Ana SayfaYazarlarSevgili Demirtaş Ceyhun,

Sevgili Demirtaş Ceyhun,

 

Güzel insan, vefalı dost, akıllı fikirli kişizade, esaslı adam…Benimse tutma kayınbabam…

 

Kayınbabalık şuradan, siz zaten biliyorsunuz, bilmeyenlere söylüyorum, TİP’ten Adana ve Tarsus’ta adaylık ahbaplığından, sahici ve tutma kayınbabalarımın…

 

1934 Adana doğumlusunuz.

1959 Istanbul Güzel Sanatlar Akademisi mimariyi bitiriyorsunuz.

 

Mübeccel Kıray’la gecekondu halkının politik potansiyeli konulu tartışmanız ,1969 Ankara’daki mimarlık seminerinde…Kıray, halkın kente göçünce siyasi açcıdan varolan düzenden yana tutucu eğilim taşıdığını savundu, siz ilerici potansiyel taşıdığını…

 

Istanbul MEM.de, sonra Adana belediyesinde çalıştınız.Ist.MMO.da genel sekreter, Ankara ve İzmit belediyelerinde danışmandınız.1971’de Mimarlar Odasının İzmir’deki 17.genel kurulun merkez yönetim kurulu üyesisiniz.Odanın Istanbul ekibinden gelen ve askerlere yönelik bir eylem önerisi sizin odadan ve myk.üyeliğinden kopma nedeniniz, 12 mart muhtırası sonrası gerekçesiz istifanız  belki ondan…

 

1977’de Politika gazetesi genel yayın yönetmenisiniz.Edebiyat Cephesi dergisini çıkardınız.77-79 arası TYS yönetim kurulundasınız.(Sendika seçiminde üyelere yarım gevrek dağıtıldığında ne güldüydük, A.Nesin ‘sendikaya aidat ödediğiniz mi var , gevrek ikramımıza şükredin’ dediğinde… Sendika 12 Eylülde kapatılınca, diğer yöneticilerle birlikte yargılandınız.

 

Yazko’ya emek ettiniz, 1965’ten itibaren TİP saflarındasınız, darbeden sonra Aydınlar Dilekçesi ekibindesiniz. Dalokay’ın Ankara belediyesinde danışmanı…Vatan’da köşe yazarı, TYS’de genel sekreter ve ikinci başkan…

 

Derler ki ilk ürünlerinde modernist çizgide, insanın iç dünyasını ve toplum içindeki bunalımını ele aldı.Sonradan sonraya toplumcu sanat yöneliminden etkilendi. Öykücülüğümüzde yeri özgün. Ondan değil mi, 1972 Sait Faik ödülünün, Çamasan’a verildiği?…

 

TDK.ödülü, 1975’te Apartman’a.

Tanrıgillerden biri .,Sansaryan Hanı öyküdeki gücünüzü ortaya koyan kitaplar.

1970 sonrası roman çıkageliyor.Asya  ilk romandır, 970 TRT başarı ödülünü getiren.

İnsanımızın acısı, çaresizlik, ezilmişliği ve duyarlı yanını ortaya koyarak, feodal yapıyla teknolojik gelişmenin çatışmasını göz önüne serdi, deseler de, sizi bir çırpıda anlatabilmenin ve kısacık, sıradan yorumlara sığdırmanın sözkonusu olmadığını biliyoruz.

 

Toplumsal, siyasi yazılar , denemeler yazdınız.Örgüt toplantılarında, yazar buluşmalarında, güneydeki hemen her şeyde birlikte olduk, gelin kayınbaba…Ben demesem, siz bağıra bağıra söylediniz böyle olduğunu, öyle ki, yıllar sonra Ozan’a merhaba derken,’ babanız kayınbabam olur’, deyince, şaşırdı…

 

Yenice Barış yürüyüşünde kolkolaydık, benim çantada ince uzun, bıçaktan daha uzun bakır dolma oyacaklarıyla, et satırı ve bıçak vardı, bunlara çok güldüğümüzü hatırlıyorum, barış yürüyüşü ve bıçaklar, satır…Ismarıçtı, ne yapayım, Tarsus buğday pazarında alıp, çantama koymuştum, elbet barışa yakışmıyordu, yerim vardı da koymamış mıydım?O gece istasyonda kurulan yazarlar ve okurlar sofrasında handiyse sabaha kadar sürdü muhabbetimiz, kahkahanız hala kulaklarımda. Dino ailesini ve güney Anadolu’nun Osmanlı’daki kaderini, siyasi gerçekleri anlatmıştınız.Bu derin konuyu mutfakla bağlamıştık, Çukurova mutfağıyla, zaten bize armağan olarak pet şişede asma yaprağı salamurası ve biber salçası verdiklerinde ne sevindiydik, ertesi günü eşinizin esmer bulgur siparişinin ardına düştüydünüz.

