Ana SayfaYazarlarBir zamanlar iki seçim arasında

Bir zamanlar iki seçim arasında

 

Bürokratik vesayetin kılcal damarlara sinmiş olduğu bir ülkede, sistemi geri dönüşü olmayacak bir biçimde daha çoğulcu ve ‘yerli’ bir mecraya oturtmak istiyorsanız, bunun bir önkoşulu var: Siyasi bakabilme, düşünme ve analiz yapma yeteneği açısından epeyce gelişmiş bir düzeye sahip olmanız lazım. Kısa vadeli ve yüzeysel bakış kendinizi üst kademelere ‘sevdirmek’ veya siyasete tutunmak için bir araç olabilir, ama ne partiye ne de ülkeye hayır getirmez. Haziran seçimleri sonrasında ortaya çıkan koalisyon süreci ve tartışmaları bu açıdan iyi bir örnek… Hatırlarsak bizzat AKP’nin yanlışları sonucunda Kürt oylarında yaklaşık 4 puanlık bir kayıp olurken, kabaca 6 puanlık bir AKP seçmeni de sandığa gitmemişti. Bu durum başkanlık tartışmasının fazla gündemde olduğu bir dönemde yaşandığı için olası bir yönetim sistemi değişikliğinin, hatta muhtemelen yeni bir anayasanın da önünü kesmişti. Arka planda ise Gezi’den bu yana reformları bir yana bırakan, çözüm sürecini ilerletemeyen bir AKP görünümü ve gerçeği vardı. Kısacası artık mesele Türkiye’yi yönetebilip yönetememenin ötesine geçmiş, ilk kez iktidar olup olamama riski ile karşı karşıya kalınmıştı.

 

Bir başka seçimin zorlanmasının hiçbir meşruiyeti yoktu ve böyle bir durumda alınacak oyun daha da azalacağı aşikardı. Diğer bir deyişle AKP bir meşruiyet kriziyle karşı karşıyaydı ve PKK savaşa dönmese belki de çaresiz kalacaktı. Bu ortamda AKP’nin meşruiyetini yeniden sağlayıp pekiştirecek olan şey, ‘normalleşmiş’ siyasetin de oyuncusu olduğunu topluma göstermekten geçiyordu. Bunun yolu da CHP ile koalisyon görüşmelerinde ortaya konacak ciddiyet ve samimiyetti. İşin esasında, o dönemde de yazdığım üzere hiçbir AKP’li koalisyon istemiyordu… Ama koalisyon istememenin maliyeti Türkiye’yi yönetemez hale gelmekti ki bu durumda tabanın hızla erimesinin önüne geçmek de kolay olmayabilirdi.

 

Dolayısıyla gerçekçi ve derinlikli bakabilen herkes CHP ile kısa dönemli bir koalisyonun AKP için iyi olacağını kavramıştı. Hareketin lideri ise dizginlerin arka planda elden kaçmaması için koalisyon istemediğini ima ederek genel ayarı veriyordu. Bu ortamda ‘akıllı’ AKP’liler kamuoyu önünde koalisyonu savundular ve partinin meşruiyetini genel kitle açısından yeniden sağladılar. Bu çaba Kasım seçimlerinde partiye oy olarak geri döndü. ‘Az akıllı’ ya da ‘kariyerist’ olanlar ise liderin dediğini tekrar ederek kendilerini makbul kılmanın peşine düştüler. Bu tutum ise AKP’ye oy verip vermemek konusunda muğlak olanların uzak durmalarına neden oldu ve eğer istikrar ihtiyacı bu denli akut olmasaydı belki de söz konusu kesim sandığa gitmeyecekti. (Tabi bu ‘siyaset’ tercihini fazla düşünmeden yapan partililer de muhakkak ki vardı ama onlardan zaten her zaman bulunur. ) Erdoğan koalisyon istemediğini ima ederken parti tabanının merkezine konuşuyordu… Benim gibi birçok insan ise koalisyon isterken o tabanın çeperine konuşuyorduk.

 

AKP için mesele hiçbir zaman seçim kazanmak olmadı ve daha bir süre olmayacak. Hatta parlamento çoğunluğunu sağlamak da çok zor olmayabilecek. Ama ülkeyi yönetmek ayrı bir mesele ve AKP’nin zaten bunu becerememesi için uğraşan bu kadar aktör varken, meşruiyet zeminindeki her zaaf noktasının büyüyerek partiyi vuracağını öngörmek gerekiyor.   

AKP’nin siyasetten anlayan insanlarını öne çıkarmaya ihtiyacı var. Liderin fikrini tekrarlamaktan öte herhangi bir yaratıcılığa sahip olmayan ve temelde siyasetten anlamayan zevat kavga zamanında bir miktar işe yarayabilir. Ama inşa döneminde ancak inşaatın cürufu olabilirler. 

 

  

 

 

- Advertisment -