Ana SayfaYazarlarSevgili Ezrail Aleyhisselam,

Sevgili Ezrail Aleyhisselam,

 

Zat-ı alilerine yaşayanlardan mektup yazılmaz, biliyorum, ama, Pazar mektubunu size yazmayı uygun buldum, lutfedip göz atarsanız, yoğun mesainiz arasında, mutlu olurum.

 

Bi hikayemin anlatıcısı yaptıydım sizi, epey önce, gülüp güldürüp söyleyen bir üstaddınız.

 

İçime sinen bir hikaye olmuştu, ama, bu tırsmama engel değildi, ya size malum olduysa diye?

 

Sanatın farklı dallarında, bu sanat dedikleri de afbuyurun, insanın haddini aşıp yaratmaya soyunması , ama, kimileyin aslından güzel olabiliyor.Sizin esas oğlan olarak bir Adem kızına tutulduğunuzu varsayan Black Jack filmi neydi öyle?Bir insanın bedenine emaneten konuk olup, bir de aşık olduğunuz…Ya, Saramago üstadın ‘Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş’ romanı? Sizin işi bıraktığınız, diye özetlenebilir.Bir gün uyandı ki dünya, ölüm yok, hadi bakalım ayıkla pirincin taşını…

 

Ölüm…Sevgili ölüm…Çağırmakla gelmez, olmadık yaşta başında biten ölüm…

 

Göğ ekini biçen de o, yarayışlıları alıp keçiyi Abdurrahman çelebi yapan da …

 

Acı içinde, kendinden habersizi almayıp, savaş, işgal, darbelerde kürem kürem genci bir çırpıda götüren de…

 

Tek ben değilim, ölümü ve sizi bunca anan, , herkes öyle. Aşktan daha çok ölüm deniyor, sıkça ziyaretinizin iş gereği olduğu bu dünyada…Başka dünyalarda nasıldır, orasını bilemem?

 

‘Şu Ölüm Dedikleri’ adında bir hikaye kitabı yazdıydım, en revnaklı ve gırgır hikayelerimin olduğu bir kitaptı, ilk baskısı zor bitti, üç binin ötesine geçemedik.Millet korktu sanırım, eli ölüme düşerse yolu da düşer mi sandı, neyci?Oysa bütün yollar ona, yani zat’ınıza çıkıyor, gülmeyin, öyle… Ara sıra gülüyor olabilir misiniz hallerimize?

 

Belki dünyaya ve insanlara kıyanların can emanetini alırken…Kitaptaki bir hikayede savaştan ölüm ülkesine doğru yola koyulmuş , savaşan tarafların askeriyle sivilinin de içinde olduğu bir grup insanı anlatmıştım, içlerinden yalnız biri biliyor, ne çare diğerlerine anlatamıyordu, yollarının öbür tarafa olduğunu…Peygamberler, düşünürler, kitaplar anlatsa da ölümü anlamak istemeyen anlamadı…İşte o hikayede, bizim halkın arasında da yaygın bir deyişten dem vur duydum, ansızın, gerekçesiz ürperince insan, ona ‘ezrail okşadı’ deriz, biz insanlar.Eskiler derki, ‘o mübarek’, size diyor yani,’ bazen öyle eder o mübarek, hemen ötele, bi duacık oku üfle, de ki, ‘aman Ezrail, şimdi gidesin, gelen yıl bu zaman gene gelesin’…Böyle dersek siz emaneti sahibine götürmeyi ertelermişsiniz…İnsanoğlu, uydur buydur, çal söyle…’Sakın o mübareğin okşamasına kanmayasın, kanar da kapılırsan bu hadi gidelim demektir’ diye öğüt ederler.

