YAZARLAR

PORTRE | Hollanda siyasetindeki Borgen dizisinin başrolünde: Sigrid Kaag

Rutte’nin Başbakanlığı’ndaki iki yıla yaklaşan dörtlü koalisyon, sığınmacılar ve konut piyasasını krize sokan göçmenlere karşı yeni önlemler üzerine anlaşma sağlanamayınca çöktü. Önlemlere karşı çıkanlardan biri de koalisyon ortağı D66 partisi ve onun Maliye Bakanı olan lideri Sigrid Kaag’dı. Son seçimden ikinci çıkarak büyük sürpriz yapan Kaag, Hollanda’nın tek kadın parti lideri. Eşi Filistinli bir doktor. Dört çocuklarının hem Hıristiyan hem Müslüman adları var. Kaag, siyasette kendince doğru bildiği her şeyi çok net şekilde ortaya koyan, herkesle tartışan bir isim. Onun ilham verici hikayesini iki yıl önceki seçim sonrası İzzet Akyol, Serbestiyet’e yazmıştı. O yazıyı yeniden yayınlıyoruz.

Türkiye için bir utanç: Kürde vurmak (*)

Çok uzak olmayan bir geçmişte, Türkiye’nin en yüksek yöneticileri, cumhurbaşkanı ve başbakan, Ankara ve Erbil’de Türk ve Kürt bayrakları önünde önce Mesut Barzani, sonra Neçirvan Barzani ile resim çektirdi. Daha iki ay olmadı; Dışişleri Bakanı Mevlût Çavuşoğlu Erbil’de Neçirvan Barzani’nin başkanlık törenine katıldı; Kürt bayrakları önünde ve Kürt millî marşı eşliğinde saygı duruşunda bulundu. Hepsi televizyonlarda yayınlandı.

Kadınlar için, kadınlar tarafından, kadınlar hakkında

Kişisel çağrıma aldığım cevapları aşağıda topladım. Toplam 12 tanıklık geldi. Bunlar kesinlikle kapsayıcı değil. Katkıda bulunan bütün kadınlara çok teşekkürler, sizi kucaklıyorum, yanınızda duruyorum.

Yanındayız

Sezen Aksu "ben herkesim" demekle kalmayıp en ulaşamayacakları yere, şiire sığınmış.

DEM Parti’de iki grubun mücadelesi

Zana ta Diyarbakır ve Urfa’dan İstanbul seçmenine “oylarınızı partinize verin” mesajı gönderirken, partinin Eşgenel Başkanı Hatimoğulları İstanbul adayına doğrudan oy istemiyor, isteyemiyor, seçmenini CHP’nin adayına yönlendiriyor. Tuhaf bir durum, siyasette dili kendi adayı için oy istemeye varmayan bir eşgenel başkana çok sık rastlanmaz! DEM Parti cenahından gelen sinyaller değerlendirildiğinde meydana bir yarılma tablosunun çıktığını söylemek mümkün. Bir tarafta Öcalan, diğer tarafta Kandil duruyor. Bir tarafta Zana, Türk ve Demirtaş’ın, diğer tarafta Hatimoğulları ve Temelli’nin anlayışları çarpışıyor. Kartlar açılıyor ve mücadele alenileşiyor. 1 Nisan’dan sonra rüzgârın sertleşme ihtimali artıyor.

“Yandaş” Komedyen Kerkeling, “Muhalif” Komedyen Cem Yılmaz

Alman komedyen Hape Kerkeling, 60 yaşında. 1991’de Hollanda Kraliçesi Beatrix’in Berlin ziyareti sırasında onun kılığına girip protokolü kandırmasıyla meşhur. Kerkeling tıpkı Cem Yılmaz gibi son haftalarda mizahlarıyla değil hassas siyasi ve toplumsal kutuplaşmalar üzerinden gündemde: Kerkeling, Berlin’in artık bir eşcinselin yaşamasına uygun bir şehir olmadığına ve aşırı sağcı AFD’nin yasaklanması gerektiğine dair beyanatlarıyla... Cem Yılmaz ise Ramazan’da rakı şişesi paylaşmasıyla… Olumsuz taraftan bakılırsa, malzemesi azalan komedyenlerin siyasetle daha fazla ilgilendikleri söylenebilir.

