Ana SayfaYazarlarŞu halimize bakın!

Şu halimize bakın!

 

Aşağı yukarı hepsi aynı günlere denk düşen dört olay, ülke olarak kavgalı, perişan ve didişen halimize ayna tutuyor.

 

Bu olayların etrafında öyle bir ateşli lâf trafiği var ki, insanın başı dönüyor.

 

Ne sarfettiğimiz sözün ayarını tutturabiliyoruz, ne kimin aslında ne demek istediğini anlamaya gayret ediyoruz. Neyi görmek ve anlamak istiyorsak oradan yürüyüp gidiyoruz vesselam!

 

Siyasi liderler muarızlarına  “Onu niye halen partinde tutuyorsun? Bizi düşmanlarımıza jurnalledi” kabilinden salvoları ard arda savuruyor. Doğal olarak bir noktadan sonra halkın gözünde haklının haksızın bir önemi de kalmıyor.

 

Memleketin ağır sorunlarına yönelik makul, demokratik, uygar bir müzakere ve katılım zemini oluşturmayı beceremezken, bu diğer tür ağız dalaşlarında bizi tutabilene aşk olsun!

 

Sanki bu durumdan özel bir haz alıyoruz.

 

Neyse… Sıradan gidelim.

 

Muhterem ilahiyat hocası

 

Pek muhterem ilahiyat hocası, Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Yeni Şafak gazetesinde 3 Ağustos 2017’de yayınlanan “Başörtülü sigara” başlıklı yazısında, göstere göstere sigara içen bir kadın gördüğünde “Siz benim başımı örttüğüme bakmayın, benden ümidinizi kesmeyin, sizinle paylaşacağım daha çok şeyim var” diyormuş gibi bir intibaya kapıldığını yazdı.

 

Buyurun, buradan yakın!

 

Yazısının içinde sigaranın sağlığa zararlı olması nedeniyle kimse için caiz olmadığı türünden sözler de yer aldı. İlaveten gelenekten, edepten dem vurdu ama nafile.

 

“Bu nasıl anlayış, bu nasıl ilahiyat hocası” diyen diyene! Özellikle dindar kesimden, hattâ AK Parti milletvekilleri arasında sigara içen kız babası olanlardan çok sert sözler ve özür dilenmesi yönünde tepkiler geldi.

 

Makalenin bütünü içinde, sigara içen başörtülü kadınlara yönelik o tuhaf ve soru işareti yüklü cümleyi açacak, samimi duygularını sergileyecek ve can sıkıcı durumu kurtarmaya yetecek sözlerden eser yoktu. Sigara içen ve içmeyen kadınlar, anaları babaları, dindarlar ve laikler, sağdan soldan çok sayıda vatandaş haklı olarak ayağa kalktı.

 

Tepki duyanlara karşı, Karaman’ın oldukça aşağıdan alınmış sonraki yazısında  “Helallik” istemesi ve kurduğu özür mahiyetli, hayli inceltilmiş cümleler durumu kurtarır mı, doğrusu bilemiyorum.

 

Özellikle dindar-muhafazakar kesimde Karaman’a dair olumlu, saygı yüklü duygu ve düşüncelerin epey erozyona uğradığını tahmin etmek zor değil.

 

Devlet kurmalara doymayan Ayhan Oğan

 

Bu olayın etkileri henüz geçmeden ve bir nefeslik ara olmadan, bu kez AK Parti eski MYK üyesi ve Sivil Alan Platformu Başkanı Ayhan Oğan, sağdan soldan herkese “ Yok artık” dedirtecek şekilde “15 Temmuz’da bu halk devrim yaptı. Vesayet sistemini bitirdi. Şimdi yeni bir devlet kuruyoruz. Beğenin ya da beğenmeyin bu devletin kurucusu da Erdoğan’dır” demesin mi!

 

Ne oluyoruz yahu?

 

Sert duruşuna, sivri, uçuk ve iddialı konuşmalarına bir türlü alışamadığımız, AK Parti merkezinde bulamadığı yeri TV ekranlarında arayan Oğan yine ortalığı şangırdattı.

 

Acayip böbürlenerek ve hattâ biraz dayılanarak söylediği şeyin partisi tarafından da aynı rahatlık ve açıklıkla savunulacağını sanıyor olmalıydı. TV programında böyle bir özgüven içinde görünüyordu. Heyhat! Sahiplenilmek bir yana, tam tersi oldu; partinin ve hükümetin yetkilileri tarafından neredeyse “o zat” derekesine indirilip, pat diye bir kenara itiliverdi.   