 

Ama almayacağınızı da almıyorsunuz, üstelese, ölümü çağırsa bile…Mis gibi toprak koktu, demesi de sakıncalıymış, ölümü çağırmakmış o da…Çağır çağırma, davetsiz konuk, ölüm, her kapının önüne çöken kara deve…Sözüm meclisten dışarı…

 

Aşkın da aleyhisselamı olmanız gerekmez mi?Aşk gibi gelir ya ölüm de, apansız, zamansız, umarsız…Bu ikisi gelince düşler, hevesler, nefesler kördüğüm olur ya hani…Hışm gibi bastı rır ölüm de aşk da, işler dörme döküm kalır, kaçışı yok ikisinin de…

 

Ya, çok haklısınız, aşkın ve ölümün kara devesi kapımıza çökünce anlarız hayat ne tatlıymış, dünya ne tılsımlı…Önümüzdeki ölümse , aşk nesi, gülmek neyci, demeyin ey mübarek, ölmek gülmek bir çıkın içinde, yahut ölmek de mail olmak da…

 

‘Panta rei’, onu diyen Heraklitos’un canını çok önce almıştınız, ‘herşey akıp gider’ evet,iş şıkır şıkır akıp, güzel iz bırakmakta…Hayat görkemli bir dans, haklısınız, hayat kısa, ölüm uzun.

 

Biz hayattan konuşalım , esaslı insan olabilmekten…

 

Esaslı olabilmeye ve doğru düşünmeye dermansızlardan, Rabbimin akılsız kullarından bıktık, usandık, kabak tadı bile veremiyorlar, ona da razıyız yoksa…Zehir zemberek bile olamıyorlar, zehirin, acının da bir anlamı var,kendince tadı var, bu bazılarında o bile yok…

 

Kimbilir insanlık tarihi boyu kabak kadar olamayan ne çok insan görmüşsünüzdür…Biz kendi zamanımızdakileri biliyoruz, bilmez ağrısına yataydık.

 

Bugün günlerden 1 Nisan, şakalar günü…Bizim de geçen yıl yaşadığımız ülke işgalinden sonra hayatlarımız şaka, eşek şakasına çevrildi, hainler tarafından…En iyi siz biliyor olmalısınız, fazla mesai yaptınız, yüzlerce canı aynı gece aldınız.Özel harekattaki 51 polisi, tankların önüne yatıp, üstüne çıkanı, düşman işgalini önlemek için bilerek, isteyerek ölümün üstüne yürüyenleri, darbecibaşını alnın çatından vuran kahramanı…

 

Bir de ağlak imamları var bunların, her yanı oynayan, dünyanın asıl elebaşısının kuyruk kişisi, sizin ilgi alanınıza girdi çoktan, ben söylemiş olmayayım…

 

Kimimize aklın güzeli, kimimize ölümün güzeli kısmet, ilkinden nasipsiz bu vatan hainlerine ikincisinin en beterini layık görseniz? Hiç mi yorum hakkınız yok?Tüh…Kazaen oldu, istemedim ama, iş kazası,baktım onca insanın canını alıyor, kendini bana vekil tayin edercesine, ona patron kimmiş, hatırlatayım deseniz?

 

Olmuyor demek, tüh…

 

Size gelince olmuyor da, bunlara gelince oluyor ama…Halkın oylarıyla seçilip ülkenin başına geleni ipe yollamakta sakınca görmedi bu hainler, yalancılar, asker kisvesine bürünmüş hırsı boyundan aşmışlar…

 

Tabii, asıl o dünya elebaşısının tıpışıyla…

 

Ben Ezrailin vekiliyim deyip kıran sokuyorlar ülkelere, darağaçlarını kuruyorlar, jetlerle bombalayıp, tanklarla eziyor, yetmeyince silahla tarıyorlar…Kime ne anlatıyorum ben de, afbuyurun…

 

Haklısınız, gidenler bütün sorularını, yapacakken yapamadıkları işleri, diyemedikleri sözleri, yarıda kalan sevdaları, yaşamaya heveslerini bize emanet edip gider…Yaşanmamış her hayattan bize miras sorumlulular var.Hayata kast edenler sizin alanınıza giriyor, diye düşünüyorum acizane…

