Ana SayfaYazarlarHDP neden siyasal özne olamıyor?

HDP neden siyasal özne olamıyor?

 

Son kaleme aldığım metinde, evrensel demokratik değerler ışığında bir HDP okuması yapmaya; hoşgörü ile siyasal katılım arasında, sınır belirleyici bazı ilkeler tanımlamaya çalışmıştım. Bu yazımda HDP’yi Kürt siyasal hareketinin kendi iç dinamiği üzerinden okumaya çalışacağım. Biraz, etnografik gözlemlerimin de verdiği avantajla, içerdeki anlamı dışarı aktarmaya çalışacağım. Bu aktarımın daha da orijinal olması için Kürt siyasi hareketinin kullandığı jargona başvuracağım.

 

Kürt siyasal hareketi, ilk kurulduğu yıllarda legal demokratik mücadeleyi çok önemsemedi. Hattâ küçümsedi de. Ancak ne zaman ki DEP süreci gelişti, tutuklanan milletvekilleri içerde ve dışarda büyük yankı uyandırdı; PKK’nin legal demokratik mücadele alanına bakışı değişmeye başladı.

 

Geçmişten bugüne kadar HEP, DEP, ÖZDEP, HADEP,  DEHAP, DTP, BDP, HDP ve DTK’nın da aralarında bulunduğu çok sayıda siyasal hareket oluşturuldu. Bu hareketlere ağırlıklı olarak bir misyon biçildi. O misyon iki rolü içeriyordu:

(1) Legal saha, silâhlı mücadelenin kadro ve moral-motivasyon bahçesi olacak.

 

(2) Legal alan, “özgürlük mücadelesi”nin (yani silâhlı mücadelenin, yani PKK’nin) kitle ile bağlantısını kuran bir zemin oluşturacak; kitleselleşmesini, kitlenin politik bir bilinç ile donanmasını, yeni bir toplum inşasını sağlayacak.

 

PKK kongre tartışmalarına, kongre sonuç yayınlarına, Serxwebun, Özgür Halk, Yurtsever Gençlik gibi yayın organlarına bakarsanız, bu konuda yazılmış çok sayıda metin görürsünüz. Bu metinler genelde “yeni süreç ve görevlerimiz… süreç karşısında kadronun görevleri… legal alan ve demokratik sorumluluk… demokratik siyaset ve özgürlük mücadelesi” başlıkları altında işlendi, işleniyor.

 

1999: Nirengi noktasıydı

 

PKK 1999 tarihinde köklü bir strateji değişikliğine gitti. Silahlı mücadeleyi bıraktığını, artık legal demokratik siyasi mücadeleye önem vereceğini açıkladı. Böylece daha önce silahlı mücadelenin arka bahçesi olarak tanımlanan legal demokratik mücadele ana stratejik saha olarak görülmeye, ön plana çıkmaya başladı. Bu değişim legal sahanın üstlendiği rol ve misyonun da değişmesi gerektiği anlamına geliyordu.

 

PKK’de yaşanan bu değişim devlet kanadında yeterince okunmadı. Çünkü okunabilseydi silâhlı mücadele resmen ve tamamen sonuçlandırılmadan PKK’nin legal demokratik mücadeleyi tamamen ele geçirmesine, yönlendirmesine, konumlandırmasına karşı çıkardı. Zira bu yeni durumun fiiliyatta beş sonuç doğuracağını görürdü.

 

1. PKK ile legal alan arasındaki organik ilişki gelişecekti. Kürt hareketinin ifadesiyle, “sahalar ve görevler karış”acaktı.

 

2. Kitleler tamamen PKK’nin öngördüğü doğrultuda politik bilinç kazanacak ve PKK kitleselleşecekti.

 

3. PKK çok rahat bir şekilde kadro oluşturabilecekti.

 

4. PKK kitlesel mobilizasyon kapasitesi kazanarak Türkiye’de ciddi bir politik güç haline gelecekti.

 

5. PKK’nin silâhlı mücadeleden resmen ve tamamen vazgeçmesi büsbütün zorlaşacaktı.

 

Devlet bu gelişmeleri öngöremedi. Zaten olaylar da devletin öngörüsünden farklı gelişti. Hattâ “HDP’nin farklı bir siyaset tahayyül edememesinin temel nedeni devlettir” de diyebiliriz. PKK tamamen silâh bırakmaksızın hem demokratik sivil alanı ele geçirmeye, hem de bu alandan kadro devşirmeye başladı.

