Ana SayfaYazarlarEkonomik eşitsizlik sorunu

Ekonomik eşitsizlik sorunu

 

Ekonomik eşitsizlik tartışmaları çok eskilere uzanıyor. Düşünce tarihi eşitsizlik eleştirileri ve eşitsizliğe çözüm önerileriyle dolu. Bu tartışmalar çağımızda yeni boyutlar kazandı. Küreselleşme, toplumların ekonomik durumuyla ilgili bilgilerin artması, iletişimin yoğunlaşması tartışmaları derinleştirdi. Artık eşitsizlik hem akademik hem politik gündemin en önemli maddeleri arasında yer almakta.

 

Eşitsizlik tartışmalarının özünü en kısa şekilde şöyle ifade edebiliriz: “Bazı insanlar fakirken bazıları zengin. Ekonomik eşitsizlik kadim bir problem olmakla beraber tüm dünyada ekonomik eşitsizlik gitgide artıyor; zenginler daha da zenginleşirken fakirler iyice fakirleşiyor. Zenginlik giderek daha az elde toplanıyor. Yüzde 1- yüzde 99 çelişkisini bile mumla aratacak bir duruma doğru ilerliyoruz.”

 

Bu tesbit veya iddiadan sonra eşitsizliğin toplumsal mahzurlarına geçiliyor. Giderek artan eşitsizliğin toplumlara her bakımdan zarar verdiği söyleniyor. Ardından, eşitsizliğin giderilmesi için devletler göreve çağrılıyor. Bunun için uygulanması gerektiği söylenen  ekonomik politika önerileri ortaya konuyor. Hükümetlerin ekonomik eşitsizliği önlemek için çalışması; bu çerçevede, yaygın ve yoğun bölüşümcü tedbirler alması gerektiği ileri sürülüyor.

 

Akademik dünyada, Amerikan liberali (yani solcusu) Paul Krugman ve Fransız iktisatçı (Capital in the Twenty-First Century’nin [Yirmi Birinci Yüzyılda Kapital’in] yazarı) Thomas Piketty, devlet odaklı eşitlikçilik akımının en önemli ve etkili temsilcileri. Siyasî hayat da eşitsizlik tartışmalarının tesiri altında. Hemen her ülkede, ister sağda ister soldaki tüm siyasî partiler eşitsizlikle mücadeleyi programlarının vazgeçilmez parçası hâline getirmiş durumda. Partilerin bu tutumu, ülkelerinde halkın çoğunluğunun eşitsizliğin arttığına inanmasını ve (elbette) popüler medyanın bu istikametteki telkin ve yönlendirmelerini yansıtıyor.

 

Eşitsizlik tartışmalarının anlamlı ve yararlı olması, bol miktarda ve sağlam veriye dayalı analizlerin yapılabilmesine bağlı. Bu tür analizler her ülkede gerçekleştirilemez. Sebebi, yeterli veri elde etmedeki zorluk ve başarısızlıklar. ABD akademik hayatın diğer birçok alanı gibi burada da önde gitmekte. Bu yüzden, eşitsizlik meselesine ABD üzerinden bakmak çok aydınlatıcı olabilir.

 

Geçtiğimiz yıl ABD'de ekonomik eşitsizlik hakkında ilginç bir çalışma yayımlandı. Cato Institute araştırmacılarından Michael D. Tanner’ın  kaleme aldığı (Muhammed Şeviker tarafından başarıyla Türkçeye çevrilen ve Liberal Düşünce dergisinin son sayısında yayınlanmış olan Amerika'daki Ekonomik Eşitsizliğe Dair Beş Mit' başlıklı rapor (https://liberte.com.tr/liberal-dusunce-sayi-88), sadece ABD'deki değil, her yerdeki eşitsizlik tartışmalarına da ışık tutacak nitelikte. Ayrıntıları bir kenara bırakıp, Tanner'ın tesbit ve tahlillerini ana hatlarıyla özetleyelim.

 

Eşitsizliğin arttığı ve çeşitli kötülüklere yol açtığı iddiası kabul edilse bile, politik açıdan asıl konu, eşitsizlikle ilgili neler yapılabileceği. Önümüzde iki seçenek var: Fakirliği azaltarak tabandakileri yukarıya itmeye veya zenginlere bir tür “ceza” vererek tepedekileri aşağıya çekmeye çalışmak.