 

Hani bizim kendi içimizdeki düşmanların international hayduda sırtlarını yaslayıp, onun ‘tut oğlum!’ emriyle , tanka tüfekle, bizim tankımız, jetimiz, silahımızla üstümüze ölüm yağdırdığında kadının biri ağlayarakdediydi ki ; ‘anam babam Menderes’e ağladı, ben Özal’a ağladım, benim çocuklarım Erdoğan için ağlamayacak, !’ İşte bu siyasette kimsenin hiç kimsenin hayatına kastedemeyeceğini, seçilmişin üstün olduğunu,halkın rızasına kimsenin gıkının çıkmaması gerektiğini ve yapacak çok işi olanların o işleri sonrakilere bırakmak zorunda kalmayacağının ne güzel özetiydi…

 

‘Bu dünyada inanıp dört elle sarılacak güzel hedefler gerek hepinize.İnsana insan gerek…İnsana tasa insan, evet, ama, dermanı gene insan’ diyorsunuz…Öyle. Ama insandan insana da fark var…Memleketin topuna savaş açıp, öldürmek kastıyla saldıranlar da insandı nitekim…Sonra da utanmadan, bütün arsızlıklarını kuşanıp, başka ülkelere kaçtılar, onların sığındıkları daha da hain, bunlara kucak açtı. Şimdi ordan şarlayıp, düşmanlığı sürdürüyorlar…

 

Evet, sizin iş alanınız bütün dünya, biliyorum ve arsızları, kötücülleri, hainleri iyilerden önce alıp bağrınıza basmanızı umuyorum…

 

Haklısınız, ömür kısa, ölüm kaçınılmaz, hayata birçok kere yeniden koyulacağız, yaşıyorken tadacağımız ölümlerden sonra…

 

Biz onu da gördük, tattık…Yaşadığımıza ve vatanımıza kastedildi…O gece kimileri sahiden öldü, kalan iyiler mahsusçuktan öldü, hainler işgale ve ölümlere alkış tutup, darbe oldu, gözümüz aydın derken, iş üstünde yakalandı, ah ki ah sebebolanlar sebepsiz kalmadı, kaçtı, sonları sizin elinizden olmalıydı…

 

En sonunda zaten öyle mi olacak? Çok hoşsunuz, peki, son deyip durmayalım, ölümün bi de yaşayıp dururken ölmesi var, ölünüyor da gene dünyada kalınıyor hani…Bu hain/korkak/zalim sürüsü sahiplerine boyun eğip, bize havlarken, biz son demeyelim , ölümü düşünmesek de hiç unutmayalım, peki olur, öyle ederiz. Demek ‘son’u, o en büyük hikayeci kendi de bilmez ha?Nasıl olur?Kader katipleri onun bilgisi dahilinde, daha ana karnındayken yazmıyor mu sonumuzu?Haa, demek tıpkı hikaye gibi, aşk gibi , hayatlarımız da sonu yazılamadan ansızın biter, öyle mi?Kimilerininki beyhude makamdan biter demek…Haklısınız …

 

Yalanlarını , demokratlığını,korkaklığını sevdiklerim, koftiden vatansever, insansever duruşunu, her şeyi bilirim sanışını, çalımını, allame-i cihanlığını, bayatlığını, saygısızlığını, ahmaklığını, kapı ardı cesaretini, akım diyecekken b..um deyişini, küfürbazlığını, çapsızlığını, demokrasi kültüründen nasipsizliğini, dört bi yana kıvırtma hünerini sevdiklerim sizi, diyeceğim, demeyeyim mi ey Ezrail aleyhisselam, ey her kördüğümü bi kılıç darbesiyle çözüveren mübarek, hoş sizinki de bir çeşit darbe sayılmaz mı?

