Ana SayfaYazarlarApolitik sağduyu

Apolitik sağduyu

 

15 Temmuz 2016’te yaşadığımız darbe teşebbüsü, Türkiye’deki siyasi irade, medya ve o gece sokaklara çıkmayı göze alabilen cesur insanlar sayesinde savuşturuldu. Bu uğurda hayatını kaybedenlerin ruhu şad olsun. O gece “darbe” sözcüğü, 1980’i hatırlamayan ya da hayal-meyal hatırlayan kuşaklar için F-16’ların taciz uçuşlarıyla ete kemiğe bürünmüş oldu. “Yeni Türkiye” kurulurken, ki artık kurulması bir zaruret halini aldı, bu sesler hâlâ kulağımızda yankılanıyor olacak. Öte yandan, muhalif siyasi partilerin de darbe girişimine (anlaşılıyor ki en başından beri) cephe almış olması; “tiyatro, senaryo, piyes” argümanlarının siyasette ya da sivil toplumda ciddiye alınmayıp büyük ölçüde sosyal medya safsatası olarak kalması umut veren gelişmelerdi.

 

Artık Gülen Cemaatinin emniyet, yargı ve ordu içinde gizlice örgütlenerek devleti ele geçirmeyi hedefleyen bir suç örgütü olduğuna dair toplumsal bir mutabakat var. Bundan sonra önemli olan ise, Pazar günü Taksim’de yapılan CHP mitingine AKP taraftarlarının da icabet etmesi gibi, sosyal barış açısından ümit vaat eden projeler; uzun zamandır sadece kendi mahallesi, siyasi tribünü için okuyup yazan, söz söyleyen insanlardaki ani silkinme hali; referandumdan, hele hele Gezi’den sonra hiç kalmayan “melez” veya “gri” söylemsel alanın yeniden yeşermeye başlaması. Bu ümidi safiyane buluyorsanız siz de Türkiye’nin “haddinden fazla siyasallaşmış” bireylerinden birisiniz demektir. Eğer durum buysa, Olağanüstü Hal dönemini mutlaka daha önce inandığınız tezleri sorgulamak için vesile yapın. Çünkü 15 Temmuz, sürekli gelecek zaman kipinde ve mutlak bir katilik-keskinlikle konuşan herkesi, öyle ya da böyle gafil avladı. Buna Türkiye’nin ideolojik fay hattını belirleyen tüm siyasi hareketler dahil. 

 

(1) AKP açısından bakarsak, partinin yıllardır gündemde tuttuğu “Türkiye’de her an darbe olabilir” tezinin maalesef gerçekleştiğini gördük. Ama fail (şu an göründüğü haliyle, en azından liderlik kadrosu itibariyle), öngörüldüğü gibi Kemalistler değil, partinin uzun süre müttefik addettiği dini bir cemaat oldu. Ve yine öngörülenin aksine, darbeciler muhalefet partilerinden ve geniş halk kesimlerinden hiç destek almadı.

 

(2) Kemalistlerin on yıllardır inandıkları “cemaat devleti ele geçirecek” öngörüsü haklılık kazandı. Ama bu işin genellikle ulusalcı kesimlerin imzasını taşıyan askeri darbecilik yöntemiyle, laik kesimi arkasına almaya çalışarak, “İslamcı” addedilen bir hükümete karşı yapılacağı düşünülemezdi.

 

(3) Sol kesimin (ve birkaç yıldır liberallerin) savunduğu “AKP yargıyı, orduyu, istihbaratı ele geçirdi” tezlerinin de büyük ölçüde geçersiz olduğunu gördük. Son yıllarda Türkiye’de Batı demokrasilerinde asla göremeyeceğimiz türden birçok abes olay yaşadıysak da, kamu kurumlarının hiçbirinde varsayılan türden bir yekparelik olmadığının ispatı da yine 15 Temmuz oldu.

