Ana SayfaYazarlarReferandum meselesinin iç politika boyutu

Referandum meselesinin iç politika boyutu

 

Biz siyaset bilimciler veya uluslararası ilişkiler alanında ders veren akademisyenler, dış politika konusunu ele alırken öğrencilerimize zaman zaman şu hatırlatmada bulunuruz: Unutmayın, dış politika iç politikanın devamı, hattâ uzantısıdır. Akabinde şu cümleyi eklemeyi de bir görev biliriz: Uluslararası ilişkilerde ebedi dostluklar yoktur; çıkarlar esastır. Aslında bu iki küçük cümle, öğrencilerimizi, diğer bir deyimle genç akademisyenleri (“genç akademisyen” terimini, felsefe profesörü rahmetli Uluğ Nutku hocama borçluyum; İstanbul Üniversitesi’nde, daha ilk dersimizde “Bizler yaşça ileri akademisyenleriz, sizler ise genç akademisyenlersiniz” deyip bizleri cesaretlendirmiş ve gönlümüzü okşamıştı) akademik çalışmaya teşvik ve analitik düşünmeye davet etmek amacıyla kullanırız.

Şimdi en geç 2019’da Türkiye’de başkanlık seçimleri düzenlenecek. Biliyorsunuz, 16 Nisan’da yapılan referandum ile Türkiye’de hükümet sistemi değişti ve başkanlık sistemine geçtik.  Ancak ilk seçim çok kritik olacak gibi. Dolayısıyla partiler, iç ve dış politikadaki söylem ve eylemleriyle biraz da seçime hazırlık yapıyor.

Dış politika, iç politikanın devamıdır

Bugünlerde dış politikada her bir şeyden daha çok hararet ile tartışılan konu, 25 Eylül’de Irak Kürdistan’ında gerçekleştirilen bağımsızlık referandumu. Diyeceksiniz ki ne alâkası var? Biraz sabrederseniz izah edeceğim. Türkiye nüfusunun yaklaşık üçte biri Kürtlerden oluşmakta. Kürtler, içinde yaşadıkları koşullardan dolayı tahmin edilmeyecek şekilde politize oldu. Rahatlıkla diyebilirim ki,  bugün Ortadoğu’nun en çok politize olmuş halkı Kürtlerdir.  Buna karşılık, bazı gazetelerin manşetlerine ve TV haberlerine baktığınızda, sanırsınız ki bu ülkede tek bir Kürt yok.  Sağ olsun, en sonunda 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül durumu fark etti ve şöyle bir ifade kullandı: “Manşetlere baktığımda sanki bizim Kürt nüfusumuz yokmuş gibi sorumsuz manşetler de görüyorum.”

Şimdi sizlerden ricam, ilkin şu siyasi parti liderlerimizin referanduma ilişkin açıklamalarına bir göz attıktan sonra, meselenin başkanlık seçimi boyutu üzerinde düşünmenizi istiyorum. Eğer bu açıklamalara “biliyorum” diyorsanız, o zaman bu bölümü geçip “Doğrusu” ile devam eden paragraftan devam edebilirsiniz. 

Partilerin referandum tavrı

Önce CHP’den başlayalım. CHP’li Öztürk Yılmaz şöyle dedi: “İşin bu noktaya gelmesinde, Barzani'nin altına kırmızı halılar seren, Irak Merkezi Hükümeti’ne gösterdiği iyi muamelenin yüz katını Barzani'ye gösteren ve bayrağını göndere çeken, kurultayında ‘Türkiye seninle gurur duyuyor’ dedirten ve alkışlattıran, Diyarbakır meydanında sahneye çıkartıp ahaliye selamlattıran Adalet ve Kalkınma Partisi sorumludur. Barzani ile örtülü enerji işi yapan, kirli ticaret yapan, Barzani’yi zengin eden AKP’dir. Bugün Barzani AKP'yi dinlememektedir. Ve birilerinin çıkıp ‘Biz yanıltıldık’ demesi de bize sürpriz olmayacaktır… Hükümetin Barzani’ye, ‘Bu sevdadan vazgeç’ deyip 24 saat süre vermesi lazım. Eğer bu süre içinde geri atım atmıyor ve hâlâ hükümetten ve Türkiye’den giden sesleri ayağının altına alıp çiğniyorsa o zaman askeri, siyasi ve ekonomik tedbirler içeren bir paket hazırlanması lazım. ‘24 saat süre verilmesi lazım’ dedik, eğer uymazsa ne yapılması gerektiği Milli Güvenlik Kurulunda değerlendirilecektir. Ama bazı hususlar var; anladığı dilden konuşmak diye bir kavram vardır diplomaside. O anladığı dilden konuşmak gerekir.”