 

Sıktılar, baydılar, ne akıllandılar, ne ufuklarını genişletebildiler, ne dünyanın ve gerçeklerin farkına vardılar. Ne bir işe yaradılar, nutuk atmaktan gayrı, ne işe yarayanların elinden tuttular. Ne terbiyeli olabildiler, ne ne heccav , ne kendileri …Ne akıldanelere kulak verdiler, ne kendilerini anlayabildiler, dünyayı ve siyaseti anlamaları şöyle dursun…

 

Dünya evrilip, gelişip, değişerek düzen tutarken, insanlık ailesi defolara, faşistlere, ahmaklara,savaşlara rağ men aklıyla icatlarıyla, dünyaya ve hayata bakışıyla, birbirleriyle alıp vererek, donanıp değişerek, yenilenerek yürürken,sağlıkta, ulaşımda, yönetimde, iletişimde, yayında, ekonomik hayatta, kentleşmekte, yereliyle merkezdekiyle yönetimde, hayallerde, hedeflerde ve merhamet duyabilmekte toplum, bunlar gibi durağan, tutucu, akıldan yana yaya kalmışlara rağmen yol alıyorken…Bunun karşısına yalnız yalan, yalnız sırıtmak,yalnız küfürle, pes dedirten bir arsızlıkla çıkılır mı? Akıl işi ve yeni hiçbir şey söylemeyecek mi bunlar?. Diktatör kendine istiyor, Anayasa da onun isteklerine izinnameymiş…

 

Parlamento ve muhtarlıklar fesholacakmış…Ne sendika, ne inançta ve dilde serbestlik, ne STK ne seçim,ne geçim…Çocuksuzlardan vergi alınacakmış, aile planlaması yasak, üç çocuk zorunlu, beş çocuk ikramiye nedeni olacakmış.

 

Emekli maaşları kesilecek, mahalle bakkalından deftere yazdırılarak yaşayacak kadar şey alınacak, devlet aydan aya o borcu kapatacak-mış …

 

Seçimler de yasaklanacakmış, Başkan aynı zamanda halife olacak, Istanbul Fatih’te simgesel Halife makamı yapılacak.Başörtüsü adım adım zorunlu kılınacak, bir erkeğe dört kadın serbest olacakmış …

 

İmam nikahı zorunlu ve resmi nikahtan önce , halvet yalnız mübarek gecelerde eda edilecekmiş.

 

Ateistlik yasak, öyleleri tutuklanacak. Sünnet zorunlu, olmayanlar yakalanıp kesilecek, sünnetliler bi daha sünnet edilecekmiş… Çabuk unuttular, haklısınız, önceki darbeleri, son işgali… Değişmesin diye şeylerini yırttıkları darbe anayasasına tüfek zoruyla evet dediklerini de unuttular.

 

Façaları sıkaydı da o zaman hayır diyelerdi…Daha önce neredeymişler? Halkın seçtikleri ipe gönderilirken çocukların yaşı büyütülüp asılırken neredeymişler? Kendi başıyın derdindeymişler…

 

Şimdi diyor ki muhalefetlerin en pambığı, en zekisi, elini dilini aklını en güzel kullananı, ‘ben 12 Eylül anayasasına hayır dediydim, vallahi de billahi de…’ Yemezler, anacım…Sandığa gittiği yeri bir bir sayıyor kim son seferki gibi oy kullanamadığı anlaşılmasın…Ona hayır diyen yiğitler, bugünküne evet diyor, huu, alo!Anlamış mıdır aceba?

 

Marş söyleyip, kazık kadar insanlar siyah önlük beyaz yaka giyip müsamereye çıkıp, gülünç olmaktan , çarşı ,Pazar yeri basıp, elde bayrak sallayıp, esnafın, vatandaşın üstüne, düşman üstüne yürürcesine yürüyor.