İki seçim arasında yapay zekâ çağ atladı ama iktidar çevrelerinin ‘sahtegerçek’ üretimi zayıf kaldı; son gün atağından korkmalı mıyız?

14-28 Mayıs 2023 seçimlerinin üzerinden neredeyse bir yıl geçti ve bu arada başta yapay zekâdaki sıçramalı ilerlemeler olmak üzere digital teknolojideki gelişmeler sahtegerçek üretimi sektörünün eline çok sayıda ilave imkân verdi. Ne var ki, Türkiye yeni bir seçime giderken iktidar kanadından bu imkândan faydalanma yönünde bir eğilim göremiyoruz. Dileyelim böyle bir şeye tevessül edilmesin, fakat varsa bir hazırlık, bunun seçimden önceki son bir-iki günde sahaya sürüleceğini tahmin etmek zor değil. İktidar mensuplarının kendileri hakkında böyle kuşkuların dile getirilmesine alınma, kızma hakları yok. Bunu son seçimde amatörce yaptılar, şimdi de profesyonelce yeni bir atak geliştirmelerinin ihtimal dahilinde olduğunu düşünme hakkımız var.

Bu seçim DEM Parti’nin son “demi” olabilir

DEM Parti Kürt meselesinin çözümünü Türkiye’deki iç siyasi dengelere kurban ediyor. Siyasette uzlaşmacı ve pragmatik davranmadığı için Kürtlere kaybettiriyor. CHP’nin Kürt seçmenin desteğiyle İstanbul seçimlerini kazanması AK Parti’yi iktidardan düşürmeyecektir. Ancak Kürt meselesinin 4-5 yıl daha geleceğe ertelenmesi bütün ülkeye kaybettirir. Seçimlerde yüksek bir oy alarak güçlü çıkan DEM Parti, demokratik siyasetteki yerini sağlamlaştırır. Aksi takdirde Kürt seçmen, DEM Parti’ye olan desteğini geri çeker ve son seçimlerde hızla kan kaybeden DEM Parti, giderek marjinalleşir. Kürt siyaseti makul ve demokratik bir zeminde Kürt dili, kimliği ve özgürlükler konusunda herhangi bir sonuca ulaşmayınca, bundan sonraki süreçte, Kürtler arasında aşırı milliyetçi ve ırkçı yapıların ortaya çıkma ihtimali yükselecektir.

Hasat zamanı!

Önceki gece hakem Halil Umut Meler’in linç edilmekten kurtulduğu Eryaman Stadı’nda geçen yıl Beşiktaşlı futbolcular da saldırıya uğramıştı. Maç oynanırken sahaya giren bir Ankaragücülü taraftar Beşiktaşlı futbolcu ve hakeme uçan tekmeyle saldırmıştı. Futbolcuları ve hakemi korumak isteyen Souza attığı tekme ile saldırganı durdurmuştu. Bunun sonucunda kırmızı kart görerek cezalandırıldı. Sezon sonunda da Beşiktaş’tan ayrıldı. Giderken söylediği sözler elbette yeniden hatırlanmaya değer: “Bir oyuncuyu öldürdükleri gün veya en sevdiği şeyi yapmasını engelleyerek sakat bıraktıkları gün ya da bir hakeme saldırdıkları gün beni hatırlayacaksınız.” Önceki gece hakem Umut Meler o sahadan sağ çıktıysa bunu biraz da Rizespor ve Ankaragücülü futbolculara borçluyuz. Linç kültüründen beslenen insanların ‘duralım’ demesine değil. Engellenmeselerdi durmayacaklardı…

Kürt Memet şimdi de sandığa mı?

Seçim öncesi Zana’dan, Demirtaş’tan, Türk’ten gelen AK Parti’ye, Erdoğan’a diyalog eli uzatan, yeni bir çözüm süresinden çıkışlar Batı’daki muhalifleri çok kızdırıyor. Bırakın da Kürt siyasetçiler ellerindeki siyasi ve demografik gücü hazır seçim ortamı varken pazarlık yapmak, sorunlarını çözmeye çalışmak, iktidarla diyalog kurmak için kullansın. Muhalifler bencilliği, Kürtleri iktidarla mücadele saflarının en önüne çağırmayı bırakmalı. Bu kez Kürt Memet nöbete çağrılmamalı.

