Ana SayfaYazarlarErdoğan nasıl kaybeder, İnce nasıl kazanır?

Erdoğan nasıl kaybeder, İnce nasıl kazanır?

 

Partisinin Salı günkü Meclis grubunda Erdoğan, önceden ilan edilen profile hiç uymayan birinin Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) cumhurbaşkanı adayı olmasıyla ilgili ironik bir değerlendirmede bulundu:

“Bizi çıldırtacaklarını söyleyerek yola çıkmışlardı. Haklarını vermek lazım çıldırtmasalar da şaşırtmayı başardılar.”

Doğrusu, henüz adı konmamış adayın üç temel vasfından birini ‘kavgacı olmayan’ diye açıkladıktan sonra Muharrem İnce adını zikretmek herkes için şaşırtıcı oldu.

Fakat bence bu aralar Erdoğan ve AK Parti asıl başka bir şaşkınlığı, Muharrem İnce gibi birinin nasıl bu kadar sakin kalabildiğinin şaşkınlığını idrak etmekte… O sakinlik ki, İnce’nin, Erdoğan’ı ‘çıldırtmasa’ bile canını çok sıkan hamleler yapabilmesine imkân sağlıyor.

 

Başarı dilemek için randevu talebi

 

Muharrem İnce’nin başarı dilemek için Erdoğan’dan (ve öbür adaylardan) randevu talep etmesi bu hamlelerin en önemlilerinden biriydi.

Bu hamlenin kabalıktan, nezaketsizlikten, kavga ve gürültüden usanmış her kesimden seçmen üzerinde çok olumlu bir iz bıraktığı muhakkak…

Bir adayın teklif sahibi olduğu için ‘belirleyici’, öbür adayın ‘evet’ ya da ‘hayır’ diye cevaplamak zorunda olduğu için ‘takipçi’ konumunda olduğu bir ilişkide Erdoğan’a ‘takipçi’ rolünün düşmesi, hiç kimsenin kuşkusu olmasın, Erdoğan’ın canını çok sıkmıştır.

Erdoğan, alt metninde ‘yarışı centilmence götürelim’ yazan buluşma teklifine ‘evet’ dedi ama, bu ‘evet’in kerhen olduğu, buluşmadan bir gün önce şu tahkir ve tahrik edici cümleleri kullanmasından anlaşılıverdi:

"Seçim kampanyasında CHP'nin başındaki zata mı yoksa öne sürdüğü garibana mı bakacağız? Onu bilemiyoruz. Ortada bir aslı bir de kuklası var. Hacivat Karagöz oyunlarındaki gibi. Şimdi biz sopanın ucundaki figürle mi uğraşacağız. Sopayı tutanla mı uğraşacağız?”

Bu sözler, şu ‘lanet olası’ centilmenlik buluşmasını öneren ‘zat’ı teklifinden vazgeçirmeye matuf olabilir mi? Bence olabilir.

Ne var ki İnce, Erdoğan’ın bu kışkırtıcı sözlerine ve “Saray’da olmaz”larına yine çok sakin ve çok olgun bir tepki verdi: “Memleket meselesidir, şuradaki simitçiye çağırsa da giderim.” (Muharrem İnce kışkırtmalara gelmez, bu yolda devam edebilirse Erdoğan’ı ‘çıldırtan’ adam da olabilir.)

 

Televizyon tartışmasına davet

 

Muharrem İnce’nin Erdoğan’ı ‘takipçiliğe’ zorladığı bir başka teklif daha var: Cumhurbaşkanı adaylarının televizyonda tartışmaları…

Bilenler bilir, son seçimler öncesinde, 1990’larda liderlerin televizyonda sakin bir dille, birbirlerinin sözlerini kesmeksizin  ülkenin meseleleri hakkında tartıştıklarını gösteren videolar ‘keşke şimdi de olsa’ dilekleri eşliğinde binlerce kez paylaşıldı.

