Ana SayfaYazarlarTribünlerden sahaya inmek…

Tribünlerden sahaya inmek…

 

Bugün 12 Eylül…Ben gene İzmir yolundayım, darbe günü de öyleydi ve darbenin içinden geçmiştik.“Dışişleri bakanı düşürüldü.Demirel ilk aşamada Erkmen’i feda etmiş.Ecevit, geniş tabanlı onarım hükümeti önerisinin talibi çıkınca yine masaya gelecektir, diyor.Erbakan ise ‘onarım hükümeti lafı yetmez, bize detay versinler’ demiş.Onlar bunu derken CHP Ordu il başkanının beş yakını öldürdüler.Memleketin bazı zenginleri servetlerini ABD’ye kaçırmaya başlamış, elli bin dolarcığa hayali firmalar kurarak.Liramız yine dalgalanıyor.Çeşitli kentlerde 23 kişi öldürüldü.Ecevit Petrol-İş sendikası kongresinde konuşurken, işçilere, “Tribünlerden sahaya ininiz!” dedi.

 

“Sahada oynanan tatsız, kanlı, çirkin maç, seyircileri tuttukları takıma bile kızar hale getirmiştir.Toplum tribünde seyirci, partiler sahada oyuncu olursa, demokrasi yozlaşır.Petrol-İş kongresinde tribündeki işçileri sahaya çağırmaya geldim.”

 

Yağ kuyrukları, deterjan yokluğu, yetmiş cent’e muhtaçlık, destursuz gezen ölüm, vakitsiz ölümler, haksız ölümler, kardeşi kardeşe kırdırmaya ayarlı kalleş ölümler…

 

Allahım, bu ülkenin mayası niye ekşitildi böyle?Bu çocuklar, çocuk olmadan dünyayı yenibaştan daha güzel yaratmaya soyunan bizler ne olacağız, ne olacağız?Ülkemizin hali ne olacak?Ankara’da kurşuna dizilen ikisi kardeş dört kişi, Fatsa’da üç, Malatya’da iki olmak üzere, tüm yurtta 17 kişinin öldürüldüğünü yazıyor gazeteler.

 

1980 yılının 11 Eylül gecesi…Istanbul’da yüz bombalı pankart asıldı, biri ağır beş polis yaralı.

 

Bu anı kitapta tarih attığım tek gün, 11 Eylül oldu, toplumca da miladımız.

 

Bundan sonrası bir ağıttır, tıpkı 12 Eylül’e çıkan günlerin o en yakın son altı ayının da bir ağıt olduğu gibi.Ecevit’in kitleye son siyasi sözleri oldu sanırım: ‘Tribünlerden sahaya ininiz…”

 

Kimse inmedi, inemedi.Tanklar demokrasimizin ve gençliğimizin üstünden geçti, hâlâ belimizi doğrultamadık. Hepimiz engelliyiz.

 

Bundan sonrasını adım adım gördük, darbeyi biz yaptık bile sayılır.Tam da ordunun kışladan çıkıp, tankların yürüdüğü saatte İzmir’den Ankara’ya doğru yola çıkmışız.”

 

Sonrasını yazmak gerekir mi?Kalbimize çeki taşı gibi oturan o darbeyi anmak istemesek de hep söylemek , hatırlatmak belki en doğrusu.

 

Gazeteler darbeyi sekiz sütuna manşet yazdı, parlamento ve hükümet feshedilmiştir, buyurdu konsey.Parlamenterlerin, parti üyelerinin dokunulmazlıkları kaldırıldı, tüm yurtta sıkıyönetim ilan edildi, yurt dışına çıkışlar yasaklandı, akşam 17.00’den sonra sokağa çıkma yasağı var, Evren konsey başkanı.

 

“Bundan sonrası herkesçe malum…Tribünlere inemedik, hiçbirimiz soramadık.Biz bu işe alıştık.

 

Ben soruyorum…Sormak zorundayım o hesabı.Gençliğimizin diyetini istiyorum, nahak yere ölen öldürülen onca kişinin kanından hepimiz sorumluyuz.Umut dolandırıcılarının hala konuşuyor olabilmesi ağırıma gidiyor.Biz bunu hak etmedik.İki elim yakalarında. Sonradan yaşananlara neden olanların da.Bir üniversite bitirme tezinin konusundan korkan aydınların, kendi namusu demek olan üniversite bitirme tezlerini bile yakıp, külünü göğe savurup ‘oh, şükür, yaktık kurtulduk’ diyenlerin de.Kitaplarla suyumuzu ısıtanların da.Yakıp yıkarak, vurup öldürerek, yaşını büyüttüğü çocukları asarak, tankları demokrasinin ve meclisin üstüne sürerek, üniversitelere tankın topunu çevirerek, mapuslar yapıp, gençleri tıkarak, gazete süngüleyerek, şarkı ve türküleri yasaklayarak, kitapları, insanları sürgün ederek kurtulur mu bir ülke? Cevap verin, kurtulur mu? Biz kurtulduk mu?

