Ana SayfaYazarlarPKK yenildi mi?

PKK yenildi mi?

33 yıllık çatışmalı süreçte eğer bir yenilgiyse bu 7.si olacak.

“PKK yenilgileri”nin ayrıntılı bir dökümü, Yıldıray Oğur’un özellikle de dokunulmazlıkların kaldırıldığı bugünlerde yeniden okunması gereken “PKK’nın 7.ci kez yenilmesi” yazısında işlenmişti.
(link; https://www.serbestiyet.com/yazarlar/yildiray-ogur/pkknin-yedinci-kez-yenilmesi-692249 )

Klasik, konvansiyonel bir savaşın sonucu birçok taktik hamlenin toplamından oluşan bir stratejiyle getirilir. Bazı cephelerdeki taktik kayıplar kesin sonucun göstergesi olmadığı gibi bazen bir cephede kaybetmek bile, kesin zaferin yolunu açabilir.

Eğer incelediğiniz konvansiyonel dahi olmayan asimetrik bir savaşsa, taktik sonuçların değerlendirilmesinin daha da zorlaşacağı açık.

23 Temmuz 2015’den beri devam eden ve 7000’den fazla PKK mensubu ile 500’e yakın güvenlik görevlisinin yaşamını yitirdiği bu son savaşta örgütün yenilgisi kesinmiş gibi görünüyor.

7000’e 500 gibi bir zaiyat oranı, yani 1/14, geçmiş çatışmalı dönemlerle karşılaştırıldığında ve son toplamda, PKK için oldukça kötü bir sonucu işaret ediyor.

Bunun dışında savaş boyunca gerek PKK askeri sözcüleri ve medyası, gerekse de HDP sözcülerince dilllendirilen çoğu propaganda amaçlı hedeflerin ve alınmak istenen sonuçların da PKK, hiçbirine ulaşamamış gibi görünüyor.

Özyönetim ilanları eşliğinde sürdürülen “hendek savaşları” hemen heryerde (bazı yerlerde birden fazla kez) yenimeleriyle sonuçlandı.
HDP/PKK’nın hendek siyaseti başarısız olduğu gibi kaybedilen sadece yurtiçi ve yurtdışı operasyonlarda öldürülen savaşçıları değil, halk desteği de oldu.

HDP eşbaşkanı Demirtaşın birbiriyle tutarsız demeçlerinde bolca kullandığı “halkımız”a sahada, PKK eylemlerinde ve HDP mitinglerinde, ya giderek daha az rastlanıyor ya da hiç rastlanmıyor.

Böyle bakıldığında siyasi ve askeri olarak PKK’nın kesin yenilgisinden sözetmek mantıklı görünüyor ama acaba öyle mi?

“Zafer esnasında uyguladığım taktikleri herkes görebilir, ancak kimsenin göremediği, zafer yolunu açan stratejilerimdir.” diyor Sun Tzu…

Eğer “PKK stratejisi” olarak tahayyül ettiğiniz (veya tanımladığınız) kavram, Demirtaş’ın bildik hamaseti ve PKK medyasının seri yalanlarının içinden alınma özyönetimler, yarı bağımsız kurtarılmış bölgeler, demokratik özerklik, AKP diktatörlüğünün yıkılması türünden içi boş propagandif söylemlerin üzerine kuruluysa fena halde yanılıyorsunuz demektir.

Evet. Belki hendek savaşları, olmazsa olmazı halk desteğini bulamadı ama PKK’ya yeni savaşçılar kazandıracak bir gençliği, gerektiğinde ileride tekrar mobilize etmeye yarayacak “savaş kültü”ne yeni öyküler de kazandırdı.

Evet, belki Kürtler bu beyhude yıkım yüzünden PKK’dan yaka silkmiş durumdalar ama TC Devleti’ne olan bağları da henüz yeterince sağlamlaşmış değil.

Hemen herkesin üzerinde ortaklaştığı görüş, zaman içinde PKK’yı tümüyle legal siyaset içine çekip silahlara sonsuza kadar elveda demesini amaçlayan “Barış Süreci”ni başarısızlığa (!) götürenin, Suriye’de oluşan belirsizlik olduğu.

 

Suriye’deki iç savaş başladığında çok geçmeden belli olan, BAAS iktidarının hakimiyetini geniş Suriye topraklarının büyük bölümünde kaybedeceği idi ve zaten de çok geçmeden bu gerçekleşti.

Komşu Türkiye sınırları boyunca uzanan oldukça geniş bir bölgede PYD, elinde az ama başlamak için yeterli bir silahlı güçle, karşısında silahlı gruplar oluşturarak onunla çatışacağı kesin olan Arap aşiretleri ve elbette eğer becerebilirse bir kalıcı hakimiyet bölgesi oluşturma umuduyla başbaşa kaldı.

Bölge demografisi, kontrolü sağladığı bölgelerde bile tümüyle Kürtlerden ibaret ve PYD lehine olmadığı gibi bütün Kürtler de PYD taraftarı değildi.
 

2 seçenekleri vardı.

