Ana SayfaYazarlarSevgili Suat Derviş

Sevgili Suat Derviş

 

Kaç haftadır size yazasım var, bu hafta kendime söz geçiremedim. Sonra bi baksam ne görsem, 23 Temmuz bu yalan dünyaya veda’ınızmış.  

 

Baş eğmez bir kişisiniz, başında da, ömrünüzün sonunda da. 

 

Böylelerini yaşarken silmeye yelteniyorlar, iyi bilirim. Müdanaasız, boyun eğmez, kendinin farkında olanları yok sayıyorlar. Tarih derin yazıyor oysa. 

 

Kimi ömürler toplumun da ömür hikayesi, öylelerini dinlemesi de hoş, yazması da. 

 

Elbet aslolan ibret almak… 

 

Suat Derviş adınızı kuşansanız da, siz Hatice Saadet’siniz. Varsıl bir aileniz var, siz iki numaralı çocuk. Tıp profesörü babanız İsmail Vehbi bey, anneniz Abdülmecid mabeyncisi Kamil beyin kızı Hesna’nım. Teyzeniz  Osmanlı Telefon İdaresi'nin ilklerinden, oranın ilk kadın çalışanlarından. Büyük babanız Avrupa’ya giden ilk altı öğrenciden ve Darülfünûnun kurucularından olan kimyager Müşir Derviş Paşa.  

 

1903 doğumlusunuz, ananemin çağdaşısınız, o sizden büyük ve siz doğduğunuz sıra ananem beş yaşında bir mülteci olarak, kolunun altında bohçacığı, subay ağabeylerinin yanına katılıp, savaştan kaçırılıp, memlekete yollanmakta. Ne yurt yuvası, ne geliri, ne okuma yazması olacak, kızdan kıza, kaderden kadere fark büyük, imparatorluk aynı olsa da… 

 

Çocukluğunuz Küçük Çamlıca’daki Bizans manastırı üstüne yapılmış, Boğaz ve Adalara hakim bir köşkte geçiyor. Hikaye, makale, eleştiri ve çevirileride, oyun yazmada Türk  edebiyatının en üretken yazarlarından biri olacağınızdan habersizsiniz, siz kurmuyor, güzel bir çocukluk yaşıyorsunuz, kader de henüz gülmüyor, biliyor çünkü , size ne hazırladığını…  

 

Osmanlı seçkinleri gibi, evde eğitim alıyorsunuz, Fransız mürebbiyeden. Devlet ‘mektebi’ne  de gönderiyorlar, Kadıköy Numune Rüştiyesine. Savaş çıkınca Bilgi Yurdu’na. Ablanızla sizi yurt dışına yolluyorlar, konservatuar için, Almanya’ya.Hem piyano eğitimi hem ilk gazetecilik kıpırtıları burada.Felsefeye merak da. Tutma adla gazetecilik hevesinizi gideriyorsunuz burada,  Uhistein gazetesine Suzet Doli adıyla haber yazıyorsunuz.. 

 

Baba ölüyor, okulu bitiremeden ülkeye geliyorsunuz. 

 

O savaş ve belirsizlik yıllarında ne çok kızın adı Saadet, biliyor olmalısınız… Size de Saadet adını yakıştırmışlar, ki sosyal çizginizde saadet’lik garanti, benim büyük teyzeme de pek çok çağdaşı gibi Saadet adı vermişler. Adlarınız ağır gelmiş, ne siz ne teyzem saadet sürememiş. 

 

Ama size Nazım tutulmuş… Şiir bile yazmış. ‘Ağlasa da gizliyor gözlerinin yaşını/ Bir kerre eğemedim bu kadının başını…’ Nazım da olsa, Osmanlı, ille baş eğdirecek. 

 

‘Cevapları öyle heyecansız ki onun/ Kaç kerre iman ettim, hiçliğine ruhunun…’ 

 

Affetmişsiniz siz onu, koca şair… 

 

‘Hiç olmazsa hıncımı böyle alırım dedim/ Yola mağrur uzanan gölgesini çiğnedim…’ 

 

Buyurup buradan yaktınız elbet… 

 

Ne düşünmüş olmalısınız bu dizeleri okuyunca diye hep merak ettim, inanın… 

 

Gülüp geçmiş olmalısınız…Gülüp geçmedikleriniz de olmuş ama, hem de dört kere evet dediğiniz…Selami İzzet, Seyfi Cenap, Nizamettin Nazif ve sonuncu eşiniz Reşat Fuat…Eh, Nazım’a kayıtsız kaldığınız da söylenemez. Birinci büyük savaşta babanızın hekim olduğu hastaneye yardıma gitmişken tanışmışsınız değil mi?Kayıtsız kalmamak aşk demek değil elbet, aşk sözkonusu ama, Nazım için…Belki tek taraflı diye o kadar üstünüze düşmüş. Nazım’a çoğu kadının yaptığı gibi tutulmasanız da, ömrünüzün zor zamanlarında o hep sizin yanınızda…  

 

1920 yılından itibaren kitaplarınız yayınlanıyor. Beni asıl gönül ülkeniz ve gazeteciliğiniz ilgilendirdi hep. İleri, Alemdar, İkdam, Cumhuriyet, Süs, Son Posta, Yeni Ay,Tan, Haber, Gece Postası, Son Telgraf’ta çalışıyorsunuz. Resimli Ay gazetesiyle Tan’ın sizdeki yeri ayrı ama… Resimli Ay sizin için sola meyyal basına adım atmak demek. 1936’da Tan gazetesinde görüyoruz, memleketin kadın sorunları yanı sıra, dış siyasi haberleri yazıyorsunuz .Bu işyerinizde Sovyetlere gidiyorsunuz, aklınız allak bulak oluyor. Son Posta’dayken, aynı yıl, Montrö Konferansını izlemek için görevlendirilince, yurt dışına giden ilk kadın gazeteci oluyorsunuz.  

