Ana SayfaYazarlarManifesto: “Yine, yeni, yeniden!"

Manifesto: “Yine, yeni, yeniden!”

 

Cumhurbaşkanı Erdoğan geçtiğimiz günlerde bir siyasal manifesto açıkladı. Bunu seçim bildirgesine giriş gibi anladım.

Dikkat çeken unsurları olmasına karşın toplumda fazla bir heyecan yaratmadı.

AK Parti’nin diğer sözcüleri ise Seçim Bildirgesi’nin de iki hafta içinde açıklanacağını duyurdu.

“Allahın bildiğini kuldan saklama”yalım!

 

Ekonomide ciddi dalgalanmaların yaşandığı; bazı büyük sermaye gruplarının servetlerini muhtelif yollardan yurt dışına transfer etmeye başladığı yönünde dedikoduların alıp yürüdüğü; emlâk piyasasında şişkinliğin had safhaya ulaştığı; üç-beş kuruş vergi gelirinin de doğru dürüst getirisi olmayan alanlara kamu yatırımı olarak harcandığı; borsa çakılırken doların kontrolden çıktığı; bütün bu nedenlerle “nereye gidiyoruz?” endişesi ve telâşının her  yanı sardığı biliniyor.

 

Durumun bu hale gelmesini (veya böyle görülmesini) isteyen ve körükleyenler olabilir. Ama külliyen yalansa, bu mumum yatsıya kalmadan sönmesi icap ederdi.

 

Şüphesiz şuursuz Trump’ın, özellikle Ortadoğu’yla ilgili öngörülemez politikaları da, iktidara gelişinin 16. yılını idrak eden AK Parti’nin iç ve dış politikada canını sıkan olumsuz faktörleri beslemeye devam ediyor.

 

Ekonomist değilim, bütün bunlara “evet öyledir” diyemem, ama “ kesinlikle değildir” diyecek de değilim! 

Tekrar ve ikrar

Doğrusu, kim kimin önünü nasıl kesiyor, memleket ekonomisini kim “dövizle vurmaya” çalışıyor; inandırıcı kanıtlar ortaya dökülmeden bu tür komplo iddialarının peşinden gidecek yaşı da epey geride bıraktık.

 

Şöyle göz ucuyla bir bakınca, AK Parti iktidarı ve koalisyon ortağı bakımından genel ahvalin iyi bir görüntü vermediğini söylemek, bana pek haksızlıkmış gibi gelmiyor.

 

Seçmenler arasında önemli bir kesimin “Artık bu iktidarla gidilemeyecek galiba”  duygusuna kapılmasından, milliyetçi ve mukaddesatçı iktidar blokunun bizzat kendisinin de fevkalâde endişe ettiği gösteren haller belirmeye başladı.

 

Nitekim biraz telâşla ve yalapşap hazırlandığı izlenimi veren AK Parti manifestosu da bu şartlarda açıklandı.

 

Lâfı süslemeden söylemek isterim ki içinde hiçbir kayda değer yenilik yok.

 

Tersine, bir zamanlar ciddi ilerlemeler sağlandığı halde son birkaç yıldır aynı derecede ciddi gerilemeler yaşandığı herkesçe kabul edilen meselelerin bir nevi tekrarı ve üst üste yığılmasından ibaret.

 

İnsanda, bazı konulardaki ciddi başarısızlığın bizzat iktidar tarafından ikrar edildiği duygusu uyandırıyor.

 

İktidarın psiko-politiği değişiyor mu ne!

 

Yani, üç iktidar döneminde başarılamayan şeylerin bir kez daha iddiayla ortaya sürülmesi suretiyle, seçmenden yeniden iktidar isteniyor gibi.

 

Herkes “yeni şeyler söylemek lazım cancağızım” havasındayken, seçim yarışının iddialı gücü ve sözcüsünün, önceki dönemlerde başarısız olunmuş konuları manifesto kavramının iddia yüklü şemsiyesinin altında bir kez daha seçmenin önüne getirmesi tuhaf değil mi?