Ya 30 yılı aşkındır savaştıkları Türkiye tarafında olacak ve dolayısıyla çok geçmeden birleşip kendilerinden daha belirleyici bir güç oluşturma olasılığı yüksek Arap ve Türkmenlerle birlikte hareket ederek, Suriye Yönetimi, daha da önemlisi İran’ı karşılarına alacaklardı ki bu PYD’nin ideolojik yapısının kaldırabileceği bir şey değildi.

Ya da ellerindeki gücü Türkiye tarafından aldıkları insan ve lojistik yardımıyla artırıp, hakimiyet tesisi yoluna gidecekler, henüz birleşememiş ve muhtemelen de hiç birleşemeyecek, sekülerden selefiye geniş bir skalada dağılan Suriyeli muhaliflerle çatışmayı göze alacaklardı.
Bu seçenekte alacakları kesin olan BAAS ve İran desteğinin, kayda değer diğer avantajlar olduğu eklenmeli.

Bilindiği gibi 2. Seçeneği tercih ettiler ve önce Kürt muhaliflerden başlayarak tasfiyeye ve iktidarlarını oluşturma/sağlamlaştırma yoluna girdiler.

Türkiye tarafında “Barış Süreci” ile başlayan ve bu sefer çabucak biteceğe benzemeyen ateşkeş de onlara sınırın kuzeyinden intikal eden binlerce militan demekti.
Silahlı güçleri çok kısa bir sürede iki ve giderek de üç katına çıktı.

Böylece Suriye’nin geleceğinde ve PKK/PYD liderliğinde bir Kürt otonomisi olasılığı giderek yükseldi.

Türkiye tarafındaki politikaları ise Barış Sürecini ateşkesi sürdürmeye yetecek kadar desteklemek ama bir üst evreye, yani Türk hükümetiyle ortaklaşmak zorunda kalacakları bir seviyeye çıkamayacak biçimde sabote edip yavaşlatmaktı.

Planları çalıştı.

Türkiyedeki süreç Suriyede güçlenmelerine yarayacak ve elbet yine Türkiyede er ya da geç başlayacak bir yeni savaşa hazırlanmalarına fırsat olacakı biçimde uzayıp gitti.

Ayrıca bu zaman zarfında örgütlenmelerini de güçlendirdiler ve Türkiye içinde yarı lümpen, çoğu küçük yaştaki gençlerden oluşan YDGH’ı, kent savaşları için hazırladılar.

Suriyede görevlendirmedikleri ve artık birkaç bin kişi kalmış dağ kadrosu da bu arada kentlere sızdı ki zaten artık Türkiye cephesinde kır gerillası yöntemleriyle yapabilecekleri pek bir şey kalmamıştı.

Karakollar donatılmış, izleme olanakları artılmış, güvenlik güçleri arasında eskiden olmayan koordinasyon sağlanmış, ortak hareket kaabiliyetleri artırılmıştı ve TSK ile dağlarda savaşabilmeleri, artık sadece uzunca bir intihar sürecine girmek demekti.

Kent savaşına hazırlandılar.

2,5 yıl boyunca Çözüm Sürecine yaptıkları sabotajlarla iyice dolan bardak, Urfa-Ceylanpınar’da 2 polis memurunun susturuculu silahla enselerinden ve uykuda kurşunlanmalarıyla taştı, 23 Temmuz’da TSK’nın Iraktaki PKK kamplarını bombalamasıyla da son savaş başladı.

TC başlangıçta savaşı, Iraktaki PKK kamplarını havadan bombalamak ile sınırlandırdı ve Türkiye içinde ise savunmada kaldı.

Buna karşılık PKK, dağınık , çoğu başarısız eylemlerle, bazen kırsalda ve fakat daha çok kentlerde düzenlediği saldırılarla cevap vermeye çalıştı.

Yazın sonlarına doğru ise çatışmalar kentlere kaydı ve bilindiği gibi tuzaklanmış hendeklerle donatılan kentler, onca kayıptan sonra bugün artık neredeyse tamamen temizlenmiş bulunuyor.

Genel kanı, bunun bir askeri zafer olduğu, neredeyse tüm söylemleri yalan üzerine kurulu PKK/HDP cephesinin ahlaki anlamda çöktüğü ve kent savaşlarında göremediği halk desteği ile de siyasi bir yenilgiyle yüzleştiği.

Ancak tüm bunlar olurken Suriye cephesinde işler değişti. Başka ve o zamana kadar etkisi sınırlı bir örgüt, IŞİD, ne yapacağı belli olmayan hareket tarzı ile bölgedeki dengeleri belirledi ve bunun üzerine ABD’de de müttefikleriyle birlikte savaşa dahil oldu.

Bir sonraki aşamada ise hesaplamaların içine yeni ve büyük bir güç olarak Rusya girdi. 

Aldığı cansiperane İran desteğine rağmen hızla güç ve cephe kaybeden Suriye yönetimi bunlardan sonra nefes alarak bir ölçüde dengeyi sağlayıp bazı yerlerde yeniden hakim duruma geçti ve tabii bütün bunlar en çok da PYD’ye yaradı.