 

Kitaplarınız çok, ama sizi herkes Fosforlu Cevriye ile tanıyor. 1944 yılında tefrika edilmeye başlandığına göre, Fosforlu bugün 72 yaşında… 

 

Reşat Fuat, son eşiniz , ömrünüzün mihenk taşı.Yeni Edebiyat dergisini çıkarırken tanışıp, 40 yılında evleniyorsunuz. Onunla, solcu yanınız kuvvetleniyor ve parti yapılanmasında yer alıyorsunuz. Kocanızın yazıları Yeni Edebiyat’ta sizin adınızla yayınlanıyor.On yıl boyu yargılanan kocanızla birlikte hapse atılınca, sekiz aylık mapusluğa çıkan sorgulamada çocuğunuzu kaybediyor, çıktıktan sonra da çevrenizin bakışı, işsiz bırakıyor. Üç dilde çeviri ve editörlük yapıyor, radyo oyunları yazıyor, başkalarının imza atacağı radyo oyunları da yazıyorsunuz. 

 

Ufukta Fransa var, bilmiyorsunuz… Kocanız içerde, siz geçinemeyince, ablanızla Paris’e gidiyor…

 

Sol çevrelerde biraz nefes alıp, ekmek paranızı yazarak kazanıyorsunuz. Sizi Balzac, Gorki çapında görenler bile çıkıyor.O dönem yazdığınız kitaplar dilimizden Fransızca’ya çevrilen ilk yapıtlar… Yanı sıra, Rusça ve Bulgarca’ya da çevriliyor. 

 

Derken eşiniz tahliye oluyor, 1961’de memlekete dönüyor ve masala koyuluyorsunuz, çocuk masalları yazmaya…Başka imzalar için kitap ve oyun da yazıyorsunuz, eskisi gibi…968-70 arası hem kocanızı hem ablanızı kaybediyorsunuz, derinden etkileniyorsunuz, kolay değil, çifte kavrulmak…Zaten hastasınız, diyabet nedeniyle görme bozukluğunuz var.Devrimci Kadınlar Birliği kurulurken elden gelen yardımı yapıyorsunuz, 71 muhtırası sırası solcu gençleri evinizde sakladığınız için gene tutukluyorlar sizi… 

 

Karakolda ayna var, evet, sizin de adınız üzre damga var…Kolunuzda olaydı o damga bunca acı çekmezdiniz gibi geliyor insana… 

 

972 Kasımpaşa Asker Hastanesinde sahici dünyaya göçüyorsunuz. 

 

Pek rahat bir hayatı yeğleyebilirdiniz, seçiminiz farklı oldu. 

 

Ülkem kadınlarının ve siyasetin tarihine esaslı mühür vurdunuz sevgili Suat Derviş. 

 

Esaslı bi mühür bu,  aynalı karakoldaki Fosforlu’nun kolundaki mühürden öte… 

 

Öbür tarafta dört gönüldaşınız ve ardınız sıra koşmaktan usanmazınız şairle bir dost sofrasında oturduğunuza vehmediyor, garip gönlüm. 

 

Ve iki gündür manşetlere çıkan o haberi yazmak için karıncalandığını bildiğim parmaklarınız arasında kaleminiz, ‘Şerefsizler üç cana kıydı….(alt manşet: Hamile Suriyeli kadın , yanındaki bebeğiyle birlikte, sığındığı Türkiye’de, komşusu ve suç ortağı adam tarafından öldürüldü). 

 

Kocası da bundan böyle yaşayan ölüdür. Ancak, karısına tecavüz edildiğinin gizlenmesini, trafik kazasında öldüğünün kayda düşülmesini istedi. Bir kadın, bir bebek ve annesinin karnındaki ikinci bebek, toprağa verilmek üzere, kaçtıkları ülkelerine gönderildi, yapanların Allah belasını versin!’ 

 

Parmak aranızda kaleminiz, gene güzelsiniz, size malum olduysa bu hepimizin yüzünü kara eden haberi yazamadığınız için tasalı ve tırnaklarınız gene kırmızı ojeli.

 

Akıllısınız, esaslı kadınsınız, korkusuzsunuz,öyle ki, hayatın her anında ve alanında… 

 

Desinler diye değil, sahiden cesursunuz. Dik başlı, gururlu. Gözünüzü kırpmadan üstüne yürümüşsünüz kuralların. Sorgulayabilmiş, akıllıca kendiniz olabilmiş, sesinizi bulmuşsunuz, geri adım atmadan. Bu yalnızca güçle açıklanamaz, direnç ve akıl sözkonusu…Kendin olabilmek… Ne aşk, ne yazmak, ne mapusluk, hepsinin üstünde bir kar’at bu… 

 

Sabırlı, çalışkan ve aşıksınız, güzelsiniz, bakımlı, süslü bir feministsiniz, alıştığınızdan geri bırakılmışsınız, çektikleriniz işe yarayaydı bari…

 

Ve asıl makamınızda rahat edeydiniz… 

 

- Advertisment -