 

(Tüm bu tespitlerim gizli-saklı bilgiler değil. İmralı görüşmelerinde, PKK yayın organlarında, HDP kongrelerinde, KCK ana dâvâsı iddianamesinde yazılan, çizilen, söylenen şeylerdir.)

 

PKK ve yeni mantalite

 

Gelişmeleri okuyamayan, sadece devlet olmadı. PKK de yeni süreci ve dönemi okuyamadı. PKK yeni dönemi okuyamadığını 2015 Haziran’ında ilân ettiği savaş ile gösterdi.

 

Normalde legal demokratik alan, 1999’dan sonra yeni bir özellik ve işlev kazanmıştı. Bu işlevsellik şuydu: PKK 1975-1984 arası dönemi ideolojik mücadele, 1984-1999 arası dönemi askeri mücadele dönemi olarak geçirmişti. 1999 sonrası dönem artık toplumsallaşma gerektiren dönemdi. Hareketin lideri Öcalan, böyle düşünüyordu.

 

Ama PKK kendi tarihi açısından bir “olgunlaşma”ya işaret eden bu doğal evrime müdahale ederek, toplumsallaşmayı yeniden askerileşme evresine dönüştürmeyi tercih etti.

 

Türkiye’nin Kürt sorununu çözebilme yeteneğini zaafa uğratan da bu yeni mantalite oldu.  

 

HDP dört misyon üstlenebilirdi

 

Oysa devletin ve PKK’nin göremediğini HDP görebilirdi. HDP sosyolojik değişimi de göz önünde bulundurarak dört rol üstlenebilirdi.

 

1. 1990’lı yılların koşulları, kendi iç dinamiği açısından legal alana kadro, lojistik, moral-motivasyon cephesi olmayı dayatıyordu. Ancak 1999’dan sonra bu gereklilik değişti. Artık arka cephe olmak değil talepleri normalleştirme, sorunu çözmek için katılımcı demokratik siyaset yapma misyonu tercih edilmeliydi.

 

2. HDP dağa çok net, amasız, itirazsız “silahlı mücadele dönemi bitti” mesajı verebilirdi. Şiddet ile arasına mesafe koyabilirdi. Yani PKK karşısında rüştünü ispat edebilirdi. Diyalektik gelişmeler silsilesi bunu gerektiriyordu.

 

3. Silahlı mücadelenin arka bahçesi olmak yerine kitle siyasetinin sözcülüğünü yapabilirdi. Sosyolojik olgunlaşma, belediyelerde elde ettiği başarılar, kazandığı milletvekillikleri bunu önceliyordu.   PKK’nin etkilediği, yerine göre değiştirdiği bir nesne değil, kendisi  PKK’yi etkileyen, değiştiren, dönüştüren özne olabilirdi.

 

4. PKK ile devlet arasında çözüm için arabulucu rolünü üstlenebilirdi. Bunu devletin çağrısı üzerine değil, kendi projeleri ile yapabilirdi.

 

Özetle HDP, Kürt sorunundaki ters dönüp başı üzerinde durmaya başlayan gelişmeyi yeniden düzeltip ayakları üzerine dikerek rayına oturtabilirdi. PKK karşısındaki konumunu yeniden tanımlayabilirdi. PKK’nin değil kitlenin sözcülüğünü üstlenebilirdi. Ama etken değil edilgen davrandı. O yüzden etkili bir siyasal özne olamadı.

 

Mevcut haliyle yapamazdı da. Çünkü bünyesine giren, Kürt hareketinin “değerlerine ve iç dinamiklerine” yabancı Sırrı Süreyya Önder gibi “solcular,” lümpen, populist bir siyaset diliyle hem parti içini hem parti yönetimini etkilediler.

 

Bu, şu sonucu yarattı: Kandil ile Diyarbakır arasında arka planda devam eden “dağ mı bajar mı (kent) etkili olacak” mücadelesinde Kandil’in eli güçlendi. Sırrı Süreyya Önder, Ertuğrul Kürkçü ve Figen Üstündağ gibi solcular  şimdi eserleriyle övünebilirler!

 

- Advertisment -