 

Beklendiği gibi Oğan’ın ilave açıklaması da oldu. Sözünün arkasında durduğunu, aynı kabadayı edayla belirtti. Anlaşılan, bu açıklamasında da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve AK Parti’nin son dönemde yapıp ettikleriyle siyasal sistemimizde yaşananların ne kadar köktenci şeyler olduğunu; bir mânada yeniden bir devletin inşa edildiğini anlatmak istiyordu. Halen sözünün nereye varacağını ve neleri zorladığını göremiyordu.   

 

Ama o cümleden “ Biz, bunca olan bitenden sonra, eskisini katlayıp kenara koyup, kendi inanç ve anlayışımıza göre yeni bir devlet kurduk; kurucumuz da Recep Tayyip Erdoğan; ona göre ayağınızı denk alın!” tehdidi anlaşılıyordu.  

 

Halbuki Osmanlı İmparatorluğu’nun enkazından, geriye çekile çekile, kayıplar vere vere, olağanüstü zor şartlarda, Anadolu topraklarında Türküyle, Kürdüyle, Lazıyla, Çerkeziyle, Boşnakıyla bağımsız bir devlet kurulmuştu.

 

Her şeye rağmen, devletin bağımsız varlığına ve devamına verdikleri önem ve değer, üzerinde anlaşabildikleri ender konulardan biriydi. Tarihsel saplantısı olan bazı aykırılar bulunsa bile, kurucu babalara ve o uğurda canını verenlere hepsi saygı ve minnet duyuyordu.

 

Bir zamanlar Ak Parti’nin MYK’sına kadar tırmanmış bir siyasetçinin bunların farkında olmadığı elbette düşünülemez. “İnsanoğlunun dilinin kemiği yok” denip geçilecek gibi de değil.

 

Günlerdir “AK Parti’de metal yorgunluğu var mıydı, yok muydu” diye tartışıp duruyoruz ya; bana kalırsa, vatandaşı asıl yoran işte böyle ipe sapa gelmez haller.

 

Focus’un hokus pokusuna gelen Kılıçdaroğlu

 

Madem ki salvo mevsimi açılmış, bari oradan devam edelim.

 

Malum; Ankara-İstanbul arasında yaptığı “Adalet Yürüyüşü” sonrasında CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun uluslararası popülaritesi bir hayli arttı. Böyle durumlarda önemli yayın organları görüşme fırsatı arar. Yine öyle oldu ve 5 Ağustos tarihinde ünlü Alman Focus dergisi Kılıçdaroğlu’yla muhtelif konuların yer aldığı bir röportaj yaptı.

 

Focus dergisi bu söyleşiyi manşetten “Türk politikacı güvenlik için uyarıyor: Yaşam ve hak garantisi yok” şeklinde verdi. Bunu gören Cumhurbaşkanı Erdoğan ve hükümet yetkilileri Kılıçdaroğlu’nu ve CHP’yi eleştiri bombardımanına tuttu. “Nasıl olur da ülkemizi yabancılara şikayet edersiniz… Bu Türkiye’yi düşmanlarına jurnallemektir… CHP, ülkenin bu zor döneminde, can güvenliği yok diyerek, Alman turistlerin Türkiye’ye gelmesini engellemek istiyor… vb.”

 

Siyasal tansiyon fırladı; vatandaş şaşkın; iktidar temsilcilerinden savcıların harekete geçmesi gerektiği yönünde ard arda çağrılar geldi. Kılıçdaroğlu’nun ve CHP’nin çizmeyi aştığı söylendi.

 

Olayın esasını Oral Çalışlar Posta gazetesinde ve Serbestiyet’te çıkan yazısında açıkladı. Focus muhabiri aslında “Almanya’dan Türkiye’ye gidecek olan tatilciler de acaba bir tişört ya da bir şaka nedeniyle tutuklanabilir mi?” diye soruyor. Kılıçdaroğlu’nun cevabı ise “Şu sıralarda Türkiye’de hiç kimsenin güvende olduğunun garantisi yok. Bu güvensizlik yaşamsal ve düşünsel hakları da kapsıyor” şeklinde.

 

Kılıçdaroğlu Türkiye’de nasıl konuşuyorsa ve neleri öne çıkarıyorsa o röportajda da öyle yapıyor. Almanya’ya ve AB’ye de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve AK Parti hükümetinin baktığı gibi bakmıyor; bir tür düşman cephesi olarak görmüyor.

