Ana SayfaYazarlarYeni Suudi veliaht (3) ABD bu işin neresinde?

Yeni Suudi veliaht (3) ABD bu işin neresinde?

 

Yazımın ikinci bölümü yayınlandığından beri, ele aldığım konu kapsamında epey olay yaşandı. Ortadoğu’da hava yeniden ısınıyor.

 

Saad Hariri ülkesine (Lübnan’a) döndü ve umumi arzu üzerine istifa etmekten vazgeçtiğini ilân etti. Eski cumhurbaşkanının öldürülmesiyle Yemen iyice karıştı. Hepsinin üzerine, ABD Başkanı Trump, Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıdığını açıkladı.

 

Bunların Suudi Arabistan’la ve yeni veliaht prens Muhammed bin Selman’ın gelişiyle herhangi bir ilgisinin bulunmadığını söylemek zor görünüyor.

 

Trump’ın Riyad’da başta Suudiler olmak üzere çeşitli Arap liderleri “kehanet küresi” etrafına toplamasının pek boşuna olmadığı şimdilerde daha iyi anlaşılıyor.

 

Önce, baş döndürücü bir hızla gerçekleşen gelişmelerden birkaçını yeniden hatırlatmak isterim.

 

İsrail hedefi fiilen işaretledi

* Lübnan’ın hava sahasını kullanan İsrail savaş uçakları, Suriye’nin başkenti Şam’a 13 km mesafede, El Kisva’daki İran askeri üssünü vurdu. Buna karşılık Suriye’deki hava savunma sistemlerinin de İsrail saldırısına anında cevap vermeye çalıştığı belirtiliyor.  Bu bölgede bir üs kurulduğu, yakın zamanda BBC tarafından dünyaya duyurulmuştu.

 

* Yemen’de, başkent Sana çevresini kontrol altında tutan İran yanlısı Husi milislerinin, Suudi Arabistan’ın Hamis Muşayt bölgesini hedef alan ikinci bir balistik füze attıkları, ancak füzenin Suudi hava savunma sistemleri tarafından havada imha edildiği açıklandı.

* Bu arada, Yemen’i uzun yıllar yönettikten sonra 2011’deki Arap Baharı ayaklanmaları sırasında devrilen eski cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih, saf değiştirip Suudilere yönelince, Kaddafi’ye benzer bir akibetle karşılaştı ve bir linç girişimi sırasında başından vurularak öldürüldü. Suudi Arabistan’ın, ülkedeki işgalinden sonuç alamadığı ve bölgede İran’la daha bütünsel bir hesaplaşmaya girişileceği, giderek daha belirgin hale geliyor.

 

Her konunun İran’a bağlandığı günlere girdik

* Aynı zamanda savunma bakanı da olan yeni veliaht prens Muhammed bin Selman, Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’da toplanan çoğu Müslüman  kırk ülkenin savunma bakanlarına hitaben bir konuşma yaptı. Muhmmed bin Selman, Mısır’ın Sina yarımadasındaki camiye yapılan ve 300'den fazla kişinin öldüğü saldırının “terörizmle mücadele için Müslüman ülkeler arasında kurulan ‘İslam Ülkeleri Terörle Mücadele Koalisyonu’nu güçlendireceğini” söyledi. İlâveten, “terör ve aşırıcılık kaynaklı en büyük tehdit, sadece masumların ölmesi ve nefretin yayılması değil, aynı zamanda dinimizin saygınlığına zarar vermesi ve inancımızı bozmasıdır” dedi.

 

Söz konusu koalisyon iki yıl önce gene Prens Muhammed bin Selman’ın çağrısıyla kurulmuştu. Riyad’da üssü bulunan bu koalisyonun dışında kalan ülkeler ise İran, Irak ve Suriye. Katar üye olduğu halde ise son kriz, ambargo ve abluka nedeniyle dâvet edilmedi. İran, Hamas, Hizbullah (Lübnan) ve Katar zaten bu koalisyonun hedefi olarak görülüyor.

