Ana SayfaYazarlarDokunmayın efendiler!

Dokunmayın efendiler!

 

Ben dağ çocuğuyum. Dağları severim. Küçüklüğüm derin dağ vadilerinde, yaylalarında geçti. Ama dağlar kadar denizi de severim. Büyürken en büyük arzum denizi görebilmekti. Bu özlem yıllar geçtikçe büyük bir sevgiye dönüştü. Deniz gören büyüklerin anlattıklarını çocukluk muhayyilesinde bir yere oturtmaya çalışırdım. Sorardım:

— Sizin deniz dediğiniz, bizim köyün aşağısındaki gölden de büyük müdür?

Yanıt verirlerdi:

— Göl çok küçük kalır.

Üstelerdim:

— Bizim köyden?

— Bırak bizim köyü, bizim ilçenin tamamından da büyüktür.

 

İşte burası”

 

Yıllarca küçüklükten kalma dağ ve deniz sevgisini, birleştirebilme özlemiyle yanıp tutuştum. Yıllar sonra bir gün, yüce Rabbim karşıma Ege’yi çıkardı. İlk gördüğümde “Çocukluğumun mistik deniz ufkunu, kişiliğimi şekillendiren dağlarla buluşturan yer işte burası” diye bağırdım.

 

Öyle Allah vergisi bir doğa ki, bir tarafta gizem içinde asil ve mağrur uzanan, Antik dönemlerden bu yana pek çok efsaneye ilham olan Kaz Dağları… Hemen dibinde mavi ile yeşilin iç içe geçtiği, sonsuza uzanıyormuş hissi uyandıran Ege kıyıları…

 

O günden sonra her yaz, borç harç, bir hırka bir ekmek, mutlaka Ege’ye giderim. Yanıma birkaç kitap, biraz domates, biraz peynir, biraz soğan, biraz ekmek alır, Kaz Dağları’na çıkarım. Bu eşsiz güzellikteki coğrafyanın havasını teneffüs eder; derin vadilerinde, kanyonlarında, şelalelerinde, zeytin bahçelerinde, kızılçamlarında, karaçamlarında, kayın, meşe ve kestane ağaçlarında huzur bulurum. Soğuk pınar başlarında mola verir, açlığımı giderir, biraz okurum. Akşam karanlığı çökmeye başladığında ağır ağır, sindire sindire aşağı inerim. Ertesi gün serin berrak sularda yüzerim. Bir çocuğun özlemi, saflığı, kavuşma coşkusuyla…

 

Müzakere tekniği ile hazırlanmadı

 

Ama heyhat! Yüce Allah’ın biz fanilere bir lütfu olan bu coğrafyanın başı bugünlerde dertte. Çünkü inşaat lobisi, zeytinlik alanlarını konut inşasına, turistik tesislere ve sanayileşmeye açmak istiyor. Bunun için bir kanun tasarısı hazırlandı, 17 Mayıs'ta Meclise sunuldu.

 

Tasarı, paket yasa veya torba yasa olarak hazırlandı. İçinde, yatırım ortamını iyileştirecek düzenlemeler, bürokrasinin azaltılması, teşviklerin ileri ve kritik teknolojilere aktarılması, üreticiler üzerindeki mali yüklerin kaldırılması gibi önemli düzenlemeler… bu zeytin alanları meselesiyle yanyana yer alıyor. Bu da çok hassas bir konunun oldu-bittiye getirilmek istendiği izlenimini uyandırıyor.

 

Tasarının hazırlanmasında katılımcı, müzakereci bir teknik izlenmedi. Ne zeytin üreticilerinin, ne meslek odalarının, ne de çevre kuruluşlarının görüşleri soruldu.

 

Eğer tasarı komisyona sunulduğu haliyle geçmiş olsaydı:

* Türkiye’de toplam 170 milyon zeytin ağacının bulunduğu alanlar konut inşasına, turistik tesis yapımına ve sanayileşmeye açılacaktı. Türkiye tam 100 milyon zeytin ağacını kaybedecekti.

 

* Türkiye zeytin ve zeytinyağı ihracında dünyada ilk beş arasında yer alıyor. Tasarının yasalaşması ihracat gelirine büyük bir darbe vuracaktı.

 

* Ege’nin ekoloji dengesinde ciddi bir tahribat oluşacaktı.

 

Değişiklik yapıldı ama!

 

Tasarı Meclis komisyonunda görüşülürken kamuoyunda ciddi tepkiler oluştu. Bunun üzerine komisyon tasarıda değişikliklere gitti. Zeytinlik tanımını daraltan, dönüm başına zeytin ağacı sayısını 15 olarak limitleyen ikinci madde tasarıdan çıkarıldı. İyi de oldu. Allah bu değişikliği yapanlardan razı olsun! Ancak yetmez. Çünkü 4. madde ile zeytinlik alanlara maden ve sanayi tesisi kurulabilecek.

 

Dolayısıyla madde bu haliyle Meclis genel kurulundan geçerse;

* Evet, zeytinlik alanlara konut ve turistik tesis yapılamayacak. Ancak bu muafiyet maden ve sanayi tesisleri için şart olmayacak.

 

* Zeytinlikleri yapılaşmaya açmaya dolaylı bir yol verilecek.  Çünkü bizde işler hep böyle olur! Yeşil bir alan yapılaşmaya açılacaksa önce maden ve sanayi tesisi kurulur; ardından o tesisler yıkılarak yerine konutlar yapılır.

 

Kamu vicdanı ve AK Parti

 

Kabul etmek gerekir ki tasarıyla birlikte toplumda büyük bir hassasiyet, kamu vicdanında da yara oluştu. AK Parti bu hassasiyeti ve vicdanı göz ardı edemez. Ederse üç şey olur:

* “Büyük kentlerde yeşil alanlar bitti. Sıra, Ege kıyılarındaki yeşil alanlardan elde edilecek rantlarda” söylentisi kulaktan kulağa yayılır.

 

* Halka kulak verilmediği izlenimi doğar.

 

* “Ben yaptım, oldu bitti” şeklindeki Kemalist kodların AK Parti üzerinden geri döndüğü algısı oluşur.

 

* Partinin samimiyeti büyük bir yara alır.

 

Peygamber efendimiz ne güzel buyurmuş: “Kim bir ağaç dikerse o ağaçtan hasıl olan ürün kadar Allah sevap yazar.”

 

Çocukluğunun hayallerini Ege’de bulmuş bir Dersimli olarak, AK Parti’nin “erdem ve fırsat” şeklinde önüne gelen sınavda tarafının “erdem” olduğuna inanıyorum.

 

- Advertisment -