 

Üstelik bu konulardan öyleleri var ki, uzun vadeli bakılsa, biraz daha samimi gayret gösterilse sonuç alınabilecek ve Türkiye’yi bambaşka noktalara taşıyacak şeyler(di).

 

Hele, koskoca Türkiye için sunulan gelecek tahayyülünün kişisel bir taahhüt olarak ifade edilmesi, iktidar çevrelerinde içine düşülen psiko-politik iklimin bariz bir ifşası gibi(ydi).

 

Eşit ve âdil seçimler gelecek bahara…

 

Hal böyle olunca, politikayla profesyonelce ilgileneninden şöyle bir kulak kabartanına kadar herkes, ister istemez seçime giderken rakip blokların durumunu irdelemeye, cumhurbaşkanı adaylarının avantaj ve dezavantajlarını kıyaslamaya başlıyor.

 

Gözler kamuoyu araştırma şirketlerinin sürekli açıkladığı anket sonuçlarında; bunların hangisi manüplatif, hangisi gerçeklere yaklaşıyor… tahmin etmek zor.

 

Aslında detaylarda boğulmayı gerektiren bir durum da yok.

 

İktidarın ve muhalefetin seçimlere eşit şartlarda gireceğini ve demokratik ölçüler bakımından adil bir seçim yapılacağını ummak, ülke hakikatlerinin farkında olmamak anlamına gelecek.

 

Türkiye’de seçimlerin şimdiye kadar birçok başka “Batı dışı” ülkeye göre daha demokratik, eşit ve âdil şartlarda yapıldığını söyler ve yazarız. Evet, bu biraz böyledir de.

 

Ama bunun fazla abartılacak bir şey olmadığını da kaç kez yaşayarak gördük.

 

Hangi parti iktidarın dümenine yapışmışsa, yasalar, devlet imkanları ve medya çarkları ondan yana döner; biz seçmenler de bu durumu içimiz ezile ezile izler ve sonuçları bir biçimde sineye çekeriz.

 

Her defasında da “inşallah bu defa eşit, âdil, demokratik ve saydam bir seçim olur” temennisinde bulunuruz.

 

Eşitler içinde birinci

 

Konuyu dağıtmayalım.

Kumanda ettiği devletin güçleri, personeli ve devâsâ imkânlarıyla, hükümetin her kesime yönelik ardı arkası kesilmeyen teşvik ve destek paketleriyle,  gelecek seçimde sandalyesini garanti altına almak için emrine amade bekleyen (büyük maddî olanaklara sahip) belediye başkanlarıyla ve sadakatte sınır tanımayan üyeleriyle AK Parti örgütü sayesinde, Cumhurbaşkanı Erdoğan terazinin avantaj kefesinde açık ara önde görünüyor.

 

Buna İttifak ve Seçim yasalarının içerisine itinayla yerleştirilmiş iktidarı koruyucu ve kollayıcı maddeleri ve elinden gelen her şeyi yapmak üzere sevinçli bir telâş içinde olan YSK’yı da ilâve edersek, mevzu tamamına ermiş olur.

 

Seçim dönemlerinin adaylarını, görüş ve düşüncelerini doğru ve tarafsız şekilde seçmene yansıtması gereken medyanın haline ise doğrusu daha fazla değinme gereği duymuyorum, duyamıyorum. Belli ki muhalifler bu seçim döneminde yüz yüze ve doğrudan iletişimle, bir de sosyal medyanın sirayet gücüyle durumu idare edecekler. Eh… bunlar da az şey sayılmaz.

 

Uzun lâfın kısası, Cumhurbaşkanı Erdoğan kendini son model 4×4 ciple engebeli yolda sürat rekoru kırmaya hazırlarken, diğerleri beklenmedik bir anda yakalandıkları bu amansız yarış için hiç olmazsa ayaklarına uygun bir koşu ayakkabısı bulmanın derdinde.

