Ana SayfaYazarlarModası geçmek...

Modası geçmek…

 

 

Kitap turnesi oluyor bazan. Böylesi daha güzel, okurlarla kucaklaşmak, birbirinizi tanımak, yalnız imza değil, adres, telefon alıp vermek, gönül almak…Sofra hikayeleri kitaplarımla İzmir ve Ankara yollarındayım.

 

İzmir Konak belediyesinin bir ay önce  dört mahallesindeki kadınlara, tümü de kadın olan mu htarlar eliyle dağıttığı, Oğlak yayını ‘Meğer Mutfak Bir Masalmış’ kitabım  üstüne söyleşmek üzere onlarla biraraya geldim. Kadınlar can’dı, akıllı fikirli, güleç, dilbaz, şen’di.Bir saati aşkın muhabbetimiz yetmese de, buluştuk ya…Muhtarlardan sorumlu müdür bey ve genç, cin gibi, güleç ekibi, beni şehrimde  ağırlarken, çok  konuya dokunduk geçtik. Zaman azdı, konu çoktu, yerimiz ve yerimiz dardı.

 

Söyleşi mutfaklar, masallar, şehrin yeme içme tarihi üstüne olsa da, en güzel masal hayat olunca ne nefes yetti, ne dil, ne zaman…

 

Masalların ve armağanların en muhteşemi değil midir, hayat?

 

Mutfağın, sofraların, hayatın kimi kavramları, tadları, adları silinip gidiyor, bunun farkına ilkin kadınlar varıyor, sanatçılar, sonra çok yaşamışlar, en son siyasetçiler.

 

Kadının çalışması, ailenin küçülmesi, yaşlıların mahalleler ve evlerden ötelenmesi, zaman darlığı, görgü bilgi kıtlığı, her mirastaki savurganlığın yeme içme kültürümüze de verdiği hasardı belki…

 

Varsın öyle olsun. Sofra bereketlidir, değerini, diğerlerini ve öncekileri korumasını bilir. Hünerli, akıllı, değerbilir kadınlar ara ara geriye çekilen, unutulan kimi tadları, alışkanlıkları, eskinin bazı güzel işlerini, hallerini geri getirmesini bilir. Bilgi ve tarihini didik didik etmek, sorup öğrenmek, anlatanları kayda geçirmek başta olmak üzere, bunun yolu yordamı bir değil, bin. İş ki niyet edilsin, derman bulunsun, kaynak kişilerin değeri bilinsin, kırk düşünülüp bir iş tutulsun, ama, esaslı tutulsun.

 

Keşke kadınıyla erkeğiyle dikkat kesilip, unutulan, unutmak zorunda kalınan, kasten unutturulan tadlar, haller, usuller, sofra bilgileri, mutfak alışkanlıkları ve ağız tadımızın tarihi araştırılıp, kayda geçirilerek, yerel yönetimlerin titiz politikalarıyla bugüne aktarılabilse. Gençler, merak, bilgi ve hünerle, üniversitelerin ilgili bölümleri, gerek eğitim, gerek tez’ler,gerek araştırma yayınlarıyla, o bölgenin, kentin tarihine de eğilerek, yeme içme kültürünü, alışkanlıkları, varsıllığı, araç ve maddeleri, sebze ve meyveleri/kabı kacağı, yağı ve ekmeği, kişileri, alışkanlıkları, folklorü, kokuları, eski dönemleriyle döne döne ele alınıp incelense, yayınlansa. Devlet bunun için yayınevlerine destek çıksa…

 

Dedim demedim, aslında üstüne gitmenin hiç gereği olmasa da, kirazı anmadan edemedim…

 

Dalları henüz basmasa da, yaylaların o kara kırmızısıyla, benzersiz tadıyla arz-ı endam etmese de, seleden sepetten sofradan, daldan, turfandan  önce dile düştü güzelim kiraz…

 

Hariçten gazelin mührü oldu zan’nımca. Bir kiraz muhabbetidir gidiyor, Uslu’sundan us’suzuna, tad’lanamayanından tatlanması sözkonusu bile olmayana, parola mıdır nedir, bu edip- deyip durdukları, güzelim kiraza ne ayıptır…

 

Varıp sorsan ne kirazı bilirler, ne o taddan bir hedefe ulaşmayı, ne söz atmayı, ne kiraz kırmızısından iktidarın yeşiline varmayı…

 

Ananem kirazlı muhabbeti severdi, tadıyla da ederdi, ne demeye getirdiğini anlamak elbet akıl isterdi. Erkek milletinin kendine yontup dümdük dediği kiraz var, bir de bilge kadınların kırk manaya çekilecek ‘kireez’ demesi var…

 

Malum zevatın kirazdan anlamak şöyle dursun, kirazlı laf dokundurmasında tad  aramak , anlam çıkarmak boşuna. ‘Kirezden kirezden/ kızlar gelcek birezden’ derdi ananem, oğlan torunlarını bebekken severken. Gayrı bilmem, kirez derken neyidi kastı? Kiraza siyasi rütbe verenlere sorsak onlar hiç bilmez. Kızların gelmesiyle kirez arasında derin, esaslı, duygusal bir bağ olsa gerek. Fekat o nedir, bunu bilmek de güç ister, gönülden yana, akıldan yana, herbir şeyden yana güç…

 

Güçten, çaptan düşenler, hadlerini aşan göndermelerle, zaten gözden düşmüşken bir de dile düşerler mazaallah, kirazın ah’ını almamalı. Alınacaksa akıl başa alınmalı, küfr’dense, latifesiz laf etmektense, en iyisi aklımızı başımıza almak…

 

Şimdi gelin de eski tadları, sözün ve hicvin Allah’ını eden cin gibi siyasetçileri, tepeden inme  olmayıp, bileğinin hakkıyla sandıktan çıkan, kültürü ve siyasi söyleşisinin tadı, Bölükbaşı gibi, damakta ve akılda kalan siyasetçileri aramayın…

 

Siyasi dilbazı , nüktedanı çok  o günlerden, konuşma özürlü, latife yeteneği sıfırın altında, gürlese de yağamayan, işkembeden atıp kendi partisine bile yaranamayanların gününe…

 

Allah’ım neydi günahım’ı söyleyelim bari…

 

Yakınmayın. Modası geçenleri aramayın…Yeni zamanların büyük işlerinin belini bükenlerin farkında olun, bu yeter…

 

 

 

- Advertisment -