Anayasa Mahkemesi doğru yerde duruyor

Türkiye son on yılda ciddi sarsıntılarla karşı karşıya kaldı. İşte böyle bir dönemde AYM adeta çalkantılı bir denizin içinde parlak bir deniz feneri gibi durdu. Herkesin, tüm kurumların yaşananlardan etkilendiği bir dönemde mahkeme, adalet ve demokrasi adına son umudun istinatgahı oldu. Bu hak edilmiş prestij heba edilmemeli. Bugün eğer Hükümet biraz dikkatli bakacak olursa, AYM’den şikâyet etmesi değil gurur duyması gerektiğini anlayabilir. Bugünkü yeniden yapılandırılmış şekliyle AYM esas olarak kendisinin eseri ve en iyi eserlerinden biri.

Anayasal monarşiye geçiş: Hiçbir sebep yoksa bile mutlaka bir sebep vardır!

Geçen haftanın en “tatlış” Twitter konularından biri “Anayasal Monarşi ve Türkiye” başlığı altında toplanabilecek tweetlerden oluşuyordu. Peki, Erdoğan zaten halihazırda “Head of State” olduğuna göre, anayasal monarşi ile birlikte yetkilerinin kısıtlanması hedeflenmekte olabilir. Çünkü bu sistemde, Türkiye’deki mevcut Cumhurbaşkanlığı Sistemi ile karşılaştırıldığında “Head of State”in yetkileri neredeyse ortadan kaldırılmakta ve görev sembolik hale dönüştürülmek istenmektedir. Erdoğan’dan sadece törenlerde boy göstermesi, keskin bir tarafsızlık içinde devleti bir imaj olarak temsil etmesi, Hükümetten zaman zaman bilgi almakla yetinmesi, yabancı diplomatlarla nezaket görüşmeleri yapması vs beklenecektir. Cumhurbaşkanlığı Sistemi ile kazanılan hız feda edilmek isteniyor olabilir mi?

Linç partileri: Olduğun gibi gel…

Linç kelimesi “dar”, doğrudan sözlük anlamıyla vardı çocukluğumda. Hafızama miras kalmış, eklenmiş görselleri de öyle… Öyle demesi insanlık için korkunç ama “Bildik linç işte!”. Bugün “toplumsal linç”in araçları da, arenası, hatta “güruh”u da daha farklı. Mecazen de olsa anlamı geniş. Lâkin ölümle noktalanmasa da ölümcül, taşla, sopayla olmasa da infazıyla linç bazen.

Seçmenin iradesini hiçe saymak

AK Parti, iktidara geldiği günden itibaren karşısına çıkan engelleri ve sorunları aşmak için her zaman seçimlere başvurmuş, seçmen desteğinden medet ummuştu. Oysa şimdi seçimleri ciddiye almıyor, seçim sonuçlarına gerekli saygıyı göstermiyor, seçmen tercihlerini dikkate almıyor.

Enformasyonun entropisi: Yahut sanayileşmiş enformasyonun akıbeti

Enformasyonun, kuvvet ve enerji kaynağı olarak kabulü en zengin dönemini yaşamaktadır. Öyle ki, gerçeğe tesadüf eden enformasyon adına ne varsa üzerlerinin söz ve yazı ile örtüldüğü aşikar bir haldedir. Bu gibi nedenlerle Enformasyon Toplumu, adlandırma ve fikrinin nitelikli olana ulaşmada bir engel olduğu görüldüğünden mitolojik sınıflandırmasına dahil edilebilir.

Bir İstanbul masalı: Kürtler (4 ve son)

İstanbul Kürtleri artık belirli bir sosyo-ekonomik düzeyi yakalamış; sivil alanda önemli ölçüde örgütlenmiş; dünya ile iletişim halinde okuyan ve kendi aydınlanma sürecini yaşayan yeni nesillerini yetiştirmiş; varoşlardan merkeze uzanmış; kentlileşirken “kendini” de muhafaza edebilmiş; yeri geldiğinde siyaset üstü refleksler gösterebilecek dinamik bir kitle olarak karşımızda duruyor.