 

ABD projeyi de, işbirliğini de açıkladı

Yeni veliahtın bölgeye yönelik yeni bir siyasal projeyi devreye sokmak için ABD ve İsrail’le işbirliği içinde hareket ettiği iddiaları zaten hayli yaygındı. Bunu doğrulayan gelişmeler tek tek ortaya çıkmaya başladı. En güçlü kanıt büyük patron ABD’den geldi. CIA başkanı Mike Pompeo, Kaliforniya’da yaptığı bir konuşmada her şeyi ortaya döktü. Reagan Ulusal Savunma Forumu’nun bir toplantısında, Ortadoğu için neler planladıklarını açıkladı. Suudi Arabistan, İsrail ve bazı Körfez ülkeleriyle son derece yakın işbirliği içinde olduklarını; Ortadoğu’yu ve Körfez bölgesini “daha güvenli” hale getirmek amacıyla “ terörizmle mücadele” ettiklerini söyledi.

 

Hatırlanacağı gibi, Trump’ın iktidara gelir gelmez ilk yaptıklrından biri, Suudi Arabistan’la yüzyılın en büyük silâh satışı anlaşmasını onaylamak olmuştu. Onun gerisinin de gelmekte olduğu şimdi anlaşılıyor. Suudi Arabistan’a nükleer teknoloji sağlamak üzere görüşmeler yapıldığı; ABD Milli Güvenlik Konseyi’nin son toplantısında, Kitle İmha Silâhlarının ve Nükleer Silâhların Yayılmasını Önleme Direktörü Christopher Ford tarafından açıklandı. Bu yöndeki ilk plan, ABD’nin istediği barışçıl amaçlarla kullanma ve nükleer silaha dönüştürmeme şartları ile ABD tarafından bu yönde yapılacak denetlemelerin Riyad yönetimince reddedilmesi üzerine, Obama döneminde askıya alınmıştı. Trump’la birlikte yeniden başlatılan proje, şu anda Washington’da onay sırasını bekliyor.

 

Prens Muhammed, tam gaz devam

Bu arada, yeni veliaht prensin ülke içinde yürüttüğü temizlik de tam gaz devam ediyor. Tutuklu veya gözaltında bulunan prens, işadamı ve ilgili kişilerin mal varlığının en az yüzde 70’ine el koymaya hazırlandığı haberi basına yansıdı. Dondurulan 1700 banka hesabındaki varlığın 800 milyar doları bulduğu ifade ediliyor. İngiliz Financial Times gazetesi, veliaht prense yakın yetkililerin, ağır baskı ve şiddet gören gözaltındakilere “paranızı verin, serbest bırakalım” teklifinde bulunduğunu yazdı. Bazılarının buna çaresiz razı olduğu; ciddi mali sıkıntı içerisinde bulunan Riyad hazinesine bu yolla önemli bir servet transferi yapılacağı belirtiliyor.

 

Bunlara ilâve olarak, gözaltı ve tutuklanma sırasının hanedanın prenseslerine geldiği yönündeki haberler Kasım ayının son günlerinde uluslararası medyaya sıkça yansımaya başladı. Onlar için ayrı bir otelin tahsis edildiği ve gözaltı şartları açısından tadilat geçirdiği ileri sürülüyor. Gözaltına alınacakların başında da, önceki kral Abdullah bin Aziz’in oğlu Abdülaziz bin Abdullah’ın kızlarının geldiği söyleniyor. Abdülaziz bin Abdullah’ın oğulları daha önce gözaltına alınmış; kendisi hastalık gerekçesiyle özel izin alıp Fransa’ya gitmiş ve derhal bu ülkeden sığınma talebinde bulunmuş, bu talebi de kabul edilmişti. Hanedanın bu kolunun, Prens Muhmmed bin Selman’ın politikalarına muhalif olduğu belirtiliyor. Anlaşıldığı kadarıyla, yeni veliaht prens ilerde tahta çıktığında hem ülkede hem hanedan içinde muhalefet görmek istemediğinden, şimdiden bütün pürüzleri bertaraf etmeye çalışıyor.

