Ana SayfaYazarlarAdaletsizliği, fazla kötü hissetmeden onaylamada yardımcı gerekçeler

Adaletsizliği, fazla kötü hissetmeden onaylamada yardımcı gerekçeler

 

28 Şubat döneminde başörtüsü nedeniyle uğradığı haksızlığı gidermek için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuran Leyla Şahin’in günümüzdeki hak ihlalleri ve adaletsizliklerle ilgili sözlerine ben bambaşka bir açıdan takılmıştım…

 

Hatırlarsak, şöyle demişti Leyla Şahin:

"İnsan hakları ihlali deyince akla somut söylenebilecek bir iki tane olay bile gündeme getiremiyorlar. Bu çok algı ve yanlış söylemlerle birlikte aleyhimize kullanabilecek bir alan olarak görülebiliyor. Aslında bunların hiçbiri doğru değil.”

Bu sözler karşısında elbette benim de ilk tepkim birçokları gibi “insaf” diye inlemek oldu. Fakat içimden, Leyla Şahin’e göre hiç olmayan insan hakları ihlallerini örneklerle hatırlatan, bakın şu var, şu da var diyen bir yazı yazmak gelmedi.

Böyle bir sergileme çabası, sanki günümüz Türkiye’sindeki adaletsizlikler alanı herkesin bir bakışta görebileceği binlerce, on binlerce vakayı kapsamıyormuş… sanki sadece birkaç “münferit” hadiseden ibaretmiş… ve sanki onlar da çok aleni olmadığından  bulup ortaya sermek için çaba sarf etmek gerekirmiş gibi bir anlam taşıyacağından, zül addetttim böyle bir yazı yazmayı…

 

Leyla Şahin hakikaten, samimiyetle adaletsizlik görmüyor

 

Bir de, dediğim gibi, ben bambaşka bir açıdan takılmıştım bu sözlere.

Kendi kendime sorup cevabında zorlandığım soru şuydu: Leyla Şahin, belli ki zekâsı da kavrayışı da yerinde bir kadın. Peki, böyle biri nasıl olup da on binlerce vakalı bir alana bakıp tek bir vaka bile görmediğini söyleyebiliyordu.

 

Soruya cevap vermeye çalıştığımda iki ihtimal geldi aklıma: Ya, dedim, Leyla Şahin görüyor fakat dümdüz bir siyasetçinin aklına ilk gelen şeyi yapıp inkârdan geliyor… ya da bakıyor fakat baktığında hakikaten bir adaletsizlik görmüyor ve söylediğini inanarak söylüyor.

 

Vardığım sonuç şu oldu: İkincisi geçerli…

 

Olmayana ergi metoduyla vardım bu sonuca… Çünkü Leyla Şahin gibi birinin, apaçık bir hakikatin hiç olmadığını söylemesi eşyanın tabiatına aykırı olurdu. Mesela neye benzetebiliriz bu durumu? Diyelim ki partisi seçimlerde ağır bir yenilgi aldı. Böyle bir durumda, başka siyasetçilerin de sıkça yaptığı gibi rakamlarla oynayarak o yenilginin neden yenilgi sayılmaması gerektiğine dair bir savunmaya girişebilir ve savunması argümanların gücüne göre ciddiye alınabilir ya da alınmaz. Fakat partisinin seçimlere hiç girmediğini, dolayısıyla ortada bir yenilginin de olmadığını söylemesi durumunda Leyla Şahin’i kimse ciddiye almaz.

 

İşte bu nedenle birinci şıkkı eledim ve Leyla Şahin’in, Türkiye’ye baktığında ortada adaletsizlik adına herhangi bir şey görmediğine hakikaten inandığı sonucuna vardım.

 

Peki, böyle bir şey nasıl olabilir? Başlangıçta karmaşık ve tuhaf gibi görülse de, aslında son derece yalın bir insani gerçeklikten söz ediyoruz: İlkesel olarak reddettiğimiz, olmaması gerektiğine samimiyetle inandığımız bir şeyi (burada “adaletsizlik”) bir dizi meşrulaştırma mekanizması üzerinden kabul edilebilir ve onaylanabilir başka bir şeye dönüştürüyoruz ve böylece kendi vicdanımıza ve ahlakımıza aykırı davranıyormuşuz duygusuna kapılmaksızın kendi vicdanımıza ve ahlakımıza aykırı davranma imtiyazını elde edebiliyoruz.

 

Herkes kendi kişisel tarihinden böyle meşrulaştırmalar bulup çıkartabilir… Öte yandan, büyük “dava”ların kesin inançlıları da çok âşınadır böyle meşrulaştırmalara… Halil Berktay yakın bir zamanda Sovyetler Birliği, İtalya ve Almanya örnekleri üzerinden böylelerinin, apaçık adaletsizlikleri nasıl “samimiyetle” adalet olarak görüp ona inandıklarını uzun uzun anlatmıştı.

