Ana SayfaYazarlarSevgili Prenses Süreyya,

Sevgili Prenses Süreyya,

 

Çok güzel, ne çare, bahtsız kadın…

Süreyya İsfendiyari Bahtiyari…

Soyad kaderin cilvesi…Siz ne zaman bahtiyar oldunuz ki?

Yedi yıl evliliğin ardından tahta varis doğuramadığınız ve hiç çocuğunuz olmayacağı için İsfahan sarayından gönderiliyorsunuz…

 

Kalpten de gönderildiniz mi bilemem, ama, onca saltanatlı düğününüz ve yedi yıllık beyhude veliaht bekleyişi sonunda, taht krizini Kaçar hanedanından şahın üvey kardeşlerinden birinin, anayasanın ilgili maddesi değiştirilerek, sizin imparatoriçe kalmanız, gerektiğinde üvey kardeşin tahta geçmesi mümkün olabilir fikrini, Şah’ın mecliste zorlansa da kabul ettirebileceği umuduyla,  yurt dışına gittiniz, St.Moritz’e kayağa…Oysa yönünüz ayrılığa.

 

Gözü yaşlı, kalbi kırık, yeşil gözlü güzel. Sarayların buruk prensesleri, kraliçeleri çok, dünya taht tarihinin. Ama, en akılda kalan, en mutsuz olan sizsiniz, kraliçem. Anneniz  hayatınızı yazdı, siz söyleşilere katıldınız, Istanbul ziyaretinizin ardından, şah kocanızla, bizimkiler kızlarına Süreyya adını verdi. Ama sorsak, dünyadan ne kaldı, saraya gelin olmak size ne kattı diye, ‘hiç’ten gayrısını söyleniz pek mümkün değil gibi…

 

Anneniz Çar dönemi Rusya’sının Alman asıllı varsıl ailelerinden. Büyükbabanız St.Petersburg’da doğmuş, onun babası 1860’larda Çar’ın isteğiyle Rusya’da silah fabrikasının başında, devrim olunca kaçıyorlar.Anneniz Almanya’da yetişiyor.Babanız, İran’lı köklü bir aileden geliyor. Ana babanız size yedi yıldız anlamına gelen Süreyya adınızı takmış takmasına, ama, kader bu 7 tılsımını her fırsatta önünüze koymuş, ömrünüzün çevrimleri yediyle mühürlenmiş hep.

 

İkinci dünya savaşı bittiği sıra, on beşinde, dünya güzeli bir kızken, Avrupa’lı varlıklı ailelerin yaptığı gibi yazlık bir yalı tutar aileniz ve siz artist olmaya karar verdiğinizi açıklarsınız. Bu gerçekleşmez elbet.

 

Siz Paris’teyken birgün, annenizi arayıp dersiniz ki, ‘Şah’ın kızkardeşi prenses Şems abisinin beni İran’a davet ettiğini söyledi.’ Anneniz telaşlanır, uyarıp, sormadan edemez, böyle bir evliliği isteyip istemediğinizi…Şah’ı tanımasanız da yakışıklı bulduğunuzu, akıl ve kişilik açısından tanıyıp aklınıza yatarsa, böyle bir evliliğin neden olmasın, pekala da olabileceğini düşündüğünüzü söylemeden edemezsiniz.

 

Elli yılında nişanınız takılır, beş ayın ardından evlenirsiniz.

 

Tifo’ya yakalanınca, düğün ertelenir, hastalığın bitkinliğini üstünüzden atamadan, Dior’un diktiği , gümüş kılabdan işlenmiş yirmi kilo çeken gelinliği narin bedeniniz taşıyamayınca, sarayın terzisi etek katlarından on metreye yakın kumaşı keserek yükünüzü hafifletir.

 

Gülistan sarayı Aynalı Salonu çiçeklerle donatılmıştır, iki yüz orkide, iki yüz dal kiraz çiçeği, bin tane kırmızı karanfil, bin iki yüz leylak salkımı…Ayakta duracak haliniz olmasa da iki bin kişilik davetlinin hepsini tek tek selamlayarak geçersiniz.

 

İran fokur fokur’dur o sıra, her gün bir olay, huzursuzluk doruktadır.Şah ülkesini yönetmekte zorlanırken, kimileri ülkesinin iplerini ABD’nin eline vermekle suçlamaktadır onu.Yoksulluk dizboyudur, zenginlik de anlatılamaz…Ya hep ya hiç arasında salınıp duran İran ülkesinde kraliçe olmak belki en zorudur.Aydınlar baskı altında, Savak düşünenleri tezgahından geçirmektedir.Halkın korktuğu ülkede saraydakiler de korkar, belki halktan daha  çok.

 

İçki  kullanmayan, nefsine hakim, sportmen  kocanızın öfkelendiğini, kendini kaybettiğini hiç görmemişsiniz. Sakin, kibar, hatta daha ötesi, mahcup bir erkek, size göre.Şah sizi kimselerle paylaşamazken, İran petrolü de Amerika İngiltere sarmalında, paylaşılamamaktadır.İkinci büyük savaş sonrası dünya farklı biçimlendirilirken, İran petrolü İngiliz ve Amerikalının başını ağrıtmaktadır. O ara Sovyetlerin desteklediği Tudeh partisi kurulur, ülkenin asilzadelerinden Musaddık başbakan olunca, ilk uygulaması meclise getirdiği kanun teklifiyle İngilizlerle yapılmış petrol anlaşmasının feshini istemektir.Şah kocanız Amerika, İngiltere tarafından petrolün devletleştirilmesi yasasına engel olması için sıkıştırılırken, yıldızı yükselip duran Musaddık, halkın sevgisini kazanmasıyla  Şah’ı sıkıştırmaktadır.Musaddık onu tahttan indirip yönetime geçmenin, ama bunu demokratik siyaset yoluyla yapma peşindeyken, rüzgar tersine döner, Amerika marifetiyle, siz birlikte Roma’ya gitmek zorunda kalırsınız, ancak bir haftaya varmaz, başbakan devrilir, ülkeye geri dönersiniz.