Irak Merkezi Hükümeti’nin, İran’ın ve Türkiye’nin acilen bir istişare mekanizması kurması gerektiğini savunan ve eşgüdüm gerekli diyen Öztürk Yılmaz, konuşmasının devamında şunu dile getirdi: “Bugün gelinen nokta, Türkiye için bir varlık-yokluk mücadelesidir. Bu mücadeleyi doğru noktada durup verenler Türkiye'nin çıkarlarına ve ulusal güvenliğine hizmet edecektir. Aksi haldekiler ise ihanet edeceklerdir.”

Şimdi bir parantez açıp, Öztürk Yılmaz’ın açıklamaları üzerine CHP Diyarbakır İl Disiplin Kurulu başkanı ve kurultay delegesi Selim Fidancı’nın partisinden istifa gerekçesine bakalım. Zira yazdıkları, ortalama bir Kürdün hislerini yansıtır türden.  Fidancı şöyle diyor: “Genel başkan yardımcısı Öztürk Yılmaz’ın kendi kaderini tayin hakkını kullanılması ile ilgili bir hususta savaş dilini kullanmasının; Kürt halkının hassas sürecini göz ardı ederek, kendi ülkesinin sınırları dışında yaşayan bir halkın 25 Eylül’de yapmak istediği referandum kararına karşı yaptığı açıklamanın üzerinden dört gün geçmesine rağmen, bu savaş çağrısı şeklindeki açıklamaya karşı bünyesinde çok sayıda Kürt milletvekili ve üye bulunduran CHP genel merkezi tarafından da herhangi bir açıklamanın gelmemesi, şahsımı kaygılandırmıştır. CHP’de çalışma yürüten bir Kürt olarak bu şartlarda, bu çatının altında kalmamın mümkün olmayacağı kararını almamı gerektirmiştir. Bu vesileyle CHP Diyarbakır İl Örgütü İl Disiplin Kurulu başkanlığı, kurultay delegeliği ve CHP üyeliğinden istifa ettiğimi tüm kamuoyuna saygıyla duyururum.”

Gelelim MHP’ye. Referandumu karanlık bir dönemin habercisi olarak gören MHP lideri Devlet Bahçeli’nin açıklaması şöyle: “Irak merkezi hükümetinin, bölge ülkelerinin ve uluslararası toplumun tüm uyarılarına kulak tıkayan Barzani’nin bağımsızlığa giden ilk adım olarak gördüğü sözde referandum, bölge için çok karanlık bir dönemin habercisidir. Barzani, çok ağır bir bedel ödeyeceği ve sonu hüsranla bitecek bir macera yolculuğunu başlatmıştır. Çocukluk hayalinin nasıl kâbusa dönüşeceğini yaşayarak görecektir.”

Kürtlerin MHP ile hiçbir zaman bir gönül bağı olmadı ve MHP’nin de Kürtlerden herhangi bir beklentisi yok.  Bu anlamıyla Sayın Bahçeli hiç takiye yapmadan içinden geçenleri söylemiş bulunuyor.

Kuşkusuz AK Parti cephesi önemli, zira bölgeden ve Türkiye’nin dört bir yanından oy alan bir parti. CHP ve MHP’nin parti olarak kaybedecekleri bir şeyleri yok, ama AK Parti’nin var. Hal böyleyken, Cumhurbaşkanı Erdoğan 15 Eylül 2017’de şöyle söyledi: “Sayın Barzani, bizim bu konuda ne düşündüğümüzü gayet iyi biliyor. Yaptığı açıklama, bana göre hakikaten çok çok yanlış bir açıklama. Çünkü bizim yıllardır Irak'ın toprak bütünlüğü konusundaki hassasiyetimizi biliyor. Irak’ın toprak bütünlüğü konusundaki hassasiyetimizi bildiği halde, bunun yanında Kerkük özellikli bir bölge, bunu da bildiği halde, kalkıp hâlâ buralarda kendine göre bazı operasyonlar yapma gayretinin içerisine girmesini hiç mi hiç doğru bulmuyorum.” 

