Ana SayfaYazarlarÖzel ilişkinin yeniden canlanması

Özel ilişkinin yeniden canlanması

 

Birleşik Krallık (BK) Başbakanı Theresa May, Başkan Donald Trump’ın Washington’da kabul ettiği ilk yabancı devlet temsilcisi olma onuruna erişti. Bu aslında iki ülkenin 200 yılı aşkın bir geçmişe uzanan, zaman içindeki iniş ve çıkışlara karşın silahlı çatışmadan sağlam bir ittifaka evrilmiş, hatta Winston Churchill’in ünlü Fulton diskurunda dile getirdiği gibi “özel ilişki” (special relantionship) niteliği kazanmış olan tarihi bağları dikkate alındığında şaşırtıcı bir buluşma değildi. Trump’un dış politikasının dümenini yeni ufuklara kırdığı ABD ile Brexit kararını hayata geçirmeye hazırlanan BK’nın bu koşullarda daha da yakınlaşmaları doğaldı.  

 

Doğal olmayan Obama doktrininin iki ülke arasındaki bu özel ilişkiyi tehdit etmiş olmasıydı. Nitekim 2015’in Nisan ayında Kongre’ye gönderilen notta Obama yönetiminin stratejik öncelikleri arasında BK ile ilişkiler yer almıyordu. Ayrıca Kongre Araştırma Servisi’nin (Congressional Research Service) Brexit referandumu öncesinde hazırladığı belgede de BK’nın AB’den çıkmasının ülkede yol açacağı siyasi ve ekonomik sorunlar vurgulanıyordu. Başka bir deyişle Obama, Trump’un önceki gün dile getirdiği gibi ne Brexit’i “harika”, ne de bu kararı alan BK halkını “akıllı” ilan edecek bir yerde duruyordu.

 

Barack Obama ayrıca Brexit referandumu ertesinde istifa etmek zorunda kalan Cameron ile ABD’nin özel ilişki içinde olduğu bir ülke Başbakanı ile olması gereken bir ilişki kurmadı. Geçen yıl The Atlantic’ten Jeffrey Goldberg’e verdiği mülâkatta Kaddafi’nin düşmesinden sonra Libya’da oluşan kaostan Cameron’un sorumlu olduğunu söyledi. Hatta Cameron’u birçok şeyden ötürü “dalgın” olmakla suçladı. Bu nedenle Trump-May görüşmesiyle iki ülke arasındaki tarihi özel ilişkinin yeniden canlandığını vurgulamakta yarar var.

 

Aslında “özel ilişki” Atlantik’in iki yakasında aynı şekilde algılanmıyor. Bu kavram Birleşik Krallık’ ta “British” kimliğinin bir parçası olarak görülürken, ABD cephesinde 70’li yıllardan bu yana çok tartışılıyor. Örneğin Time 1970’de bu konuda şöyle yazıyordu: “BK’nın büyük devlet statüsünü hızla kaybederek ikinci sınıf ülke konumuna gerilemesi, ABD ile ittifakını dengesiz ve yararsız hale getirdi.Time’a göre, BK imparatorluğunun son kalıntılarını tasfiye ederken, ince diplomasisi de Amerikan politikaları üzerindeki etkisini kaybetmeye başlamıştı.

 

O dönemde BK’nın küresel başarısızlığı genel kabul görmekteydi. Öyle ki bir Amerikalı açısından BK’nın küresel rolü “dünya çevresinde dönen bir kelebeğin kanat çırpmasından” ibaretti. Bu trajik gerilemeyi Thatcher durdurmuş, BK ile ABD arasındaki özel ilişki, Demir Leydi’yi Ronald Reagan’la vals yaparken gösteren ünlü fotoğrafın temsil ettiği gibi, bir süre için yeniden sağlamlaşmıştı. O yıllarda patlak veren Falkland (Malvinas) krizi de Britanya Aslanı’nın tüm pençelerinin dökülmediğini ve ikinci sınıf bir dünya gücü sayılamayacağını ortaya koymuştu. Ama bu durum, yukarıda da belirtildiği gibi, Barack Obama yönetimiyle birlikte BK aleyhine yeniden değişmişti.

 

Geçen yıl iki ülkede meydana gelen iki “inanılmaz gelişme” ise her şeyi BK lehine bir kez daha değiştirecekti. BK’da 23 Haziran’daki Brexit referandumu anketlerin gösterdiğinin aksine “leave” opsiyonunun zaferiyle sonuçlanacak, 8 Kasım’daki ABD başkanlık seçimlerini de favori olmayan Donald Trump kazanacaktı.

 

Theresa May, ABD seçimleri sonuçlanır sonuçlanmaz Facebook hesabından iki ülke arasında mevcut özel ilişkiyi vurguladı: “BK ve ABD’nin özgürlük, demokrasi ve hür teşebbüs üzerine kurulmuş, kalıcı ve ayrıcalıklı ilişkileri var. Ticaret, güvenlik ve savunma alanlarında yakın ve güçlü ortaklarız ve öyle de kalacağız.” 