 

“Merhamet ve Adalet Dengesinde Hukukun Değeri”

 

Son yıllarda İslami kesim içinde iktidara yönelik eleştirileriyle bilinen Haksöz dergisi, Ocak sayısının kapağını günümüz Türkiye’sindeki hukuksuzluğun ve adaletsizliğin sergilenmesine ayırmış.

 

Ben, “Merhamet ve Adalet Dengesinde Hukukun Değeri” başlıklı kapsamlı dosyadan derginin Twitter hesabındaki sınırlı paylaşımlar sayesinde haberdar oldum. Ardından Karar gazetesi yazarı Ahmet Taşgetiren’in bu sayıyı tanıtan “İslâmi kesim ve adalet” başlıklı yazısını okudum.

 

Taşgetiren’in özellikle zikrettiği bir bölüm tam da benim Leyla Şahin’in sözleriyle ilgili sorduğum soruya cevap niteliğindeydi. Haksöz, benim sorumu Türkiye’deki adaletsizlikler alanına bakıp da hiçbir adaletsizlik görmeyen bütün Leyla Şahinler için soruyor ve onların nasıl bir meşrulaştırma mekanizmasıyla bu sorudan sıyrıldıklarını ele alıyor. Taşgetiren’in yazısından aktarıyorum:

“Dergi adına yazılan yazının özünü şu ifadeler oluşturuyor denebilir: ‘Sadece yakınlarımız, sevdiklerimiz, bizden bildiklerimiz için değil, herkes için, icabında hiç hoşlanmadıklarımız, sevmediklerimiz için de tutarlılıkla adalet talep etmeliyiz. Allah’ın bütün kullarına adaletle davranmak şahitlik bilincinin yükseldiği bir sorumluluktur.’

“Dergide daha geniş bir incelemeyi Bahadır Kurbanoğlu yapmış.

“(…)

“Bu dönemde de ‘Siyaset – Medya – Yargı Üçlüsünün ideolojik davranma geleneğinin ihya edildiği’ görüşünü savunan Kurbanoğlu, bu zeminin muhafazakar camialarda doğurduğu zihinsel yapının koordinatlarını şöyle sıralıyor:

 

Hepsi birbirinden “ikna edici” gerekçeler

 

“- Onlar bizi ele geçirselerdi ne yapmazlardı ki.

“- Eğer hak tespitini kılı kırk yararak yapmaya kalkışırsak, güvenlik ve bekamız tehdit altında olmaktan kurtulamaz.

“- Geçmişe dönmek istemiyorsanız hali hazırdaki hukuksuzluklara tahammül etmelisiniz.

“- Abartılı bir mağduriyet edebiyatı var. Olağanüstü dönemlerden geçiyoruz. Elbette hatalar olacak.

“- Bu tarz eleştirilerle FETÖ ile mücadeleyi sulandırmamalıyız.

“- Reel politik böyle bir şeydir. Bilmediğiniz arka planlar var. Bilip bilmeden sesimizi yükseltip yanlış bir konumlanma içinde olmamalıyız.

“- İtidalli olalım ve düşmanın eline koz vermeyelim.

“- Daha yolun başındayız; katedilecek çok yol var.

“- Yargıdaki hatalar meselesi sadece bugünün konusu değil ki her zaman mevcuttu.

“- Bunlar bizi ele geçirselerdi kıtır kıtır keserlerdi.

“Bu tavırları ‘Olay mahallini ıslık çalarak terk etme’ diye niteleyen Bahadıroğlu, bunun bir düşünüş biçimi haline geldiğini ve oradan yola çıkınca da, her somut olaydaki hukuksuzluğa bir gerekçe üretildiğini ifade ediyor. Mesela, Büyükada olayı için ‘Ateş olmayan yerden duman çıkmaz’, Kavala için ‘Sorosçuları savunmak bize mi düştü?’, Kuytul için ‘Saçma sapan siyasi … görüşleri var’, Hizbü’ttahrir için ‘Hilafeti savunmak suçsa bunda da çok ısrarcı olmamak lazım’ gibi gerekçeler…”

 

Ahmet Taşgetiren, “Ben bu kendi kendine bakış hamlesini çok önemli buldum. Sonuçta bizler kendi hasabımıza da bir hayat – memat değerlendirmesi yapmak durumundayız. Emin olun ruz-i mahşerde herkes tek başına yargılanacak!” cümlesiyle bitiriyor yazısını.

 

Doğrusu ben de çok önemli buldum bu çabayı. Dergiyi mutlaka edineceğim. Belki daha ayrıntılı bir yazı da yazarım.

 

Bahadır Kurbanoğlu’nun Twitter sayfasındaki profilinin bir parçasını oluşturan cümleyle bitiriyorum:

“Bizim düşmanımıza tek bir borcumuz var, o da adaletli olmak.”

- Advertisment -