Muharrem İnce’nin önerisi, işte bu özlem temelinde çok güçlü, reddedilmesi çok zor bir davet niteliği kazanıyor.

Erdoğan’ın bu teklifi reddetmesi, Kılıçdaroğlu’nun “cesaretin varsa televizyonlarda tartışalım” önerisini reddetmesi kadar kolay olmayacak…

Çünkü Kılıçdaroğlu ile Erdoğan arasında sözün gücünü kullanma ustalığı açısından dağlar kadar fark vardı ve Kılıçdaroğlu’nun ‘hadi, hadi’ diye bastırmasındaki cesaret, kamuoyunda nasıl olsa düello teklifine icabet edilmeyeceğini bilen birinin ‘cesaret’i olarak algılanıyordu… Keza bu teklifi sürekli olarak reddeden Erdoğan yenilgi korkusuyla kaçan biri gibi değil, 8 yaşındaki kardeşinin meydan okumasını, gülerek ‘hadi oradan’ diyerek geri çeviren 20’li yaşlarındaki profesyonel güreşçi ağabey gibi algılanıyordu.

Fakat şimdi durum hiç böyle değil… İnce’nin bıktırıcı tekrarları karşısında Erdoğan’ın bunları duymazlıktan gelmesi hiç böyle algılanmayacak ve Erdoğan’ın bu defa gerçekten de korktuğu düşünülecek.

 

İnce, bu pozitif iletişim stratejisini kimden öğrendi?

 

Gerek Erdoğan’ın kışkırtıcı sözleri, gerekse iktidara yakın medyanın Muharrem İnce’yle ilgili ‘belaltı’ vuruşları, İnce’nin kampanyasını nasıl yürütmesi gerektiği hususunda esaslı bir fikir veriyor: İnce, kışkırtmanın dozu ne kadar yükselirse yükselsin, asla onların istediği gibi ağzından köpükler saçarak konuşan biri haline gelmemeli. Şu âna kadarki görüntü, İnce’nin bu tuzağa düşmediğini gösteriyor.

Tam bu noktada bir tahmin öne süreceğim: Bana öyle geliyor ki, İnce ve kampanya ekibinin önünde geçen yazımda sözünü ettiğim AKP Neden Kazanır, CHP Neden Kaybeder başlıklı kitap var ve bu ekip oradaki, CHP’lilerin hiç alışık olmadığı ‘pozitif’ iletişim stratejisini uyguluyor.

O iletişim stratejisi ki, AK Parti’lilere bugün bile inanılmaz gelen 2009’daki ‘Antalya yenilgisi’ne ya da ‘CHP zaferi’ne yol açmıştı.

CHP’nin o kampanyasını yürüten kişi, yukarıda zikrettiğim kitabın yazarı olan Ateş İlyas Başsoy’du. Başsoy, klasik bir CHP’li olan ve klasik, polemikçi bir CHP kampanyasına hazırlanan Mustafa Akaydın’ı “Lütfen, Türkiye İsveç tipi bir seçim kampanyası görsün” diyerek ikna etmiş ve kampanyanın ilk günü Akaydın’ın elinde bir çiçekle rakibi AK Parti’li Menderes Türel’i ziyaret etmesini sağlamıştı.

Önümüzdeki iki yazıda o kitabı ve CHP’nin 2009’deki Antalya seçim kampanyasını ele alacağım.

O kampanya CHP’ye seçimi kazandırmıştı, bence Muharrem İnce de ancak öyle pozitif bir kampanyayla sonuç alabilir, ki şu âna kadar kampanyasını bütünüyle bu temelde yürüttü.

Bakalım, önümüzdeki iki yazıda kitaba ve Antalya seçim kampanyasına dair anlatacaklarımı okuduktan sonra İnce’nin ekibinin önünde o kitabın açık olduğu tahminime siz de katılacak mısınız?

- Advertisment -