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, referandum sonrasında, Uluslararası Ombudsmanlık toplantısında konuyu tekrar ele alarak şöyle dedi: “Kimse bizden sınırlarımızın hemen yanı başında, 350 kilometre, yeni bir kriz ve çatışma alanı oluşmasına göz yummamızı bekleyemez. Bu konudaki tavrımız açıktır. Buna rağmen yapılan ve Irak’taki cari hukuka da uygun olmayan referandumun, sonucuna bakmaksızın yok hükmünde kabul ediyoruz, gayrimeşrudur diyoruz. Şu anda sadece Irak tarafına geçişe müsaade var, bu hafta diğer tedbirleri açıklayacağız. Giriş-çıkış kapatılacak. Bakalım bundan sonra IKBY petrolü nereye satacak? Vana bizde. Kapattığımız anda o iş de bitti. Bir gece ansızın gelebiliriz, geliriz. Kullanmaktan çekinmeyeceğimiz tüm seçenekler masadadır. Cerablus, Rai, El Bab'ı nasıl DEAŞ'tan temizlediysek, gerektiğinde Irak'ta da adımlar atmaktan geri durmayacağız.”

Öte yandan, MHP lideri Devlet Bahçeli’nin referandum kararı için “savaş sebebi sayılmalıdır” çıkışına Başbakan Binali Yıldırım şu karşılığı vermişti: “Bir devlet bize kafa tutar, egemenlik haklarımıza karşı hareket içinde olursa bizim için savaş sebebidir. Ama burada Irak'ın parçası olan bir bölgesel yönetim var. Bu savaş nedeni olmaz."

CHP Kürtleri ilelebet kaybetti

Doğrusu ben bütün bu açıklamaların önümüzdeki başkanlık seçimlerini nasıl etkileyeceğini kafamda tam anlamıyla yerine oturtamamıştım. İşte tam bu noktada, Kürt bilgesi bir ağabeyimiz (adı bende saklı) şöyle bir açıklamada bulundu: “Cumhurbaşkanı Erdoğan, yine çok dâhice bir politika izleyerek daha şimdiden önümüzdeki başkanlık seçimlerini garantiledi.” Nasıl yani? “Şöyle ki, bir daha yer ve gök bir araya gelse, Kürtler ne CHP’ye ve ne de CHP’nin işaret ettiği bir adaya oy verir. Bütün partiler Kürtlerin bağımsızlık referandumuna tepki gösterdi. Lâkin CHP,  Öztürk Yılmaz’ın şahsında, aynen Ulubatlı Hasan gibi kaleye ilk bayrağı dikti ve Kürtlerle var olan ipleri ilelebet kopardı. Aman Allahım o ne dil! Adam sadece asalım, keselim, ezelim diyor. MHP, Öztürk Yılmaz’ın eline su dökemez.  Seçimlere gelince, şimdi diyelim ki üç parti seçimde aday gösterdi ve ilk turda adaylardan hiçbiri yüzde 50’yi alamadı, seçimler ikinci tura kaldı. İkinci turda CHP’nin adayı ile Reis yarıştığında, sizce Kürtler kimi tercih eder? Muhtemelen bir kısmı boykot eder, bir kısmı da Reis için oy kullanır. Ama hiçbir Kürt CHP’nin adayına oy vermez. İşte bu referandumun böyle bir sonucu oldu. Şüphesiz AK Parti tarafından yapılan açıklamalar da Kürtleri incitti, ancak hiç olmazsa AK Parti bir ölçü tutturabildi.”

Bu yoruma şunu ekleyebilirim: Selahattin Demirbaş’ın ve diğer neo-Kemalist HDP’lilerin CHP ile ittifak çağrılarının önümüzdeki dönemde Kürt halkı nezdinde bir karşılığının olmayacağını düşünüyorum. Gerisi, AK Parti’nin Irak Kürdistanı ile ilişkilerini yumuşatmasına bağlı. Türkiye’nin, zaten 27 yıldır Irak’tan de facto kopmuş olan Kürtlerin de jure kopuşu meselesinde Irak’tan daha sert bir tutum almamasını; Kürt ve Türk halklarının barış içinde ve kardeşçe yaşamına halel getirecek politikalara heves etmemesini dilerim.  

 

 

 

- Advertisment -