı

 

AK Parti’ye bir alternatif aranıyorsa, bu alternatifin bulunacağı yer siyasetin sağı değil soludur. Büyük kitlelelerin ihtiyacı ortada; sorunlarına hak-hukuk ve adalet zeminin de somut, akılcı çözümler arıyor. Şöyle bir argüman var: ‘Efendim böyle bir alternatif soldan çıkmaz, yine sağdan ve hatta, AK Parti’nin kendi içinden çıkabilir. Türkiye’nin gerçeği budur.’ 

 

Garip olan şey şu : Bunları özel sohbetlerimizde sağ cenahtan değil bizzat sola yakın duran isimlerden işitiyoruz. Meseleyi böyle bakınca, ondan sonra da,  gelsin o bildik senaryolar: Abdullah Gül yine bir çıkışa hazırlanıyormuş; içinde Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu’nun da olduğu yeni bir hareket planlanıyormuş; Bülent Arınç zaten rahatsızmış; partinin ‘trenden inen/atılan’ eski ağır topları neler yapılabilir diye bakıyorlarmış…

 

Bunlar bize, ‘çocuklara masallar’ kıvamında boş siyasi konuşmalar gibi görünüyor. Kaldı ki, AK Parti içindeki muhtemel çözülmeler, Türkiye’nin sorunlarını çözmeye yetmez. Türkiye’nin asıl ihtiyacı, Batılı ölçülerde bir sol/sol demokrat parti. Bunu söyler söylemez karşımıza şu argüman çıkıyor: CHP, yüzde 20’lerdeki oyuyla bile orada durdukça, yeni bir partinin şansı olmaz. Hele hele, bu kutuplaşma ortamında hiç şansı olmaz.

 

Biz aynı kanıda değiliz.

 

Türkiye’de seçmen, hiçbir zaman gerçek bir sosyal demokrat partiyle tanışmadı.  

Sol ve sosyal demokrat tarifinin doğru biçimde yapılması halinde,  bu tarifle  ve programla mutâbık yeni eski – yeni kadroların bu kutuplaşmayı kırabileceğini düşünüyoruz. Bunu çözebilmek demek zaten işin büyük bölümünü halletmiş olmak demektir.

 

Sosyal demokrasinin temel ilkelerine samimiyetle sahip çıkacak, Türkiye’nin içinde bulunduğu keskin jeopolitik rekabet ortamında kitlelere güven veren özgürlükçü bir sosyal demokrat hareket siyasetin akışını değiştirir. Müslüman mahallesinde salyangoz satmayan bir sol neden mümkün olmasın? Müslüman mahallesinde salyangoz satmamak halk dalkavukluğu veya ucuz populizm yapmak demek değil. Türkiye, son yıllarda Avrupa ve Amerika tarafından akıl almak şekilde haksızlıklara mâruz kaldı, kalıyor. Neden sol/sol demokrat bir parti, bunlar karşısında itirazını yüksek sesle dile getirmesin?  Ülkeye yapılan  apaçık bir haksızlığa karşı çıkmak bu partiyi ‘sağcı mı’ yapar? Kürt sorununu çözmeye dönük hamlelere itiraz etmek mi; onları, varsa itirazını dile getirerek, desteklemek mi solculuktur?  

 

Tabii, şu soru sorulabilir: Nerede bu Batı tipi bir sosyal demokrat partiyi kuracak özgürlükçü solcular, var mı öyle kadrolar?

 

Orhan Veli, “Bir yer var, biliyorum/ Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum’ der ya…

Onları birebir tanımıyorum, ama bana sanki Türkiye’ye 50 yıl kaybettirmiş o köhne ‘sol’ anlayışla hesaplaşmaya hazır solcular varmış gibi geliyor.

 

Eğer yoksa, o zaman zaten yandı gülüm keten helva.

 

 
 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

- Advertisment -