Ana SayfaYazarlarFotoğraflarımız

Fotoğraflarımız

 

Fotoğraf, hayatımızda izi sürülmeye değer bir nesne bence. O kadar çok var ki; yeni teknoloji (akıllı telefonlar), yeni kavramlar (selfie) ve aksesuarlarıyla (selfie çubuğu- ki mutluluk çubuğundan çok daha yaygın kullanıldığı açık) hayatımızın öyle ayrılmaz bir parçasına dönüştü ki, onunla ilişkimizin gizemli yüzünü merak etmemek elde değil.

         

Ücra bir taşra lokantasında bile, masayı donattıktan sonra garsonun eline akıllı telefonu tutuşturup “bak burasına basacaksın” diye çekim öğretmeye kalkmayın sakın. Büyük ihtimalle onun instagram hesabı sizinkinden eskidir.

 

 Bu arada “selfie can almaya devam ediyor”. Sansasyonel gazete manşeti gibi oldu ama, hakikat bu. Falezlerden düşenler, araba altında kalanlar, kendini dalgalara kaptıranlar… Çok yiğit kaybettik bu yolda.

 

Sabahtan akşama kadar o site senin bu site benim “beğendim- beğendi” oyunu oynamaktan canımız çıkıyor. Beğenmesen o da seni beğenmeyecek. Al başına işi. Bir de tutarlı olmak gibi bir meselemiz var; prensipli insanlar olarak adamın/kadının bir fotoğrafını beğendiysen ondan sonrakileri nasıl beğenmezsin ki? Hepsi aynı. Aynı gülümseme, aynı bakış, aynı sarıp sarmalanış…Baştan düşünecektin…  

 

“Neden fotoğraf sayın x?”… Bu beylik röportaj sorusunu Ara Güler’e değil, sokaktan geçen herhangi birisine sormaktan söz ediyorum. Neden yapıyoruz bunu, bu foto-fetiştik haller nasıl geldi başımıza; anlamaya değmez mi?

 

Bana sorarsanız siyaset teorisi kesmekten, makro analizler attırmaktan çok daha zor, çok daha hakiki bir mesele bu.

 

Aylar sürecek tatilimi buna ayıracak değilim.

 

Bazı ipuçları yakaladım. Onları paylaşayım, bu bana yeter.

 

Eski fotoğraflarla yeni fotoğraflar arasındaki fark dikkatimi çekti önce. Bu ipucu yabana atılır gibi değildi. Kurcalamaya karar verdim.

 

Şu sonuçlara ulaştım:

Eski fotoğraflar 1) Faillerin (fotoğrafı çektirenlere “fail” diyorum) gerçekten çok ciddiye aldığı olağanüstü durumların belgelenmesi isteğini yansıtıyor. Misal, evlilik. Misal, çocuğun doğmuş olması ve tam teşekküllü çekirdek ailenin varoluş müjdesi. Misal, çocuğun anne babası ile ilkokula gittiği ilk gün; devletle eti senin kemiği benim paylaşımının kayda alınması. Misal, erkek çocuğun sünneti. Yeni fotoğraflarda böyle olağanüstülüğün tetiklediği bir durumdan söz edemiyoruz. 2) İlk koşula da bağlı olarak, eski fotoğraflarda failler fotoğraf için bayağı özenle hazırlanıyorlar. Genellikle, kocaman bir makine, ışık gibi imkanlarla donatılmış “stüdyo” dediğimiz gizemli mekanlarda bu işten anlayan insanların çekeceği fotoğraflar için yola çıkarken, erkek, kravatını takıp jilet gibi giyinmiş; kadın, şık, özel olarak makyajlı, takılar yerli yerinde; varsa çocuk da uygun giydirilmiş saçlar temiz ve taranmış oluyor. Bakışlara da sinmiş bir ciddiyet var çoğunda. Çünkü fotoğraf çektirmek ciddi bir iş olarak görülüyor. Yeni fotoğraflardaki hazırlıklar, “dur kız saçımı toplayayım” kıvamında. Çünkü artık ayrıca hazırlanacak zaman yok. Her dakika hazır olacaksınız. Ciddiyete gelince… Artık hep gülüyoruz; ne çok eğleniyoruz, yıkılıyoruz… Görmüyor musunuz? Görmüyorsanız görün; bu fotoğrafı onun için çekiyoruz (ve tabi hemen nerede görünecekse oraya gönderiyoruz)… Buradan da başka sonuca zıplıyorum: 3) Eski fotoğraflar başkasının ilgisine sunulmak için çekilmiyorlardı. Evet “aile albümleri” ni ben de hatırlıyorum. Fotoğrafların uygun tırnaklara tutturularak sayfalara yerleştirildiği ciltli kitaplar. Fakat bu albümler aile içi ve özel yakınlıkta arkadaşlar içindi. Gerçekten bizim hayatımızda yeri olan, gerçekten güçlü bağlarımızın olduğu, anlamlı ilişkiler dünyasının ulaşabildiği anı belgeleriydi fotoğraflar. Benlik dediğimiz şey, “ben kimim” sorusunun karşılığı; hafızasız oluşamaz. Hafıza da seçici, inşa edici bir süreç/yapıdır. Fotoğraflar; bu inşaatın, seçiciliğin güçlü görsel belgeleridir. Eski albümler bize bunu anlatıyor bence. Yeni fotoğrafların hafıza ile, seçicilik ile bir ilişkisi yok. Yeni fotoğraflar kendimizle yaptığımız bir çalışma değil. Başkalarının ilgisini çağırma araçları artık onlar. Uzak düştüklerimizden, zaten hayatta bir kere görüştüklerimize; yakın arkadaşlarımızdan, hayatta yüzünü görmediklerimize kadar “herkesin” bakışına, “beğenisine”, kalp emojilerine çıkartılmış açık davetiyeler. Bir ilgi açlığının dışa vurumu…

 

Yaa, fotoğraf deyip geçeriz! Öyle değilmiş meğer…

 

Onu kurcaladıkça; şehirleşme, yalnızlıkla at başı giden aşırı sosyalleşme ve görünür olma ihtiyacı, hayatın hazlarının kent çeşitliliği üzerinden yeniden algılanışı, kalıcı bağlanma seçimlerinin yerini alan popüler olma iştahı, çekirdek ailenin çözülüşü… Bunları ve daha fazlasını görebiliriz.

 

Tek düze hayat ve sosyal yapılar içinde kontrol altında tutulan bireyin, yetinmeci iç dünyasının konforu, yeni özgür kent hayatının gözümüze soktuklarıyla kışkırttığı aç gözlülüğe yenildi.

 

Şehrin yeni insanının ruhu, ev gezmeleriyle, bayram buluşmalarıyla doyabilir mi? Ondan bunu beklemenin anlamı var mı? Artık aile gibi dar yapılara sıkışarak, kısıtlı bir yakın çevrenin alakasıyla yetinerek huzur bulamayız. Bulduğumuzu sandığımızda, yenilmiş, geri çekilmiş ve ilk fırsatta yeniden kaçacağımız bir limandayızdır aslında.

 

Çok görünür olmak istiyoruz. Hoş görünür olmak istiyoruz. Tanınalım, beğenilelim, unutulmayalım, cnm- bi tanem- harikasın mesajları alalım istiyoruz. Gezelim, görelim, gösterelim, çatır çatır çatlatalım da istiyoruz.

 

Akıllı telefonlar stüdyoların yerini almadan çok önce değişmiştik zaten…

Şimdi bunun tadını çıkartıyoruz… 

    

  

- Advertisment -