 

May’in Washington ziyareti öncesinde Amerikan-Britanya ekseninin güçleneceği, tarihi özel ilişkinin canlanacağı öngörüsünün NATO’yu artık “miadını doldurmuş” bir ittifak olarak gören bir ABD Başkanı ile ne kadar mümkün olacağı soru işaretiydi. Ama ikilinin düzenlediği basın toplantısında May’in yaptığı “Trump yüzde yüz NATO’nun arkasında” açıklaması bu soru işaretini bir nebze ortadan kaldırdı. BK için Avrupa’dan siyasi, ticari ve ekonomik kopuş ortak “güvenlik” boyutunun da ortadan kalkması gerektiği anlamına gelmiyordu. Kaldı ki Trump yönetiminde başta Savunma Bakanı James Mattis gibi şahsiyetler, NATO ile ilişkileri ve özellikle Atlantik İttifakı’nın direği BK’nın savunmasını bir kenara bırakmayacaklardı.  

 

Bununla birlikte, canlandırılmış Amerikan-Britanya ittifakında artık bazı şeyler değişiyordu. May’in açıklamasına bakılırsa, ABD ve BK bundan böyle “egemen devletlerin içişlerine” karışmayacaklardı. Doktrin değişikliği açıklaması, Trump’ın “ABD artık dünya jandarması olmayacak” sözleriyle de örtüşüyordu. May bu sözleri Philadelphia’da Cumhuriyetçi Parti üyelerinin katıldığı bir konferansta sarf etmiş ve aynen şunları söylemişti: “BK ve ABD’nin kendi imajlarına uygun bir dünyayı yeniden yaratmak için egemen devletlere müdahale ettikleri dönem artık bitti.” May’a göre 90’lı yıllardan bu yana Irak’a, 11 Eylül’den sonra Afganistan’a müdahaleler gibi “geçmişteki hataları yinelememek” ama “gerçek tehditler karşısında da hareketsiz kalmamak” gerekiyordu.

 

Amerikan-Britanya özel ilişkisinin yeniden canlandırılmasıyla Batı’da oluşan bu Anglosakson eksen ve söylemindeki bu değişikliğin uygulamada tam olarak ne anlama geldiği önümüzdeki dönemde açıklık kazanacak kuşkusuz. İttifakın bu aşamada somut veçhesini AB’den ayrılan BK’nın ABD ile ikili bir serbest ticaret anlaşması yapma gereksinimi oluşturuyor. Ama tabii BK AB ile ilişkilerini resmen kesene kadar -ki yaklaşık iki yıl alabilir- bu konuyu müzakere dahi edemiyor. Bununla birlikte böyle bir anlaşmanın imzalanması ve Trump’ın pek de sıcak bakmadığı görülen AB ile Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı (TTİP) ile Serbest Ticaret Anlaşması’nın (TAFTA) rafa kaldırılması halinde, Transatlantik ilişkilerde olduğu gibi, Avrupa içinde de dengelerin BK lehine ya da AB aleyhine bozulacağına kuşku yok.

 

Başbakan Theresa May, Washington ziyaretinin hemen ardından Ankara’ya geldi. Bu ziyaret ilk bakışta güçlenen Amerikan-Britanya ittifakının Türkiye’ye atfettiği önemin işareti gibi görünüyor. Türkiye-BK ilişkileri açısından değerlendirildiğinde, Londra açısından öncelikli hususun ABD ile olduğu gibi Türkiye ile de ikili serbest ticaret anlaşması, ayrıca ekonomik bağların güçlendirilmesi olduğu söylenebilir. Örneğin Le Monde gibi Trump (ve Erdoğan) karşıtı bir gazetenin “Theresa May: Washington’da bir Avrupalı” (Theresa May, une Européenne à Washington) başlıklı başyazısının eleştirel nitelikli değerlendirmesi bu yönde.

 

Aslında Le Monde ’un Trump karşıtlığı nedeniyle ABD ile BK arasında yeniden canlanan özel ilişkinin geleceğine dair beklentisi de iyimser değil. Gazete Trump ile May’in birbirlerine yakınlaşma ihtiyacını kabul etmekle birlikte aralarında görüş ayrılıkları bulunduğunu, BK’nın çıkarının AB’nin devamından yana olduğunu, ABD Başkanı’nın ise tam da aksini dilediği izlenimi edinildiğini yazıyor. Bu bağlamda Churchill’den bu yana idealize edilen özel ilişkinin geleceğinin de Trump’ın öngörülemeyen kişiliğinden ötürü belirsiz olduğunun altı çiziliyor.       

 

 

 

- Advertisment -