 

En son Ulusal Kanal’daki söyleşide birlikteydik. Gecenin ayazında, televizyondaki coşkulu söyleşinin etkisiyle sırtınız cımcılık ter, öylece çıkıverdiğinize kızmıştım, zatürreye gel ediyormuşsunuz meğer, ölüm sebebinize…Tülbent de yok ortada, sırta yatırılacak, diye tasalandıydım, gazete kağıdı koysak dediğimde hüzünle gülümsemiş, sokağa çıkıp koşarak gitmiştiniz.

 

İlk öykünüz Adana dergisinde çıkıyor. Mimarlık ve hikayecilik, düşünürlük hep kolkola…Sizi Zafer çarşısında, Remzi İnanç’ın kitabevinde tanıdım.

 

Üniversitede ilk yılımdı, Remzi abi akıl verip, gönül alanımızdı, minicik dükkana girdiğimde siz kitap kolileri üstünde oturuyordunuz, aman Allah’ım nasıl yakışıklıydınız. Hemen fırlayıp bana yer verdiniz, elim ayağıma dolaştı, şaşırdım, o oldu, ahbaplığımızın başladığı…

 

Ah şu biz ‘kara bıyıklı’ Türkler (1988), Ah şu Osmanlı, kod adı Ulu Hakan, Ah şu biz göçebeler (1994), Aydınlarımız ve laisizm (2000), Asılacak adam Aziz Nesin (1994), Cadı Fırtınası,Ayı izi eylül öyküleri, Babam ve oğlum, Edebiyatımı geri istiyorum, Türk edebiyatındaki Anadolu,Anayasa yasa mıdır?,Soğuk savaş yazıları,Haçlı Emperyalizm,Entelektüel’den Entel’e,Horozlu Ayna adlı çocuk kitabınız,Apartman, ha denende aklıma geliveren kitaplarınız.

 

Sarıyer Zekeriyaköyde adınızı taşıyan Halk kütüphanesi sonra…

 

‘Elbette avukatım, bütün insanlığın avukatı.Sade ben değil bütün aydınlar ve yazarlar halkımızın avukatıyız.’ Dediniz.

“Biz bazı nedenlerle düşünmesini öğrenememişiz, düşünmeyi bilmiyoruz oysa hemen ve çok hem de düşünmemiz gerekiyor.Her konuda yeni baştan düşünmeliyiz ve bize bugüne dek niye düşünmesini öğretmemişler önce bunu düşünmeliyiz

 

İnsan bi kez onurunu yitirdi mi artık onun için her şey mubahtır (C.Fırtınası)

İnsanlık önce adamın sorumluluğunu kavramasıyla başlar

Zaman denen ya sirkeleştirip çekilmez kılar insanı yahut şaraplaştırır, dosta, yoldaşa boğar, bu en bayıldığım düşünceniz.

Yeryüzünde gerçek olan tek şey, sevgidir.Mülkün de adaletin de temeli odur, gücün de…”

 

Politik kişizade ve tutması bile esaslı hısım…Ya sahicisi olsa ne olurdu? Ölümünüzden az önceydi, bana yazma lütfunu gösterdiğiniz mektuplarınız bu alçak internet ortamında uçup gittikten az sonra, ki o yitip giden mektuplarda, ‘ah güzel kızım benim, hem siyasi işler hem edebi işler bizim dönemimizde olduğundan daha güç, sizlerin çok güçlü, akıllı ve sabırlı bir o kadar da kavgacı olmanız gerekiyor’ demiştiniz, demiştiniz ki, telefonda eşime, “oğlum, sizin oralarda falanca kişi var, mesleği şu, bir imza günümde bir kucak kitap aldı, parası çıkışmayınca, sonra verirsin dedim, o da vermeyiverdi. Gidin, alın, benim konuğum olarak o parayla bi meyhaye girip yiyin için…”

 

Gittik, alacağı tahsil ettik, bi güzel yedik içtik, sizin sofranızda…

 

Sonra suyunu çıkardık elbet, aradık sizi, “abi, gene sizin sofranızdayız, ama, hesabı ödeyemiyoruz, yok mu buralarda size kitap borcu olan, gidip alacağınızı tahsil edelim, yoksa meyhaneci bize bulaşık yıkatarak ödetecek hesabı…”