 

Fitili Trump ateşliyor: Kudüs

Veliaht prensin Filistin devlet başkanı Mahmud Abbas’ı Trump’ın açıklayacağı yeni Filistin planını kabul etmeye, aksi takdirde istifa etmeye zorladığı, geçtiğimiz günlerde uluslararası kamuoyuna yansıdı. Ancak bu konu yüzünden bütün bölge ateş çemberine dönebilir. Uzak yakın bütün Müslüman ülkeleri ayağa kaldırabilir.

 

Şu anda dünya nefesini tutmuş, ABD’nin ne yapacağı kestirilemez başkanı Donald Trump’ın, Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıyacağı ileri sürülen Çarşamba konuşmasını bekliyor. Ardarda sert deklarasyonlar geliyor. Hamas (Direniş Hareketi) Filistinlileri yeni bir “intifada”ya çağırdı. Mahmud Abbas’ın danışmanı Mahmud Habaş, bu yönde bir kararın alınması halinde tanımayacaklarını ve bedelini bütün dünyanın ödeyeceğini açıkladı. Arap Birliği Genel Sekreteri Ahmed Ebu Gayt, böyle bir adımın bölge barışı ve istikrarına hizmet etmeyeceğinin, aşırıcılık ve şiddeti besleyeceğinin ve tehlikeli sonuçlar doğuracağının altını  çizdi. Türkiye en sert açıklamaların başını çekiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan konuyu bir “kırmızı çizgi” olarak tanımladı. Böyle bir adımın kabul edilmeyeceğini ve İsrail’le ilişkilerin kesilebileceğini vurguladı. İsrail ise ânında, “Osmanlı dönemi gerilerde kaldı” türünden umursamaz bir tepki gösterdi.

 

ABD’nin bu yönde bir açıklama yapmasından sonra İsrail büyükelçiliğinin Kudüs’e taşınması söz konusu olacağından, bunun yaratacağı gerilim ve çatışmaların şimdiye kadar sürdürülen barış görüşmelerinin kazançlarını yerle bir edeceği tahmin ediliyor.

 

Ateş ve barut içinde “ılımlı İslam”a yöneliş

Yakında kral olacağı anlaşılan yeni veliahtın liderliğindeki Suudi Arabistan, sırtını ABD ve İsrail’e dayayıp, başka bazı Arap ülkelerini de kapsayan yeni bir blok kurarak, İran ve müttefikleriyle kaşılıklı cepheleşme suretiyle bölgeyi yeniden dizayn etmek gibi çok iddialı bir işe girişiyor. Bunun gerçekleşmesi için bazı Arap ülkeleriyle özel askeri ittifaklar kuruyor. ABD ve İsrail’den açık çek alıyor. İran’ı köşeye sıkıştırmak ve bölgede liderliği ele geçirmek uğruna çok şeyi göze aldığını gösteren ihtiraslı hamleler sergiliyor.   

 

Hiç şüphesiz veliaht prens, ülkesi Suudi Arabistan’ın devlet, toplum, inanç ve kültür yapısının her zerresine, mevcut İslami inanç ve mezheplerin en katısı diyebileceğimiz Vehhabiliğin egemen olduğunun farkında. Farklı olanı, yeni olanı, modern olanı şiddet ve terör yoluyla yok etme arzusunun ideolojik beslenme kaynağının selefî, cihadî Vehhabi ideolojisi ve anlayışı olduğunu biliyor. El Kaide, Taliban, IŞİD (DEAŞ) vb terör örgütlerinin esin kaynağının İran’ın Şii inanç, anlayış ve uygulaması olmadığı hakkında da yeterince fikir sahibi.