Hafıza (*)

Filmi görmediyse, filmde insanlığın çocuk yapabilme yeteneğini kaybettiğini söylemem gerekecekti. Biz, (var mı, yok mu belli olmayan) ilişkimiz, çocuk; ürktüm. Halbuki devamını da planlamıştım.

Bingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat*

Bingöl Erdumlu, Türkiye’nin önde gelen radikal sol akımlarından Türkiye Halk Kurtuluş Partisi ve Cephesi’nin (THKP-C) az sayıdaki kurucularından biriydi. Hazırlığı birkaç yıl alan, nehir söyleşisi formundaki hatıratı, ölümünden bir süre sonra, Ekin Kitap’tan “Altıncı Süit: Bingöl Erdumlu Kitabı” adıyla yayınlandı. Bingöl Erdumlu’nun bu uzun röportaj hatıratında verdiği bilgiler ve yaptığı yorumlar, Türkiye siyasetinin ve sosyalist hareketinin halen tartışmakta olduğu bazı kritik olaylar bakımından son derece önem taşıyor.

E la nave va

Bir Fellini filmi (1983). Bizde “Ve Gemi Gidiyor” başlığıyla oynadı. Olanca sürrealist absürditesiyle son günlerde bana, Türkiye gemisinin nereye gittiğini düşündürüyor.

Anayasa Mahkemesi yol gösteriyor

AYM “Abbas Yalçın ve diğerleri” kararında 2014-2021 yılları arasında kendisine yapılan 30 civarında başvuruyu tek dosyada birleştirerek verdiği Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması ile ilgili ihlal kararında şöyle diyor: “HAGB kurumunun bu şekilde uygulanması, hiç kuşkusuz aynı zamanda toplumun diğer mensuplarını da düşüncelerini serbestçe açıklamaktan ve toplantı ve gösterilere katılmaktan caydırır. Usulsüz yargılamalar sonucunda cezalandırılma korkusunun doğurduğu caydırıcı etki, toplumdaki ve kamuoyundaki farklı seslerin susturulmasına yol açar ve hiç kuşkusuz çoğulcu toplumun sürdürülebilmesine de engel olur.” Görüldüğü üzere AYM, ifade özgürlüğü ile toplantı ve gösteri özgürlüğünün serbestçe kullanılabilmesini toplumun temel ilerleme noktalarından görüyor, kabul ediyor. Ama bir de yaşayan Türkiye var.

Kürtlerin kararı

Kürtlerin tercihlerini belirleyen çok değişik etkenler olduğu ortada. Kürtlerin tarihi, kendi kimliklerini, dillerini, kültürlerini korumak ve yaşatmak için katlandıkları fedakarlıkların örnekleriyle doludur. Kürt seçmeni, kendi iradesini kullanmak, kendi geleceğine karar vermek ve ülkesinde özgürce yaşamak istemektedir. Asıl ilginç olanı artık herkesin kendi durduğu yere göre Kürtlere akıl vermeye çalışmasıdır. Kimisi tehdit ediyor, kimisi hakaret ediyor hatta bencillikle suçluyor. Burada sorun birilerinin onlara ayar vermeye kalkmasıdır.

Düşüncelerimizin ardındaki sessizlik alanından…

Ben bir sonbahar çocuğuyum. Hep beklediğim, gelmesiyle mutlu olduğum zamanlar olageldi sonbahar zamanları benim. Bu sonbahar ise hem yaş dönümüme hem pandemiye denk geldi. Dünyanın neredeyse yeniden kurulduğu, bildiğimiz tüm kuralların değiştiği; o boşlukların, sessizliklerin bize çok daha fazla şey söylediği zamanlarda olduğumuzu düşündüm.

Entelektüeller ve aptallar

Kitabın benim açımdan önemi, bugünlerde Türkiye için de hiç olmadığı kadar değer kaybına uğradığı bir dönemde, gerçek anlamda entelektüelin değerini ve toplumlar açısından vazgeçilmezliğini güçlü şekilde hatırlatıyor olması. Aynı şekilde, entelektüelsiz bir toplumun kaba siyasetçiler elinde nasıl çocuksu ve aşırı duygulara savrularak gerçeklik kaybına uğrayacağını ve “aptallaşacağını” iyi anlatıyor.