 

Dolayısıyla OHAL ve KHK uygulamalarının yarattığı yaygın mağduriyete; çok sayıda gazetecinin tutuklanmasına; Alman gazeteci Yücel’in ve tutuklanan insan hakları aktivistlerinin tepki toplayan dâvâlarına; FETÖ dâvâlarından yargılananların emekli maaşlarına, mal ve mülklerine yönelik tartışmalı uygulamalara işaret etmeye çalışıyor. Yani muhalefetin hayli zamandır paylaştığı eleştiri ve tepkileri bir kere daha ifade ediyor.

 

Lâkin, son derece genel, Türkiye’ye gelecek turistleri mi yoksa T.C. vatandaşlarını mı kastettiği belli olmayan cümlesi (tekraren: “Şu sıralarda Türkiye’de hiç kimsenin güvende olduğunun garantisi yok. Bu güvensizlik yaşamsal ve düşünsel hakları da kapsıyor”) Focus’un editörlerine istediğini sunuyor.

 

Halbuki konuşmasının içeriğinde Almanlara “Türkiye’ye gitmeyin” diyen bir cümle yok. Focus’un editörlüğü, Türkiye’nin Almanya ile ilişkilerinin limoniliğini de dikkate alarak, tamamen Alman iç kamuoyuna yönelik çıkarımlar yapmış ve röportajı o şekle sokmuş. Eh,  Almanya’da seçim yaklaşıyor ve bu tür yayınlar da işe yarıyor.

 

CHP’nin tekzip göndermesi falan nafile. Olanlar oluyor ve biz günlerdir bunun gerilimini yaşıyoruz. Boğulma hissi veren bu tartışmanın nerelere kadar vardığını hepimiz biliyoruz.

 

Ölümüne bir tiyatro mu, sayın Akaydın?

 

Tam bitti bitiyor derken, Antalya’nın okumuş yazmış milletvekili Mustafa Akaydın, ateşi harlamak üzere olan meydana sıçrayıp, “15 Temmuz darbe girişimi sırasında ölen 250 vatandaşımızın katili devlettir” diyerek sahnedeki yerini aldı.

 

Beklenebileceği gibi tepkiler yağmur gibi yağdı. Devlet yetkililerinden gelen “ Atın bu adamı partinizden” gibi kanıksadığımız tepkileri, müsaadenizle artık bir tarafa bırakıyorum.

 

Ölenlerin anısına saygısızlık yapıldığını söyleyen 15 Temmuz Derneği yöneticileri hemen suç duyurusunda bulundu.

 

Bu kez de farklı olmadı, Akaydın ikinci bir açıklama yaparak sözlerini savundu. “Çarpıtıldı” filan gibi şeyler söyledi. O da “Sözünün arkasında duruyor”du. Evet, bir darbe girişimi olmuştu. Boğaz köprüsüne tanklar gitmişti. Ama neden oraya polisleri göndermeyip silahsız halkı göndererek ölümlerine yol açılmıştı? Üstelik hem öncesinde hem sonrasında tiyatroyu andıran yönler vardı ve iktidar durumdan epey yararlanmıştı. Ama tabii ki bir darbe girişimi de vardı…

 

CHP’nin bir genel başkan yardımcısı Antalya’da basın toplantısı düzenledi; Akaydın’ın değerlendirmelerine katılmadıklarını gösteren net cümleler sarfetti; Mustafa Akaydın’ı ortada, yalnız başına bıraktı.

 

Ölenler yalnızca Boğaz Köprüsü’nde ölmemişti. Polis henüz ulaşmadan birçok yerde direnen yurttaşlar darbecilerin tüfeklerinden atılan kurşunların; tanklarından, helikopter ve uçaklarından atılan bombaların hedefi olmuş ve hayatlarını kaybetmişlerdi. Sokağa silah zoruyla değil, gönüllü çıkmışlardı. Bunlar herkesin gözü önünde cereyan eden olaylardı. Burada tiyatro ve kurgu aramak kabul edilmez bir zorlamaydı.

 

Mustafa Akaydın’ın, hepimizi geren son dönemin siyasal temaşasına böyle bir konu ve iddiayla giriş yapması hiç mi hiç isabetli olmadı. Partisi sahip çıkmadı; o gönülleri kırdığıyla kaldı.

 

Soru sormak, kuşkuları dile getirmek her zaman iyidir. Yeter ki iş şirazesinden çıkmasın!

 

Orhan Veli “Beni bu güzel havalar mahvetti” demişti.

 

Ülke olarak bizi de, bu önü arkası düşünülmeyen sözler çıldırtacak!

 

- Advertisment -