 

Hükümet kurulamamasından, koalisyon denen ortaoyunundan, vekillerin açık gizli satılmasından, halkın iradesinin askıya alınmasından, ülkenin savunmasız kalmasından,yatırımların durmasından, ilaç bulunamayışından, ambulansın yürümeyişinden, devletin en tepesindekilerin birbirine Anayasa kitapçığı fırlatmasından, hendek kazan arkadaşların hepimizin kuyusunu kazmasından, ülkenin üçe beşe bölünmesinden, Fetö meczubunun halife olmasından, on yılda bir gene ihtilal olmasından, paramızın pul, insanımızın kul olmasından da korkmuyorlar…

 

Her dandik hal olsun, yedi düvele yedi bölge pay edilsin, tek Tayyip olmasın diyorlar…Oldu, gözlerim doldu…Onlar unutmuş olsa da biz hatırlıyoruz…Siz zaten hiçbirşeyi ve hiçbirimizi unutmuyorsunuz…

 

Sen ben bizim oğlan, herne kadarsanız, Halep ordaysa arşın burada, haklısınız…

 

Küfrün gereği yok, oy vermek yeterli,evet, biz de onu diyoruz…

 

Demokrasi çamura yatmak, yalan söylemek, edepsizlik etmek özgürlüğü değil. Seçmen olmanın gereğini yapmak, farklı düşünene saygı göstermek, sandıktaki sonucu ( ölümdeki sırayı demeyin, n’olur)mızıkçılık etmeden kabullenmek demek.

 

Kılavuzları kılavuz değil, halleri hal değil, demokrasi ve çağdaşlık , sandıkları gibi değil.

 

Kılavuzu karga olanın varacağı yeri bilip, gene de inadededenler, hadi uğurlar olsun size, can kan bahasına ortaya getirilmiş Meclisi bombalayanların yanına…Ülkeyi efendilerine peşkeş çekenlerin yanına…Koca devleti sindirip, silip yok etmeye kalkışanların, bundan gurur duyanların yanına…Terör örgütlerinin safına, bebeklere çocuklara, ülkesine kıyan hendekçilerin, siyaset fırıldaklarının, yalancıların safına, haydin!

 

17 Nisan sabahı hepbirlikte gülebilmek umuduyla, hafiften sakıncalı bir fıkra anlatmama izin verir misiniz ?

 

Fıkradaki ihtiyarla hiçbir siyasetçiye gönderme yapılmıyor, bunlar puslu bir aynada görülmüştür…Muhabbet evine gelen ihtiyar, dört kadın istemiş.Haklısınız, bu durumda size iş kalmaz, ne tatlı ölüm…Eli kolu tutmayan, titrek ihtiyarın haline bakıp, sormadan edememişler:_Amca, dördüyle nasıl başgeleceksin? Bak şu haline, biri bile zor.

_Evladım demiş, biri elimi, kolumu, biri başımı, biri bacağımı, biri uygun yerimi tutacak, yoksa ben nasıl?

 

İçerdeki dışarıdaki, satılmışı, satılmaya can atanıyla, ölümle tehdit edeni, dağdaki bölücüsüyle, vatandaşı vuranı, jetlerle ülkeyi, meclisi bombalayanıyla hepsinin ayrı bir yerinden tutup destek verdiği ihtiyara, darbe anayasasına mı, yoksa yenisine, kim iktidar olmuş ise onun her organıyla ülkeyi yönetmesine, gençliğe, umuda, doğruya ve haklıya mı destek olacağına elbet hakkıyla karar verecek, insanlar…

 

Memleket kalkıp oynayacak, bu büyük yürüyüşü kimse durduramayacak…

Belki o zaman ölüm daha hakkaniyetli ve sıralı olacak.

En azından kader katiplerinin yazdığı gibi olacak. Çıkar katipleriyle el uşaklarının reva gördüğü gibi değil.

 

Mümkün olduğunca geç karşılaşabilmek umuduyla, sevgili Ezrail Aleyhisselam…

- Advertisment -