 

Ülkeler ve insanlar düşünüp eğitilerek, özgür kılınarak, insanca yaşatılarak, onurlu ve bağımsız ülke yönetim politikalarıyla ve ırkçılık etmeden ulus severek, ülkesini savunup yükselterek kurtulur, ulusu oluşturan farklı kültür ve soydan insanlar birbirine düşürülerek değil, birbiriyle zengin kılınarak kurtulur.Bilimle, sanatla, bağımsız ortak dille kurtulur.Her inanca saygıyla.Altı üstüyle tüm varsıllıkları koruyup kollayarak, değerlendirerek, yeşiliyle, havasıyla, insanıyla, bilim, dil, sanat yeteneğini taşıyan çocuklarını koruyup kollayarak kurtulur.İnsanlarının canlılık ve umudunun solup savrulmasına, içlerindeki şarkıların tükenmesine sebep ve seyirci olarak değil. En yüksek direğe en kocaman bayrağı çekerek değil.Vatan vatan diyerek vatanın anasını ağlatarak değil. Anaların akan her damla yaşından hepimiz sorumluyuz, hepimiz. Hani anaların ayağı altındaki toprak cennetimizdi? Bizi cehennem üstünde yaşatan zebanilere yuh olsun!

 

Kurtulduk ha?Kurtulduk öyle mi? Nah kurtulduk netekim! Hepimiz adına soruyorum, yanıt istiyorum, neden, neden, hangi hakla?”

 

Bu kitabı yazarken eski bir darbeci olan amca oğlumla söyleşi yaptım, bir dergi için, yarım kalan Aydemir ihtilal girişimi sonrasında subaya dayak faslında, olaya el koyan bir kurmay gelmiş, Genelkurmay binası altındaki bu dayak olayında ‘subay subayı döver mi, ayıp, bırakın’ demiş ve kükremiş: ‘İhtilal yaptıysa cezasını çeker elbet,sizin dövmenize gerek yok!’

 

Demek ki neymiş paşa, ihtilal yapmak, cezayı gerektiren bir fiilmiş.

 

Budayıp indirmeyi huy edinenler, hesap verin…Bu kitabın sonunu değiştirmek isterdim, daha duygusal, edebi tümceler kurayım isterdim, bu anı kitaba.Niyetim bu olsa da başka türlüsü gelmedi elimden, bu sonu göre göre susanlar, inadına yangına yalım katanlar, tuzu kokutanlar, suyu yakanlar, banane’ciler, umut dolandırıcıları, Maraş’larda, 1 Mayıs’larda koca ülkenin belini kıranlar, en akıllı evlatlarını vurup yok eden, ipe çekenler, dizim dizim tabutlar ardından timsah gözyaşı döken kademsizler, bu yangın yerinde hala kendini ve marifetlerini pazarlayanlar, hiç ar etmeyenler, cürmünü unutup hâla ve hep boş konuşanlar, sınır zekalarıyla koca ulusa akıldâne kesilenler, kitapları, başımızı yakanlar, tankları meclisin üstüne sürenler, çocuk ve demokrasi kaatilleri, hepiniz hesap verin, hesap verin!”

 

Tarih atmışım, 10 Şubat 2007.

 

Gerçek bir günce, tek satırına dokunulmadan, el yazması aslından kitaplaştı, artık tükendiği ve stoklar, sahaflarda da kalmadığı, yeniden basımına da kimsenin gönüllü olmadığı ‘Ah Benim Akortsuz Kalbim.’

 

Arka kapakta, bu kitabın lise sıralarından üniversiteye, yürümekle aşınmayan sokaklardan siperlere, 68 yılından 12 Eylül darbe gecesine, bir dönemi ve dönemin gençlerini anlattığı yazılı.Hem peri masalı, hem ejderha masalı olduğu şerhiyle…

 

Şu dünyayı yeniden daha güzel yaratmak isteyenlerin kırk katır kırk satırla sınandığının masalı.Demokrasimizin kahır, küfür, kamplaşma ve zulümle, darboğazlara itildiğinin, sağdan ve soldan güzelim evlatların sırayla vurulduğunun…Dünya bilim sanatta alıp başını giderken, birilerinin bizle, bizim yeldeğirmenleriyle cenk etmekten bir arpa boyu yol alamadığımızın da masalı.

 

Gökten üç elma düştü, biri gençlere ve genç kalanlara, biri demokrasiye, biri umuda.”

 

Demişiz, sonradan ‘onların çocuklarının başardığı’ darbe yargıya çekilirken, kitabı da ekleyip, herkesle birlikte şikayetçi olmuştuk…

 

Elbet 12 Eylül’e rahmet okutacak 15 Temmuz işgalinin geleceğinden habersizdik. Ölümlerden ölüm beğendirildiğimizden de öyle…

 

Yaşasaydı onca çocuk, onca genç, şimdi bizim yaşlarda olacaklardı…

 

Darbeler olmasaydı, başımızdakiler adam olsaydı, nasıl farklı olacaktı herşey. Ama işte, onca acının ardından, herşey daha farklı olmaya evrildi, Menderes’in ve demokrasinin ipe çekildiğinin, sonraki tam, çeyrek , yarım darbeler ve son işgal girişiminin bükemediği bir bilek olduk, oluyormuş demek.

 

12 Eylül mü, asıla vurula geçiniz…15 Temmuz mu, ölerek de olsa, geçiniz.Ötegeçedekiler, sizin çocuklar ve onun bunun çocukları hepsi toplandı, cümleten saldırdı, silah sıktı, işgal hesabı yaptı, yaptı da n’oooldu?

 

At, sahibine göre kişnermiş.

 

Haydin sahaya, direnin lütfen demekle olmazmış bu işler…

 

Ölümün ve tankın, işgalin üstüne yürüyerek olurmuş, şapkayı alıp giderek, işgalciye selam durarak  değil.

 

 

 

 

- Advertisment -