Kahkahanız hâlâ kulaklarımda, bunu dediğimizde attığınız…

‘Siz gidin, hep oturun soframa oğlum, ben sizi borçlu bırakmam’…

 

Ozan,  hiç aynı çizgide olmasanız da sizin hep olması gereken yerde ve zamanda yanında durduğunuzu söyler…Düşünme mücadelesinden kaçınmasanız da bunu yaparken birbirinize saygıdan vazgeçmediğinizi de…

 

“Politikada insan yanınızı açık ettiğinizde kazık yersiniz.Keşke tersi olabilse ve politika daha insanca olabilse.Türkiye zor bir dönemden geçiyor, bir yanda ülkenin karanlık geçmişiyle hesaplaşmasını isteyenler onların yanında bu hesaplaşmayı ufak hesaplara alet edenler, diğer yanda bu hesaplaşmaya aklın  alalamaycağı komplo teorileriyle karşı çıkanlar ve yine aynı cephede farklı çıkarları gereği işkence, faili meçhul ve cuntaları ideal yönetim sistemi olarak benimseyenler tam bir soğuk savaş sürdürmekte.Geçmişte onun goşit oğluydum,’ baban da revizyonist’ derlerdi bana.Babamdan öğrendim adaletsizliklere başkaldırmasını, ama itiraf edeyim gerektiğinde inandığım doğrular için babamla bile kavga etmek gerektiğini.Son bir yıldır artık politika konuşamaz olmuştuk O benim AB yolunda demokratikleşme çabası içinde çırpınan Türkiyedeki siyasi ittifaklarımı anlayamaz bense 12 Mart ve Eylülleri zindanlarda yaşamış oğlunu kanlı 1 Mayıs meydanında ölüler arasında aramış babanın Veli Küçükleri nasıl savunur hale geldiğini kabul edemez olmuştuk.Ulusalcı babam ve onun liboş oğluyduk, günümüz gerçeğinde.Annem aramızda bir tür BM gibi tartışmamızı yasaklayarak sükuneti sağlardı.Ama ülkenin içinde bulunduğu ve babam ve oğlu örneğindeki gibi sadece toplumda değil ailelerde bile bu hesaplaşmanın tartışmaya neden olduğu ortamda elbet baba oğul sevgimiz hiç değişmedi. Benle aynı çizgiye sahip olduğu iddiasındaki bol sayıda sahtekara karşı savunduğum gibi babamı, o da gözü dönmüş, kraldan çok kralcı ulusalcılara karşı beni hep savundu.Şimdi o yoğun bakımda.Bu kadar seveni olduğunu görmek güzel duygu.Hastanede ilginç sahneler de yaşanıyor.Babamın her cumartesi en sert içerikle yayın yaptığı kanal temsilcileri o kanala yakın partinin üyeleri benim okumayı kestiğim bazı gazeteler kamuoyunda taraf olarak nam salmış isimler hepsi onun sağlığıyla ilgilenmekte, benim dostlarım da , her iki taraf da bu konuda çok samimi.”

 

29 Temmuz 2009’da öldünüz…Siz ve ölüm, yanyana gelemeyecek iki kavram.Öldü diyorlar, inanmıyorum, ama, kahkahanızı ve hep yiğitçe, yüksek sesle dile getirdiğiniz düşüncelerinizi duyamayınca, demek sahiden öldü, diye düşünmeden edemiyorum…

 

Şimdi, çekip gittiğinizden dokuz yıl sonradayız. Neler geldi başımıza, bi bilseniz, işgal bile atlattık, darbe şöyle dursun…Siz haklı çıktınız, halkın siyasi bilinç tam’lığı savuşturdu, işgali.

 

Bir büyük siyasi seçimin arefesindeyiz. Ozan aday olup seçilemediği partinin Avrupa ayağının önemli çalışanı, bu mektubu yazarken ekranda onu izliyorum. Yetmişli yaşlarınızın başında çekip gitmeyeydiniz de, şu günleri görebileydiniz, neler olurdu, merak etmiyor değilim…Seziyor olsam da ne düşünüyor olacağınızı, keşke yaşayıp göreydiniz…

 

Burnumuzda tütüyorsunuz dememe gerek var mı?

 

Ah benim , giderayak farklı siyasi sulara yelken açmış olsa da, hep dik durmuş, korkusuzca düşüncelerini söylemiş, yazı ve siyaset ırgadı, yurdunu, mimariyi, insanları, edebiyatı dipli köklü sevmiş,hep çalışkan, hep genç, yakışıklı tutma kayınbabam…

 

Nurlarda yatın…

- Advertisment -