 

Hal böyle olunca, Vehhabi inanç ve uygulamasında bir anlamda “reform” yoluna gitmeyi bu şartlar altında nasıl başaracağı; ateş ile barut arasında böyle bir arayışın ne ölçüde gerçekleşebileceği ve sürdürülebilir olup olmayacağı, ister istemez ciddi merak uyandırıyor. Hattâ kimilerince “ılımlı İslâm”a yöneliş, bölgeye ABD ve İsrail güdümünde verilecek yeni nizamı adı geçen terör örgütlerinin yapıp ettiklerinden bıkmış Müslüman toplumlara benimsetmenin elverişli bir enstrümanı olarak görülüyor.  

 

Öte yandan Muhammed bin Selman’ın ılımlı İslâma yönelme ve reel ekonomiye adım atma konusunda söyledikleri, bugünden yarına gerçekleşmesi kolay olmayan beklentiler yaratıyor

.

Petrol ekonomisi alarm veriyor

Veliaht prensin en başta gelen hedefleri arasında, petrole bağımlı bir ekonomik yapılanmayı mümkün olan en kısa zamanda daha reel bir ekonomiye dönüştürmek yer alıyor. Halen ülke gelirinin yüzde 87’si petrolden geliyor.

 

Petrolun sınırsız olmadığı, fazla ömrünün kalmadığı, fosil yakıtların yarattığı kirlenme ve iklim değişikliğinin ise olağanüstü bir dünya sorunu haline geldiği, apaçık ortada.

 

Geleceğin teknolojisinin rüzgâr, güneş, dalga vb temiz ve yenilenebilir enerji kaynakları üzerinden gelişeceği artık belli oldu. Dünyanın sanayi devleri hızla buna uygun bir değişim ve dönüşüm içerisine girdiler; gelecek yıllara dair planlarını uygulamaya soktular.

 

Bugüne kadar bol petrol kaynaklarının ve yüksek fiyatların sunduğu ekonomik imkânlarla, yıllarını sırf bir tüketim toplumu olarak geçiren Suudi Arabistan’ın, benzer ülkeler gibi hikâyenin sonuna gelmekte olduğu bir süredir konuşuluyordu. Ülkede büyüme sıfır düzeyinde, işsizlik ise yüzde 13’e dayanmış durumda. Sektörel bir çeşitlilik kazandırılmadan ekonominin toparlanması olanaksız.

 

Anlaşılan, reel ekonomiye dönüş doğrultusunda köklü bir değişim yaşamadan ülke ekonomisinin düze çıkmasının artık zor olduğunu yeni veliaht prens de görüyor. Tutuklananların servetlerinden hazineye transfer yapmakla da sürdürülebilir bir sonuç elde edilemez.

 

Ayrıca veliaht ekonomik gelişme ile sosyal değişim arasındaki ilişkinin de farkında olmalı. Çünkü katı Vehhabi ideolojisi ve uygulaması ile petrole bağımlı tek ürün ekonomisi, yıllarca paralel yürüdü bu ülkede. Bu durumun asla değişim ve dönüşümü zorlamadığı, bir nebze de olsa demokrasiyi teşvik etmediği, en küçük bir yapısal dönüşümün kapısını aralamadığı herkes tarafından biliniyor. Bunun yarattığı, üretmeden tüketen bir toplumsal yaşam söz konusu.

 

Binlerce insanın ölümüne yol açan 11 Eylül 2001 saldırganlarının bu ülkeyle bağı nedeniyle, ABD tarafından Amerika’daki bir kısım finansal varlıklarının dondurulmasından doğan güçlükler devam ediyor. 

Bunları dikkate alan Prens Muhammed bin Selman, “gençlik, irade, planlama, yeteneklere alan açılması, ılımlılık, karşılıklı çıkarlar ve yeni ortaklıklar” gibi kavramları öne çıkaran bir değişim ve dönüşüm yaklaşımı sergiliyor.

 

Hatırlanacağı gibi, Kızıldeniz kıyısındaki üç ülke ve iki kıta arasına 500 milyar dolar yatırımla kurulması planlanan NEOM projesini sunarken, bu yaklaşımını odak noktasına oturtmuştu. Tanıtım toplantısına 70 ülkeden 2500 civarında katılım olmuş; en çok yankı uyandıran demeçlerini o sırada vermişti.