 

Denilecek ki muhalif adaylar her biri farklı bir cenahtan beş kişi ve üstelik hepsinin de hedefi Erdoğan.

 

Zaten “milli ve yerli” Cumhur İttifakı da böyle bir şey aramıyor muydu? Toplumu “Bizler” ve “Ötekiler”e ayırmanın cilvesi de bu, diyerek teselli bulmaya çalışmak bir çıkış yolu olabilir mi; bilemedim.

Her halükârda, Türk tipi demokrasilerde demokratik, eşit, genel ve adil seçimler böyle oluyor.

Ne yapalım, buna da şükür; çünkü bunu bulamayanlar da var!

 

Başa mı dönüyoruz?

 

Lâfı manifestoya getirmeye çalışıyorum ama bir türlü de getiremiyorum.

Şimdi, genel vaziyet böyle olunca,  “Siyasal Manifesto” ve “Seçim Bildirgesi” gibi vizyon belgelerinin açıklanmasında da Cumhur İttifakı beklendiği gibi ön aldı.

 

AK Parti genel başkanı sıfatıyla Erdoğan,  “ Şahlanış ve yeniden yükseliş dönemi” olarak tanımladığı, başkanlık sisteminin bütün boyutlarıyla yürürlüğe gireceği 24 Haziran 2018 sonrasına dair politik yönelimlerinin ana başlıklarını açıkladı.

 

Bu açıklamada Erdoğan, bazı köşe yazarlarının da öne çıkardığı gibi, “ Demokrasiden, özgürlükten ve hakların serbestçe kullanılmasından yana olduklarını; yarın da öyle olacaklarını” ileri sürdü. “Milletin egemen olduğu, tam bağımsız, tam demokratik ve müreffeh Türkiye istediklerini” belirtti. “Ahdım olsun ki, yeni dönemde Türkiye muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkacak!” iddiasında bulundu. “Yerli otomobil ve savunma sanayi projelerimiz hayata geçecek” dedi.  “Faizlerin, enflasyonun ve cari açığın düşeceğini” savundu. “Yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklarla mücadelenin hedefleri arasında olmaya devam edeceğini” açıkladı.

 

Bunları duyunca tamam, dedim; geleneğe pek uymasa da galiba iktidardan son yılların adamakıllı bir özeleştirisi geliyor. Açıkçası, başarılamayan mevzulardı sıralanan. Ancak işin esasını anlamam uzun sürmedi. Dördüncü dönem için seçmenden bir kez daha iktidar istenirken, maksada ve meşrebe uygun bir peşrev çekilmesi söz konusuydu.

 

Değişimin böylesi…

 

Bir zamanlar yola çıkılırken vaat edilenlerin önemli bölümünde hakikaten büyük mesafeler alınmış, geleceğe duyulan umut ve güven bütün topluma yayılmış ve Türkiye yaşadığı bir dizi değişimle dünyanın dikkatle takip ettiği ülkelerden biri olmuştu.

 

Halbuki bugün köprünün altından çok sular akmış; temel sorunlarda çözüm bir yana bırakalım,  ciddi geri dönüşler yaşanmış durumda.

 

Tıkanma ve gerileme başladığından beri “beka sorunumuz var” deniliyor;  “Batı bize tertip kuruyor” anlatısına yükleniliyor; olmadı, Cumhur İttifakı dışında kalanlara “ihanet ve hiyanet” gibi haksız, yakışıksız ve ötekileştirici sıfatlar verilerek, demokrasiden, adaletten, düşünce ve basın özgürlüğünden, insan haklarından koşar adım uzaklaşmaya her tür gerekçe bulunuyor.

 

Çarçur edilen demokratik destek

 

Eğri oturup doğru konuşalım; bu iktidar hayli badire atlattı. Darbe hazırlıkları; iç ve dış politikada önemmli ve olumlu hamleleri boşa düşürme girişimleri; bölgeden ve Avrupa’dan dışlanma çabaları; devletin güvenip kapılarını açtığı gayri resmi ortağının çelmeleri; açık ve kanlı darbe teşebbüsü; ekonomik sıkışmalar, vb.

