Ana SayfaYazarlarZamana sığamamak…

Zamana sığamamak…

 

Sevgili Sig Galilei,

 

15 Şubat 1564, Pısa şehri…Doğumunuz…Ne uzak bir zaman.Siz, size uzak şu içinde olduğumuz zamandan haberdar mısınız acaba?

 

Fizikçi, matematikçi, gökbilimci ve filozof…Mekanik, mercekler ve astronomiye ömür bağışlamış üstün insan. 8 Ocak 1642’ye kadar ömür sürmüş, icat üstüne icat yapmışsınız.İnsanlık sizi ‘dünya dönüyor!’ hükmünüzle tanıyor.Evet, dünya dönüyor, bu yüzden de başınıza gelmedik kalmıyor.

 

Dünya ve diğer gezegenlerin güneşin çevresinde döndüğü iddianız üzerine kilise sizi suçlu buluyor. Yargılanıp ölüme mahkum ediliyorsunuz. Söylediğim/sandığım yanlış, demek zorunda bırakıyorlar sizi…İşin dedikodu faslında denir ki, mahkeme salonunda kendi sözünüzü/buluşunuzu inkar ederek, canınızı zor kurtardıktan sonra, çıkarken, ağzınız içinde ‘ama, gene de dünya dönüyor’ demişsiniz

 

Artık kilise de sizin gibi düşünüyor…

 

Aslında merceklerle uzağı gösteren aletler sizden önce yapılmış, ama, bunlarla yıldız ve gezegenleri inceleyecek kadar güçlü kılan, siz olmuşsunuz.1609’da yaptığınız teleskopla astronomik gözlemleriniz sırasında ay yüzeyinin kraterlerini de ilk siz fark ediyorsunuz.

 

Nasıl bir şey olmalı, zamanına sığamamak? Ve ne zor şey olmalı…Sorma şansımız olsa, kim bilir neler anlatırdınız. Hem İtalyan ol, hem yıldızlara bak, yanında sinyorina olmasın…Yahut sinyorina hep evde olsun. Belki o da siz gibi bilim insanıydı, bilemeyiz.Hoş bir yüzünüz var, tasvir edilen mi, baka baka yapılan tablonuz mu, bilemeyiz, alnınız açık, sakallısınız, gözleriniz çakmak çakmak.

 

Belki gezegenler, teleskoplar, gökyüzüne yalnızca bilim için bakmaktan amore faslına uzak kalmışsınızdır. Biz ay ku’su düşük insanlar öyle sansak da, yüzünüzün ışığı ve gözleriniz hiç öyle demiyor ama…

 

1610 yılının 7 Ocak akşamı gene gökyüzüne dalmışken, Jüpiter yanında üç küçük yıldız fark ediyorsunuz. Küçük, ama, parlak üc yıldızcık… Ertesi akşam bu üç fettan yıldızcık Jüpiter’in batısına geçip , ona daha çok yaklaşsın mı…Sonradan dördüncüsünü de bulacağınız bu yıldızcıkların gezegenin uyduları olduğunu fark etmeniz uzun sürmüyor.Her ne kadar bir başka bilimci ben onları senden dört hafta önce bulduydum sig Galieli demiş olsa da…Buldunsa niye aleme faş etmedin, di mi?Bulunanların adını ama, ona taktırıyorsunuz.

 

Mikroskobu siz yaptınız, termoskopu gene öyle. Tarih bilim insanını yalnız buluşuyla yazıyor, ailesi, sevdiği, yaşadığı ev, özel zevkleri yok, nasıl olsun, hangi biri olsun? Ama merak etmeden duramıyor insan…Yaşadığınız çağ, güneş sisteminin tartışıldığı çağ. Bu iş yeni de değil üstelik, 150 yılından itibaren Mısır İskenderiye’li Batlamyus öncekilerin de katkısıyla dünyamızın uzaydaki konumuyla ilgileniyor. Ona kalırsa dünya evrenin merkezinde. Güneşle ötekiler, yani diğer yıldızlar dünya çevresinde dönüp duruyor. Dünyamızı evrenin merkezi sayan bu görüşe kilisenin gık’ı çıkmıyor ve 1400 sene boyunca resmi görüş olarak kabulleniliyor.

 

Kopernik gelesiye… 1530’da ‘De Revolutionibus’u yazıyor, yepyeni bir bakış açısı gelmiş oluyor.

 

Dünya dönüyor sen ne dersen de…Yıllar geçiyor fark etmesen de…Hayır, bunu söylemiyor Kopernik, bunu bizim Ajda söylüyor. Yılların geçtiği ne fark eder, sözkonusu Ajda olunca, onun için geçmiyor nitekim…

 

Kopernik’e kalırsa dünya günde bir kez kendi etrafında yılda bir kez de güneşin etrafında dönüyor. Bu sakıncalı yaklaşımı sevgili Sig Galilei siz de destekleyince, eşek kaçtı, palan düştü, kilise dellendi.Ama gözlemleriniz öyle diyorsa, siz ne yapabilirsiniz?Jüpiter’in ay’ları nasıl on un etrafında dönüyorsa, tıpkı öyle…1632’de bu görüşünüzü yazmanız, bardağı taşıran damla oldu.Vatikan’açağırıp yargıladılar sizi, suçlu bulundunuz.Bir yıl sürgünden sonra ancak, evinize döndünüz. Ben de kalkmış soruyorum, amore niye yok bu bilim hayatı içinde diye, nasıl olsun?