 

Gerçekleşseydi hepimizin hayatını derinden sarsacak olan bu darbe teşebbüsünü bir milat almayı reddedip, ideolojik duruşumuza göre haklı çıktığımız tarafları kutlama yoluna gidebiliriz elbette. Hattâ “fırsat bu fırsat” deyip siyasi hasımlarımızı öcüleştiren yeni denklemler de icat edebiliriz: FETÖ = PKK, FETÖ = Geziciler, diğer uçta AKP = IŞİD gibi. Amerikan başkanlık seçimlerinde Donald Trump’ı fazla eleştiren Türk vatandaşlarının bile darbeci saflarında olabileceğine dair uyarılar duyuyoruz. Aklı selim sahibi tüm kanaat önderleri ise, bu mücadelenin hukuk sınırları içinde, sapla samanı karıştırmadan, geniş bir toplumsal ittifakla yapılması gerektiği konusunda hemfikir.

 

Darbenin savuşturulması konusunda AKP tabanına büyük teşekkür borçlu olduğumuz kesin. Bu da, geçmiş yıllarda oluşturulan darbe karşıtı hissiyat olmadan mümkün olmayacaktı. Ancak bundan sonrasını bir toplum olarak yeniden inşa etmek için gerekli olan, belki “apolitik” diye küçümsediğimiz insanların yaptığı gibi, kulaklarımızı duymak istemediğimiz argümanlara açmak. Çünkü darbe tehdidini atlatmış olmak, son on beş yılda ülkenin geleceğiyle ilgili çok kesin öngörülerde bulunup birbirimize “oh olsun” ve “görelim bakalım”lar çektiğimiz gerçeğini değiştirmiyor. Geçmişte kimleri, neden kulak ardı ettiğimizin (bazılarımız için “paralel devlet” tezleri, bazılarımız için Balyoz sanıkları, Ahmet Şık ve diğerleri) hakkaniyetli bir muhasebesini vermezsek, o içinden çıktığımız kutuplaştırıcı kısır döngü geri gelecek. Onun da sonunu hayır gören pek kalmamıştır umarım.

 

“Apolitik” insanlar beşeri ilişkilerinde sıkıştıkları zaman “o da insan” ya da “zevkler ve renkler tartışılmaz” gibi safiyane laflar ediyor. “Haddinden fazla siyasileşmiş” bireyler ise akrabalarını ya da en iyi arkadaşlarını (bugün artık çok da öngörülü olmadığı anlaşılan) siyasi tahliller için gözden çıkarttı. Bahsettiğim insanlar barış projesine de ideolojik bir refleksle değil, “oğlan askerdeyken yüreğimiz ağzımıza gelmesin” diye sahip çıkmışlardı. Türkiye’nin “haddinden fazla siyasallaşmış” kesimleri artık çözüm sürecinin adını anmazken, bu “apolitik” tutumları onları hâlâ bu ümidin öznesi kılıyor. Bugün mahallelerinden kalkıp Gezi Parkı eylemine giden futbol amigosunun FETÖ olmadığını en iyi onlar seziyor; İsmailağa cemaatindeki komşusunu IŞİD sananlara da onlar gülüp geçecek.  

 

Darbe sonrasının Türkiye’sinde güvenlik ve istihbarat birimlerinin nasıl yeniden yapılandırılacağını, hangi anayasal düzenlemeyle şeffaf, demokratik ve barışçı bir gelecek inşa edebileceğimizi bize “apolitikler” söyleyemez belki. Ama 15 Temmuz’dan sonra ülkemizdeki tüm meşru siyasi özneler, baltaları bir kez olsun onlar gibi gömmeyi deneyebilir. Çünkü bu ülkenin, kimsenin ideolojik ütopyasına denk düşmese de, yaşanılabilir ve güzel bir yer olabileceğini en iyi onlar biliyor.

 

Darbe teşebbüsü hepimize bunu hatırlatmadıysa başka çok az olay bunu başarabilir.

 

 

- Advertisment -