 

Paul Krugman gibilerin iddialarının aksine, ABD eşitsizlik sorunu karşısında hareketsiz kalmadı. Zenginlerden vergi alıp fakirlere dağıtarak eşitsizliği azaltmaya çalıştı. Fakirliği önleme programlarına kamu idaresi tarafından her yıl bir trilyon dolar harcanmasına rağmen, değişiklik dikkate alınmayacak kadar küçük kaldı. Bu programlar eşitsizliği bir miktar azaltmakla birlikte insanları fakirlikten çıkarmaya hemen hiç katkı sağlamadı. Çeşitli araştırmalar, zenginlerden alınıp fakirlere aktarılan paranın çoğalmasının eşitsizlik üzerinde etkisi olmayabileceğine işaret ediyor. ABD’de bu tür çalışmalar yalnızca piyasa ekonomisi taraftarı kuruluşlardan değil, sol eğilimli Brookings Institute'den dahi çıkıyor.

 

Tanner'a göre varlıklılara salınan vergilerin artırılmasını savunan birçok kimse, bunun fakirliğin azaltılmasına katkı sağlayacağına âdetâ iman etmiş vaziyette. Meselâ Hillary Clinton eşitsizlikle mücadelenin  yüzde 1'i “devirmeyi” gerektirdiğini söylüyor. Ama inanıldığının ve sanıldığının tersine, bu tür politikaların fakirlere zarar vermesi muhtemeldir.

 

Eşitsizlik tamamen çözülemese de fakirliğin azalması ekonomik büyümeye bağlı. Bu bakımdan ümitli olmamız için sebepler var. Son on-yirmi yılda “en zenginler” arasına katılan kişi ve firmaların zenginlik kaynağı, miras veya haksız-adaletsiz kazançlar değil. Sıfırdan başlayarak büyük servetler elde edenler var. Yeni zenginlerin genellikle toplumların talep ettiği mal ve hizmetleri üreterek servete ulaştığı görülüyor. Eski zenginlerin yeri sallantıda.

 

Ekonomik büyüme ortamında yukarı doğru hareketliliğin de önü açık. Bu, büyük bir şans. Ekonomik büyüme ise hırslı, azimli, becerikli insanlara, başka bir deyişle müteşebbislere bağlı. Zenginleşmenin anlamı başarılı müteşebbislerin toplum tarafından ödüllendirilmesi. Ödüllendirme mekanizması engellenir veya ödüller keyfî biçimde ellerinden alınırsa, müteşebbisler için bir müşevvik kalmaz. Ekonomik büyüme, eşitsizlikten daha büyük bir problem olan sefaleti azaltmanın tek yoludur.

 

Zenginlikle ilgili yaygın bir yanlış fikir, zenginliğin atıl kalacağı ve topluma hizmete yaramayacağıdır. Oysa zenginlik (mal, para, teçhizat vs) toplumdan tecrit edilemez. Toplumsal hayatın bir parçasıdır. Zenginlik unsurları, harcama, tasarruf, yatırım ve istihdam olarak toplumsal hayatın içinde ve hizmetindedir. İlginç bir vaka bu konuda bize bir fikir verebilir. ABD'de Kongre, 1991'de pahalı otomobiller, uçaklar, mücevherat, kürkler ve yatlar gibi mallara lüks tüketim vergileri koymaya karar verdi. Bunun üzerine zenginler daha az lüks eşya satın almaya başladı ve mücevherat, uçak ve gemicilik sektörlerinde çalışan binlerce kişi işini kaybetti. Yalnızca gemicilik sektöründe 7600 işletme mahvoldu. Bu vergilerin büyük bir kısmı daha sonra kaldırıldı.

 

Michael Tanner'ın isabetle işaret ettiği üzere, ekonomik eşitsizlikle ilgili tezlerin büyük bir bölümü duygusallıktan veya yanlış, yetersiz bilgilere dayanmaktan kaynaklanmakta. En önemlisi, eşitsizlik ile sefalet arasındaki ilişki gözden kaçırılmakta. ABD'de kayda değer bir ekonomik eşitsizlik mevcut. Ne ki, bu konuyla ilgili değerlendirmelerin neredeyse hiçbiri, ABD sistemi içinde ne büyük bir yeniden bölüşüm gerçekleştiğini hesaba katmamakta. Vergiler ve sosyal yardımlar hesaba katıldığında, zengin ile fakir arasındaki açık hayli daralıyor. Böyle bakıldığında, eşitsizlik tamamen ortadan kalkmasa bile, iddia edildiği kadar büyük bir problem de teşkil etmeyebilir. Eşitsizliğin artış hızı da iddia edildiği kadar yüksek olmayabilir.

 

Siyasî partilerin eşitsizlikten endişe duyması ve eşitsizlikle mücadeleyi parti programlarına koyması şaşırtıcı değil. Ancak, eşitlik adına servet üreten mekanizmalar tahrip edilirse, hem eşitlik koyulaşır, hem de toplumların gittikçe daha kalabalık kesimleri asıl o zaman açlık ve sefalete sürüklenir.

 

Ekonomik eşitlik adına, Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmamaya dikkat!

 

 

 

- Advertisment -