 

Sizden sonra insanlık büyük patlamanın peşine düştü.

 

Dünya yüzündeki top patlamaları, işgal patlamaları hele şöyle dursun…

 

Kimbilir bulunduğunuz makamdan, yani galaksinin ve sonsuzluğun en esaslı teleskopunun başından neleri görmektesiniz, günümüzü ve binlerce yıl sonrasını bile…

 

Sevgili Sig Galileo Galilei, n’olur gördüklerinizden bir ikiciğini fısıldasanız…

 

Zaten bu yeni buluşçulurın ne bulduğunu, hatta ne aradığını anlamamız bile sözkonusu olmuyor.

 

Gene fizikçiler ve ay ku’su yüksek olanlar anlıyor, belki tekçe Mr.Hawking anlıyor, o da biz sıradan insanlar da anlayabilelim diye iyice basitleştirip anlatan kitaplar yazıyor, biz gene anlamıyoruz. Mr.Einstein gibi dese ya, ‘başlangıçta bir şey kıpırdıyordu’ diye…Hoş, o öyle dedi de ne dediğini anladık mı?Gene anlamadık…

 

Biz her bahar aşık oluyoruz kalbimizde neler neler kıpırdıyor, kıpırdıyor da ne oluyor di mi?Değil ki başlangıçta bir şey kıpırdasa n’olur, kıpırdamasa n’olur?

 

Şimdi dünyamızda Cenevre Avrupa Nükleer Araştırmalar merkezi var bi tane, CERN, karanlık maddeden Higgs bozonuna kadar ilimin dev adımlarla ilerlemesine yardımcı oluyor. Oranın genel başkanı var bi tane, sinyorina Gianotti, o diyorkine, ‘sınırsız evreni anlamak için sınırsız en küçüğü incelemek, işte bizim tılsımlı değneğimiz budur…Parçacık hızlandırıcı araştırmaları uzun bir aradan sonra yeniden başladı.

 

Tabii kilise artık engel değil.Hatta tetikçi.Bilemeyiz elbet ne kadar destek ne kadar köstek? Kilise bu, o da sizin zamanın kilisesi değil, her ne kadar eski bir papa genetik kopyalamaya ancak Sofia Loren için izin vereceğini açıklasa da,Vatikan siyasi ve mali bir güç artık.

 

Evreni oluşturan maddenin gizemi…Peşinde olunan bu…Proton ışınlarını dört noktadan çarpıştırıp, bu çarpışmalar sayesinde maddeyle evrenin temel unsurlarını inceleyeceklermiş. Doğadaki her şeyin temel unsurlarını, evrenin yapısını ve evrimini anlayabilecekmişiz…Tabii gene onlar anlayacak…Sinyorina bile diyor ki, evrenin karanlık tarafını neyin oluşturduğunu, diyor, bilmiyoruz hala…Galaksiler bile bize evrenin yalnız % 5’i kadarını gösteriyor. Kalan % 95’lik kısım hala bir sır…Büyük patlamanın milyonda bir saniye sonrasını öğrenmişiz ama…

 

Ne öğrenebildik dersiniz sig Galilei?

 

Benim son öğrendiğim, Fransa’nın yeni cumhurbaşkanı müsü Macron’un eşinin kendinden 24 yaş büyük olduğu. Tam bunu yazarken Prof. A.R.Küçükusta, ekranda diyor ki, erkeğin kadından büyük olması gerekir, diyor, bence hoca fena halde yanılıyor.

 

Doğrusu müsü ve madame’ın yaptığı, ama, yaygınlık kazanması müşkül. Bizim adamlar zaten aşka Fransız kalıyor, değil ki yirmi küsur yaş büyüğüne meyletmek…Ama bu Fransadaki hal, büyük patlamanın öncesi ve sonrası kadar mühim…

 

En uzak yıldızları, kainatları gösteren aygıtlar var, yanıbaşımızdakinden haberimiz yok.

 

Dünyanın la sesi çıkararak döndüğünü sanıyoruz, ama, dünyamızda güzel seslere yer yok, savaşın sesi bütün şarkıları siliyor, handiyse bülbüller bile sustu…

 

Dışarı bakıyoruz, sonsuzluğa, biz uzaklara bakarken, sol yanımızdaki motor hep yanıyor, yeniden sarımı da yok canına yandığımın…

 

Çocuklar, hani sizin Jüpiter’in çevresinde gördüğünüz minik parlak yıldızcıklarımız bizim, sağdan soldan eteğimizin dibinde durup, elimizi tutmak istese de, biz diyoruz ki, siz Aylan olun, sularda uyuyun…

 

Canımız pek sıkkın sig Galileo Galilei… Ne sizin ulustan Pavorotti’nin aryaları yatıştırabilir kalkınmış kalbimizi, ne Jüpiter’in parlak yıldızları, ne büyük patlamanın ilk saniyesinin milyonda biri, ne Hawkin’in anlayıp anlatamadıkları…Belki Orhan baba…Bir teselli ver…

 

Bunlar araştırıldığı kadar kalp, barış, iyi insan olabilmek, söylenmeyeni duyabilmek, hain savaş baronlarının para para atan şahdamarı ve aşk araştırılsa keşke…

- Advertisment -