 

Bunlar az buz şey değil şüphesiz. İktidarda tereddüt, duraksama, geriye çekilme, erteleme ve hattâ vazgeçme eğilimleri yarattığı da âşikâr. 

 

Ama bunlar yaşanırken, bambaşka ideolojik ve politik yerlerde duranlardan hiç de küçümsenmeyecek destek gördüğü, badirelerin atlatılmasında onların da ciddi katkısı olduğu aynı derecede gerçek.

 

Bu bağlamda, iktidar kucaklayıcı olduğu ve demokratik demokratik zeminde durduğu müddetçe farklı kesimlerden hiç de küçümsenmeyecek bir toplumsal destek gördü.

 

Tarihsel bir kutuplaşma mirasına sahip ülkemizde bu destek çok kıymetliydi.

 

Ne ki, milletçe kucaklaşma ve temel sorunları görüşerek, konuşarak, barışarak çözme fırsatlarının, özellikle son dönemlerde bu iktidar tarafından — tıpkı zengin ailenin yol bilmez ve eli iş tutmaz hayırsız evlâdının aile mirasını çarçur etmesi gibi — hoyratça ve hovardaca harcanmış olduğu da bir gerçek.

 

Başbakanlıkta çözemedik, bari başkanlıkta deneyelim

 

AK Parti dördüncü kez iktidar istiyor ve 16 yıl önce yapmayı vaat ettiklerini bir kez daha aşağı yukarı aynen vaat ediyor.

Üstelik bunları yeni bir siyasal rejimde ve bambaşka bir iktidar modelinde yapmak istiyor.

Hem de nasıl bir iktidar!

Olağanüstü güçlü bir başkan ve onun dümen suyunda bir yargı. Onu denetleyecek meclis nerede diye soracak olursanız, söylemeye dilim varmıyor ama eli kolu bağlanmış gibi.

İlk yılların o şaşırtıcı demokratik reform rüzgârını estiren idealist parti kadrosunun da yerinde yeller esiyor. 

Aradan geçen zaman bu partiyi ve şimdiki kadrolarını hayli “realist” yapmış.

AK Parti 2002’lerin AK Partisi değil.  Şüphesiz devletin imkânlarını Fethullah Gülen örgütüne sonuna kadar açtığı dönemin AK Parti’si hiç değil. 15 Temmuz 2016 kanlı darbe girişimini, içinde muhalif partilerin ve yurttaşların da yer aldığı bir demokrasi ve meşruiyet koalisyonuyla alt eden AK Parti de galiba artık gerilerde kaldı.

 

Eski ürüne yeni ambalaj

 

On beş yıldır siyasette liste birinciliğini kimselere kaptırmayan bu partinin, müzik âleminden ödünç aldığımız bir tanımlamayla “Yine, yeni, yeniden” başlıklı son ürünüyle karşı karşıyayız.

Üstelik bunu, Türkiye’nin siyasal hafızasında hiç de iyi izler bırakmamış olan “milliyetçi ve mukaddesatçı” bir koalisyonla gerçekleştirmeyi vaat ediyor. 

İnansan bir türlü, inanmasan bir türlü!

Bildiğim bir şey varsa, o da bizim seçmenin umulmadık tercihleriyle herkesi şaşırttığıdır. 

Hele fırsatını yakaladığında, kibri tavan yapmış olup kendini yenilmez görenlere, toplumsal uzlaşma üzerinde yükselen demokratik rızayı boşlayıp olmadık mühendislik projelerine kendini kaptıranlara, demokrasiyi siyasal sistemin sırtında bir yük olarak görenlere umulmadık dersler vermesi, unutulmazlar arasındadır.

Kafamı kemiren yan sorulardan bir türlü manifestonun kendisine gelemedim vesselam!

 

 

 

 

- Advertisment -