E la nave andra (Ve gemi gidecek)

Beğenmeyebiliriz, despotik ve faşizan eğilimli bulabiliriz, ama iktidarın gerçekten de bir Türkiye hayali var. Kendilerince ülkenin iyiliğini istiyor ve o yönde güç birliği yapıyorlar. Geçen hafta Halil Berktay olayları özetlediği yazısına bir Fellini filmine nazire olarak ‘E la nave va’ (Ve gemi gidiyor) başlığını koymuştu… İktidarın gemisi olayların (dalgaların) arasından gitmeye devam ediyor ve görüldüğü kadarıyla da muhalifleri (aynen filmdeki şaşkın ve hayran kasabalılar gibi) geride bırakarak süzülüp gitmeye devam edecek.

İktidardaki “keratalar” arasındaki gerilim bizi ilgilendirmez mi?

Güvenlik bürokrasisindeki tasfiyeler, çetelere operasyonlar, Cumartesi Anneleri üzerinden ılımlılık mesajları, yargıda açıktan suç duyurularıyla, zehir gibi mektuplarla açığa çıkan mücadele, Cumhurbaşkanı seçilme oranı ile ilgili tartışma… Bunlar “keratalar arası sorun” denilip geçilecek işler midir?

Yeni metin ne söyleyecek?

İstanbul Sözleşmesi’nin feshi varlıkları tehdit altındaki kadınlar ve akibetlerini bilemediğimiz annesiz kalan çocuklar için daha büyük güvenceye, daha ileri bir hamleye yol açmayacaksa, telafisi imkânsız acıların faillerine cesaret veren bir vazgeçiş olarak tarihe yazılacaktır.

Bir Filistin gene var!

Ulaşmaya çalıştığımız maşeri vicdan, her inançtan ve her düşünceden iyi insanların bağırlarında yaşıyor ve iyi insanlar bu tür görüntüleri seyredemezler, onlardan kaçmanın kurtulmanın bir yolunu ararlar. Merhamet de yorulur, oysa bu uzun soluklu bir mücadele ve en az çocukları katleden terör kadar stratejik ve uzgörülü bir azme ihtiyacımız var.

Spor Sergi, Abdi İpekçi ve çalınan geçmişimiz

Ardından bir haber daha aldık… Tatsız… Bu işleri iyi bilenler, ölçmüşler, biçmişler, hesaplamışlar ve sonunda “Buraya tamamen sportif tesis yapmak doğru değil. Bu bölgede ticari alanlar yaratmak lazım. Hem milletçe birlik ve beraberliğe ihtiyaç duyduğumuz, ekonomimizin dış güçler tarafından çökertilmeye çalışıldığı şu günlerde paraya daha çok ihtiyacımız var” buyurmuşlar…

ABD’de yüksek ateş

Mart ayından bugüne, yani üç aylık kısa bir zaman diliminde, dünyanın süper gücü Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşananları kabaca sıraladığımızda ortaya şöyle bir tablo çıkıyor.

S-400

Bence S-400 alımının tek anlamı, ya da mesaj içeriği var. Türkiye gözünü karartıyor. ‘Eğer Suriye’de bir Kürt oluşumu gerçekleşirse müdahale ederim. Gerekirse çatışırım. Onları koruyabilecek olanların da, başta ABD olmak üzere, o alanda bana karşı üstünlükleri hava üstünlüğüdür. Bunu da S-400’lerle dengeliyorum.’

Japonya’nın olmayan ordusu, Abe’nin bitmeyen kâbusu

Abe’nin ölümünden iki gün sonra büyük bir seçim başarısı yakalayan Liberal Demokrat Parti 1947’den beri barışseverlik normuna sahip çıkan Japon halkını bu sefer ikna edebilecek mi? Bir ülkenin ordu sahibi olup olmaması arasındaki tercihi belirleyen, bize laf-u güzaf gibi görünen ama aslında gücünü hukuktan ve kamuoyundan alan o ince çizgi Japonya’da yeniden çizilecek mi? Daha da önemlisi, sıklıkla “Yeni Soğuk Savaş” olarak adlandırılan bu dönemde Asya Pasifik bölgesindeki barışa silahlanmış bir Japonya mı, savunmada kalan bir Japonya mı daha fazla katkı sağlayacak?

En Son Yazılar