 

Sürekli değişen dünyayı yakalayabilmek, bilimsel ve teknolojik değişim ve gelişimi takip edecek genç nesillere bir gelecek sunmak açısından, büyük bir değişimin ve modern bir ekonominin şart olduğunun altını çizmişti.

 

Sorunun büyüklüğü, dünyadaki teknolojik değişim hızı ve Suudi Arabistan’daki aşırı gelenekçi yapının yarattığı güçlükler karşısında, belirli bir aceleciliğin hakim olduğu da görülüyor. Yasaların, kurumların, kadroların, üniversitelerin, eğitim müfredatının, sanayinin, zihniyetin ve uygulamaların değişimi için köklü adımlar atılması (ve bunun toplumsal kabul görmesi) kolay değil. İstikrar ve refahı koruyabilmek adına böyle bir gelecek inşa etmek hedefleniyor hedeflenmesine… Ama gençlerin Vehhabi radikalizminden etkilenmesi önlemenin sanıldığı kadar kolay olmadığı da görülüyor.

 

Veliaht prens, yeni bir Suudi Arabistan inşa etmenin peşinde. Ama ülkesindeki koşullar,  bölge dengeleri ve Müslüman âleminin realiteleri, bunun kolay olmadığını gösteriyor.     

 

Türkiye: Bekleyip görelim

Suudi Arabistan ile Türkiye’nin ilişkisinin çok sıcak olduğunu söylemek mümkün değil, ancak çatışmalı olduğu da iddia edilemez.

 

Muhammed bin Selman’ın yeni veliaht tayin edilip “ılımlı İslam” söylemiyle dikkat çekmesi üzerine, Türkiye’de AK Parti iktidarına yakın bazı medya organlarında bu gelişmeye doğrudan cephe alan yazılar yayınlanmaya başladı. Hatta dizinin ilk yazısında ifade ettiğim gibi, “veliaht prensin bölgeye yönelik politikasının asıl hedefi İran’dan çok Türkiye’dir” yaklaşımları uç verdi.

 

Son günlerde Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın “Bu aldıkları yeni kararlar kendi tasarruflarıdır. Detayları ortaya çıkmaya başlıyor. Eski bakan ve prenslerin de tutuklandığı haberleri geldi. Detaylar netleştikçe biz de daha net şeyler söyleyebiliriz. Suudi Arabistan da dönüşüm sürecinden geçiyor. Tepkiler ne durumda, ona bir bakmak lazım. Dünyaya açık İslam anlayışı esas alınmaya çalışılıyor. Suudi Arabistan’ın selefi hareketlerle uzun geçmişi ele alındığında, ona da bakmak lazım. Zihniyet yapısı nasıl değişecek, bununla ilgili bir takım adımlar atmaya çalışıyorlar. Kral ve sonrası ile ilgili siyasi düzenlemeler yapılıyor. Petrole bağımlı olmayan bir ekonomik model üzerinde çalışıyorlar. Yemen meselesi var. Bizim için önemli ülkelerden bir tanesi Suudi Arabistan” şeklinde bir açıklaması oldu. Yani Türkiye, durumu ihtiyatla karşılayan, sorunlara işaret eden, gelişmeyi karşıya almayan ama geçmişin bazı sorunlarına da atıfta bulunmaktan çekinmeyen bir tavır sergiledi.

 

Görüldüğü gibi, Suudi Arabistan’ın sadece “ılımlı İslam”a yönelmesinden ibaret bir durumla karşı karşıya değiliz. Küçük büyük çok sayıda aktörün söz konusu olduğu, sonu savaşa çıkabilecek cephelerin oluştuğu, ülkelerin ve sınırların değişebileceği ciddi bir durum söz konusu.

Böylesine bilinmezliklere sürüklendiğimiz dönemde, galiba biz de bekleyip göreceğiz.

 

 

- Advertisment -