Ana SayfaYazarlarAvrupa'ya mülteci akını ve sorunları

Avrupa’ya mülteci akını ve sorunları

 

Avrupa’nın mültecilere aylardır kapılarını açmaya pek de gönüllü olmayan dirençlerini, Suriyeli minik Aylan’ın Ege'de kıyıya vuran cansız bedeni yumuşatmaya başladı.

 

İlk başlarda duymazdan gelinen bu sorun karşısında, özellikle AB ülkeleri ortak kararlar almak durumunda kaldı. Çünkü koca Akdeniz’in Irak ve Suriyeliler’e mezar oluşuna daha fazla kayıtsız kalınamazdı. Sınırlı imkanları olan mülteciler, hayatları pahasına, derme çatma gemi ve botlarla yollara döküldüler.

 

Cenevre merkezli Uluslararası Göç Örgütü (IOM), Akdeniz'i geçerek Avrupa'ya ulaşan mülteci sayısını 464 bin 876 olarak duyurdu! IOM verilerine göre 2015'in başından bu yana söz konusu macerada Akdeniz’de boğulan sığınmacı ve mülteci sayısı ise 2 bin 812 olarak bilinmektedir.

 

Çoğu Avrupa ülkesinde son günlerde dikkat çekecek kadar mülteci sorunu için toplantılar yapıldı. Örneğin Hollanda, Başbakanın katıldığı bir toplantıya imza attı. Güvenlik ve Adalet Bakanlığı Müsteşarı Klaas Dijkhoff, mülteci sorunun görüşüldüğü toplantıdan sonra yaptığı açıklamada, Hollanda'ya içinde bulunduğumuz eylül ayında gelen sığınmacı sayısının 4 bin 200 olduğunu söyledi.

 

Bu zorlu yolculukta olumsuzluklar bile mülteciler için umut gibi görünmektedir. Nitekim sığınmacılar, uluslararası koruması olan mülteci pozisyonuna çıkabilmeyi bile bir ümit olarak gördüler. Çünkü sığınmacıların, mülteciler gibi, uluslararası korunma statüleri henüz resmi olarak tanınmış değildir.

 

Ancak ister mülteci, ister sığınmacı olsun hayatı pahasına Avrupa’ya girmeyi başaranların yakasını yeni sorunlar bırakmıyor. Çünkü hayallerini kurdukları Avrupa, zorlu, uzun ve bazen sonu belli olmayan bir yolculuğun başlangıcı olarak karşılarına çıkmaktadır. Çünkü bu insanlar, bürokratik, barınma, ekonomik, dil, eğitim, sağlık, iş, ırkçılık, kültürel ve sosyal kabullen(me)me ve de psikolojik sorunlar ile başetmek zorunda kalıyorlar. Bütün bunlarla boğuşmayı göze alanlar bir tarafa, uzun çaba ve kuyruklarda beklemnin sonunda -mesela Fransa’da- “kağıtsızlar” brokrasisine takılanlar, “ret politikalarının”  acımasız kurbanı olmaktadırlar.

 

Öte yandan kabul alan mültecilerin peşini kötü yaşam bırakmamaktadır. Çünkü iltica kamplarının elverişsizliği ve barınma sorunu en ciddi problem olarak varlığını ve ciddiyetini muhafaza etmektedir. Ancak bu mesele ülkeden ülkeye değişmektedir. Mesela bazı ülkelerde (Almanya ve Avusturya) mülteci ve sığınmacılar için barınma olanakları, toplumdan ve şehirlerden uzak olarak iltica kamplarında karşılanmaktadır. Kuşkusuz bu sağlıksız ortamlar, bedensel ve ruhsal hastalıkların yuvası izlenimini vermektedir. Bir de savunması zayıf, onca zorluğu sırtlanan küçük çocuklar akıllara geldiğinde, iş iyice sarpa sarmaktadır.

 

Kuşkusuz bu insan kaynağını fırsat olarak gören bir pazar vardır: Nitekim mülteciler potansiyel ucuz iş gücü olarak görülmektedir. İlticaya başvuranların veya kağıtsızların genellikle hukuki ve dil sorunlarından dolayı  kendi etnik toplumlarının içinde iş bulabildiği dikkati çekmektedir. Ancak mültecilere, kendi etnik grupları sosyal çevre kurma ve psikolojik destek bulma bakımından olumlu etki sağlarken; öte yandan iş güçlerinin sömürülmesine de neden olabilmektedir. Dahası bu ucuz işçiler, emeklerinin karşılığını alamamaktadır; zira kağıtsız sığınmacıların en acımasız tehdidi, polise şikayet olarak karşılarında durmaktadır.

 

İşçi sömürüsünün en acımasız boyutu belki de kadın mülteci ve sığınmacıların, iş hayatlarında cinsel istismara ve saldırıya uğramalarıdır. Hatta İtalya’da kadın ve çocukların para karşılığı cinsel pazarın birer ucuz işçsi oldukları medyaya düşün haberlerden sadece birkaçıdır.

 

Bu sorunların yanında sağlık ve eğitim olanakları da mülteci ve sığınmacıların en çok karşılaştıkları sorunlar olarak bilinmektedir.  Bazı ülkelerde mülteciler sağlık ve kısıtlı eğitim haklarına sahipken, genellikle çoğunda bu imkan mevcut değildir. Birleşmiş Milletler'in Çocuk Hakları Sözleşmesi'nde ve mültecilerin hukuki statüsüne ilişkin Cenevre Sözleşmesi'nde, çocukların temel eğitim hakkı garanti altına alınmakla birlikte birçok kağıtsız göçmenin çocukları, bu haklarını kullanamamaktadır.

 

Ancak şimdilerde görmezden gelinen bu sorunlar, ileriki zamanlarda toplumun bütün kesimlerini şu veya bu şekilde ilgilendirecektir. Bilhassa “yabancılara” yönelik ırkçı ve ayrımcı  politikalar  özellikle kadın ve çocuklar üzerinde sosyal ve psikolojik sorunlara neden olmakta; doğal olarak da bu sorun, toplumun tamamını etkileyecek bir mesele olarak geleceği tehdit etmektedir.

 

Esasında uzmanlar göç olgusunun bir gerçeklik olarak kabul edilmesi gerektiğini ileri sürerek, bunu olumluya çevirmenin imkanlarını aramaktadır. Hollanda Hükümetinin Bilimsel Konsey sosyoloğu M. Kramer özellikle yüksek okul mezunu ve çalışan göçmenlerin  toplum için bir zenginlik olduğunu belirtiyor. Bunun yanında  göçmen çocuklarının eğitimlerine önem verilmesinin, geleceğe yönelik en iyi sosyal ve kültürel sermaye olduğu vurgulanmaktadır.

 

Her ne kadar mültecilik olağan dışı zorunlu göç olsa da, sonuçta bir tür sosyal hareketliliktir.  Göçmenlik uzmanları, göçmenliğin doğal bir hak olduğunu savunuyorlar. Ve  “Dünya herkese yeter. İllegal insan olmaz. Kimse kendi doğacağı ülkeyi seçemez,” diyorlar.

 

- Advertisment -