 

Ardından gelsin dünya gezileri…Bu politik amaçlı gezilerde bizim ülkemize de gelmişsiniz.Hem güzelliğiniz hem Farsça yanında üç Avrupa dilini sular seller gibi konuşma ustalığınızla ülkenizi iyi temsil etmektesinizdir.Bu geziler ülkenin sarsılan görüntüsünü onarır, halk umutlanır.

 

Ayaklanmalar ardından gelen bu dingin durum, sinirleri gevşetir, gene de pek uzak görüşlü olamayan Şah belki durumu iyi yorumlamadığı için, gerektiğince başarılı olmaz. Siz her yönden reform hareketlerinde başı çekerek, ona destek olursunuz, sağlık, eğitim, çocuk ve kadınlar konulu yenilik, iyileştirme hamleleri, kurumlar açıp, fonlar kurma çabalarınız halkınızın size daha da çok  sevgi, saygı duymasını sağlar.

 

İşler yoluna girdi azıcık girmesine ya ne çare?Ufukta bir veliaht görünmüyor…Hamile kalacağınız umutları tümden tükendi. Şimdinin çocuk sahibi olma kolaylıkları ne arasın o zamanlarda?

 

O geri dönüşsüz  seyahatiniz sırasında ülkenizden yeni bir teklif iletilir, Şah’ın ona veliaht verecek yeni bir eş almasına izniniz istenmektedir…Siz  imparatoriçe kalırken,  taht vârissiz kalmayacaktır.Derhal geri çevirirsiniz bu teklifi. Bu durum, kaldırabileceğiniz bir durum değildir. Roma’yı arar, Şah, teklifi bir de kendisi dile getirir, yanıt gene ‘hayır!’dır.

 

Ne demenizi bekliyordu ki?

 

Aşık da olsanız, imparatoriçe de olsanız, batılı eğitim almış, dik başlı, kendine güvenli bir kadındınız siz.

Hayır demenizin ardından saraydaki giysileriniz kaldığınız otele postalanır.

O ‘hayır!’dan sonra siz, sonsuza kadar yalnız bir kadınsınızdır artık, mahsun prenses…

 

Bahtiyarzâdelerden olsa da, bahtsız…Ömür boyu iki aşk yaşamışsınız hepi topu, ikincisi film yönetmeniniz, o da sonu hüsran bir aşk, film yönetmeni Indovino sizin uğrunuza karısını boşar, biraraya gelip mutlu olmanız beş yılı geçmez, bir uçak kazası sevdiğiniz adamı sizden koparır…

 

Anneniz sizi hayat dolu, yaşamayı seven, güzel ve umutlu bir genç kız olarak saraya yolladıklarını, ama, bitik bir durumda geri gönderildiğinizi affedemez.

 

Bazı ‘münafıkların’ aşık olduğunuz Şah kocanızın, 941 yılında Roosvelt tarafından bir tür sömürge valisi olarak ülkenizin başına getirildiğini söylediğini ne siz biliyordunuz, ne bizim bazı aydınlarımız…Batılı liderlerin 1979’daki  Guadolupe zirvesinde ‘artık Şah gitsin, ülkesini terketsin, yerine  molla Humeyni gelsin,’ herzesini yumurtladığından da habersizdi hem sizinkiler hem bizimkiler(in bazıları)…

 

Kul kurar, kader gülermiş…

 

Varlık içinde başladığınız bir hayat, saraylarda sürse de, emekli bir imparatoriçe ve güzelliğiy le, servetiyle mutsuz bir kadın olarak sürmüş…

 

Bir hafta ara ile hem siz hem kardeşiniz hayatını kaybetmiş, milyon dolarları bulan mirasınızın gideceği kimse bile yokmuş.

 

Kadersizlik olur da bu kadar mı olur?…

İran halkı da eski imparatoriçelerinin izinde, kadersizlik açısından.

Eskiden Hayat mecmuası (!) vardı, biz küçücüktük, annemiz oradan okurdu, hikayenizi…

 

Sizin kederli hikayenizin ardından Şah kocanızın üçüncü evliliğinin fotografileri sayfa sayfa basıldıydı, çatılmış kılıçlar altından geçip, sonra Kur’an-ı Kerim tutulduğunda, kutsal kitabın da altından geçilen düğün resimlere bakardık. Kadınlarımızın bazısı Süreyya yanlısıydı bazısı Farah Diba yanlısı.

 

Ama kader katipleri iki imparatoriçeye de kötü yazı yazmış, bunu İsfahan sarayı görevlileri ne bilsin?

Dünya güzeli ve eğitimli , varsıl da olsa, Şah kocaya da varsa, kadersizse bir kadın, herşey boşunaymış meğer…

Keşke kaderinize hükmedebilseymişsiniz…

 

- Advertisment -