Ana SayfaYazarlarZorunlu modernleşme serencamımız ve darbe girişimi

Zorunlu modernleşme serencamımız ve darbe girişimi

 

Modern Türkiye`nin bir devrimle varlık kazandığını anımsarsak, en travmatik değişimlerin de devrimler olduğu beliriverir zihnimizde. Elbette travmatik olduğu kadar da dramatik bilançoları olmuştu bu radikal değişimin.

 

İlkin, modernleşme serencamıyla birlikte din ile araya çok keskin mesafe konuldu. Deyim yerindeyse, dine ustura vuruldu. Ancak muhafazakâr tabanın dinle derinden bağını sabahtan akşama kesmek kolay değildi. Bu radikal operasyondan dolayı, illegal dini grupların veya cemaatlerin önü açılmış oldu. Halk da, derinden bağlı olduğu ulvi değerler için, din veya dinimsi yerlere/yapılanmalara koşmaya mecbur kaldı. Varsın kusurlu olsun ama dini olsun mantığı devletten uzaklaşmaya; cemaatlere yaklaşmaya neden oldu. Ama bu yapılar, illegal olmanın dışında, kötünün iyisi kabilinden bilgiler aktarıyordu. Son gördüğümüz dram bu tehlikenin sinsice büyümüş sonuçlarını gösterime sundu.

 

Bir kere, Cumhuriyet`in zorbacı modernleşmesi ve laikliğinin komplikasyonları böylece görülünce, çok gerilere, öykünün başladığı mevzilere ve zamanlara gidilmesi icap ediyor…Sonra, bu hazin manzaranın arkasından/fondan özgürlük ve çok seslilik sedası yükseliyor. Ülkede beyazlar muhafazakârları küçümsemeseydi, farklılıklara açık olunsaydı, kısacası özgürlükler gasp edilmeseydi, yaşadığımız bu acı tablo olmayacaktı. İşin garibi, tehlike bilindiği halde hep göz yumuldu. Belki de bunca karanlık, daha aydınlık yarınlara hazırlayacak….kim….bilir. Lakin bilinen bir şey varsa, dış güçler bu aydınlığı ve gücü istemiyor…

 

Anladık ki, değişime tabi tutulacak ilk kurumlar eğitim kurumlarımızdır. Bizim hantal eğitim yapımızdan, bunca entrika sızabiliyorsa, daha güçlü, daha bilinçli daha kıvrak kurumlara ve başka alternatiflere pabuç bırakmayacak eğitim mekanizmalarına dahi muazzam eğitim felsefelerine ihtiyacımız var. Zira sekulerizm ve modernitenin acımasız ithal silindirinin vahşi sonuçlarıydı bir yönüyle yaşadıklarımız.

 

Ancak bu maşayı acımasızca ateşe püskürten elbette ulus dışı operasyonlar veya saldırı güçleriydi. Uluslararası güçler Türkiye`yi hiçbir zaman görmezden gelmedi önemli olduğunu bildi ve gözden ıraklaştırmanın yollarını her daim aradı. Yaşananlar bunun acı bir sonucudur. Esasında gerçek sorun, maşa sorunu değil: uluslararası operasyonun düğmeye basmış olması ve ısrarla Suriyelileştirilmeye çalıştığımız gerçeğidir.

 

Bütün bu hayati nedenlerden dolayı Türkiye, dünden daha uyanık ve çalışkan dahi liyakate önem vermek zorundadır. Çünkü tehlikenin boyutları ve mihrakları gizli değil aleni bundan böyle. Askeri güç milli olmak zorunda, eğitim daha yaratıcı daha işlevsel olmaya mecbur, ekonomi daha güçlü ve daha planlanmış olmak mecburiyetinde dahası istihbarat yeniden revize olmalıdır.

 

Bütün bunlar, görünüşte şer olarak gündeme oturan manzarayı, hayra çevirmek için bir fırsattır. Gerçek yol simdi belirdi ve devam edilecek sokaklar, caddeler ve durmak yok komutu halihazırda daha açıklık kazandı. Böylece genç nüfus dünden daha fazla önemli hale geldi.

 

Darwinvari konuşursak bu doğal eleme sonrasında, aklı başında inşa dönemi başlaması bir tercih değil, gerekliliktir. Zira hem kemikleşmiş Kemalizm hem kirlenmiş cemaat neferleri hem de yerli olmayan ajanlar ayıklanınca, daha güçlü olmak için fazlaca nedenimiz olacak. Ancak var yok bu arada gücün nerdeyse yarısı eğitime ve üniversitelere tasnif edilmek zorunda. Belki de, dünyada üniversiteler kapitalizme birer robot yetiştirirken, hazır halkın bu içtenliği ve insanlığıyla daha canlı daha gerçekçi eğitim sistemi de oluşur. Bütün bunların yol arkadaşı olarak dini eğitim kurumları da sekulerizmin güdümünden çıkarak aslına rücu etmeye mecburdur.

 

Bu ivedi zorunluluklar için, sağlıklı ortam, güvenlik ve özgürlük atmosferidir. Devlet, güvenliği ve özgürlüğü özellikle halktan aldığı güçle kararlıkla yerine getirecektir. Çünkü halk önemli bir şey söyledi ve yerinde dahi zamanında geçerek, bir çeşit praksis (sözün eylemde tecessümünü) inşa etti: `Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir…` dedi… başka söze hacet yok…

 

Tam da bu noktada, Alman siyaset teorisyeni ve hukukçusu Carl Schmitt'in bir tespiti akıllarımıza geliveriyor (!): "Egemenliği elinde bulunduran güç, olağanüstü durumlarda ortaya çıkar ve ne olacağını belirler. Egemenliğin tanımı gereği bu güç kendini ancak böyle zamanlarda belli eder. Normal zamanda ortaya çıkmasına gerek yoktur zaten."

 

Böylece egemen gücün halk olduğu ilan edildi. Ve fakat ülkenin dünden daha kuşatıcı, daha güçlü ve daha programlı olmaya ihtiyacı var…Bu ihtiyacın farkında olan dış güçler saldırı planlarını da artıracaktır…Bu tazyik de, güçlü olmayı bileyecektir…Kaybederken kazanmak böyle bir şey olmalı.

 

 

 

- Advertisment -