PKK ise kitle desteği alamayacağı artık açıkça ortadayken, hatta bırakalım destek almayı olanı da yitireceğini önemsemeden, söylem ve stratejisini değiştirmeyip kent savaşlarını sonuna kadar sürdürdü.

Peki neden? Neden PKK kazanamayacağı bu çatışma tarzını sürdürdü?
Bunun ona 7000’e yakın militan kaybettirmekten başka ne faydası oldu?

Cevap yine Suriyede.

TSK 700bin kişiye yakın personeliyle güçlü bir ordu olarak kabul edilse de bu, değişen savaş paradigmasında, operasyonel olmaktan çok ülkeye yapılacak bir saldırıyı savuşturmaya, bir seferberlik durumuyla birlikte etkin caydırıcılık sağlama garantisinden başka fazla bir anlam taşımıyor.

Suriye gibi bir bölgede, kimliklerin ve silahlı güçlerin birbirine karıştığı, mevzilerin ve her tür silahın, sadece savaşarak değil para karşılığı da el değiştirdiği bir kaosun içine böyle bir TSK’yı sokmak, Rusya’nın Afganistanda yaşadığı türden bir yenilgi olasılığını çağrıştırıyor.

Tabii ki TC’nin bu olasılığı ortadan kaldıracak, sözü edilen Suriye gibi bölgelerde de operasyon yapmasına olanak sağlayacak hazırlığı var.

PKK ile sürdürülen 30 yıllık savaşta deneyim kazanan ülke, tahminen çevresindeki birçok komşusundan daha fazla oranda “kaotik bölgelerde operasyon” yeteneğine sahip oldu ama bunu sadece klasik-konvansiyonel ordunun desteklediği “Özel Harekatçılar” sayesinde başarabilir.

Bu türden bir sahada belirleyici olabilecek birlikler sadece, etkin istihbarat, seri nokta operasyonları, kamuflaj, hızla girip hızla çekilme, karmaşık güvenlik önlemleri, teknik donanım ve kaabiliyetlerle donanmış ve gerektiği zaman klasik ordu donanımlarından destek alabilen eğitimli özel harekatçılardır.

İşte PYD/PKK’nın Türkiye cephesinde, HDP’nin gerçeklikten uzak, içine bolca yalan pompalanmış propagandasıyla provokasyonları eşliğinde ve kaybedeceğini bile bile sürdürdüğü bu son savaşla asıl hedeflediği de burada ortaya çıkıyor.

Amaçları, TC’nin Suriye’de operasyon yapabilecek tüm güçlerini üzerlerine çekmek ve mümkün olabildiğince oyalamaktı.

Bunu önce Barış Sürecinin 2,5 yıllık ateşkesiyle ve sonrasında da 1 yıldır süren kent savaşlarıyla ama 7000 militan ve Türkiye tarafında yitirdikleri halk desteği bedeli karşılığında başardılar.

Türkiye sınırlarının hemen dibindeki fiili duruma, ancak uzun menzilli topçu atışları ile veya çok kısıtlı güç içeren biçimlerde müdahale edebilir duruma geldi ve bölgede etkin bir güç olmaktan da, PKK’nın bu savaşı sayesinde uzaklaştırılmış oldu.

Kazandığı bu zaman zarfında da PYD durumunu konsolide etti ve Batılılar tarafından IŞİD ile savaşabilecek neredeyse tek güç olduğu kabulünü dayattı.

Şimdi PYD’nin ABD ve müttefikleriyle kurduğu ortaklık o seviyede ki, ilerleyen zamanlarda Suriye Hükümetine dahi istediklerini dayatabilecek, kafa tutabilecek bir kimlik çiziyorlar.

Türkiye elbette bu durumun farkında ve söylem düzeyinde PKK üzerinden PYD’ye yükleniyorsa da çatışma sahasında olanlar (muhtemelen kapalı kapılar ardında konuşulanlar da) açığa söylenenlerden farklı.

Bir yazısında, çok da yerinde bir ifadeyle “Stratejik bir devletin planı ile pratiğinin 'izlenebildiği' aktüel örnek sınırlıdır..” diyor Nedret Ersanel. 

27 Nisan’da yine bu köşede yayınlanan “İncirlik’ten kalkan bir A-10’nun anlattıkları” yazımda, Adana-İncirlik üssünden kalkan böyle bir ABD zırhlı yer destek uçağının, YPG milisleri içinde bulunan komandolarca yapılan lazer işaretlemelerinden yararlanarak IŞİD mevzilerini hedeflemelerini betimlemiştim.
İşte bu da, “plan” ile “dışarıdan izlenebilir pratik” arasındaki farkın, görünür bir ifadesi. (https://www.serbestiyet.com/yazarlar/firat-erez/incirlikten-kalkan-bir-a-10un-anlattiklari-682531).

 

Nihayet, “PKK yenildi mi?” sorusuna cevap vermeden önce şu notu ekleyelim: “statejik kazanımların yolunun bazen taktik yenilgilerden geçilebileceği gerçeğini gözden kaçırmamak gerekir.” 

 

 

 

- Advertisment -
Önceki İçerik
Sonraki İçerik