Ana SayfaYazarlarGüvenli bölgenin uluslararası boyutu

Güvenli bölgenin uluslararası boyutu

 

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Suriye sınırları dâhilinde güvenli bir bölge oluşturulması yönündeki kararlılığını son günlerde sıkça dile getirmeye başladı. Önce Suriye ve İran ile 16 Eylül’de Ankara’da gerçekleştirilen üçlü zirvede; daha sonra BM’nin 74. Genel Kurul toplantısında; son olarak da TBMM’nin açılış konuşmasında, Türkiye’nin artık tahammülünün kalmadığını söyleyerek, bir an önce Suriye toprakları içinde, Fırat’ın batısında bir operasyona başlayacaklarını ifade etti.

 

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Meclis’teki açılış konuşmasında, Suriye’de nasıl bir güvenli bölge kurulacağına ilişkin kimi detaylı bilgiler vererek konuşmasına şöyle devam etti: “Türkiye'yi terör örgütünün tasfiyesi için yıllardır oyalayanların bizzat yüzlerine, artık bu oyunun sonunun geldiğini söyledik. Türkiye'nin kaybedecek tek günü yok. 30 kilometre derinliğindeki güvenli bölgede 2 milyon kişiyi iskân ettirmeyi planlıyoruz. Projelerimiz hazır. Devlet başkanlarıyla BM’deki ikili görüşmelerde paylaştık.  Bölgeyi terör örgütünün işgalinden kurtardıktan sonra uluslararası alacağımız destekle bu projeyi başlatacağız… Bunların hepsinin toplam açılımı nedir? Bir gece ansızın gelebiliriz.”

 

Cumhurbaşkanı Erdoğan, uluslararası toplumun desteğiyle inşa edecekleri 5 bin nüfuslu 140 köye ve 30 bin nüfuslu 50 ilçeye bir milyon kişi yerleştireceklerini; kurulacak köyler ve ilçelerle ilgili ön çalışmaların yapılarak yerlerinin tespit edildiğini ve maliyetlerinin çıkarıldığını söyledi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, gerçekleştireceği plana ilişkin uluslararası destek vurgusunu da ön plana çıkartarak, “Uluslararası Donörler Toplantısı yapmak suretiyle bu adımı da atacağız. Hem ülkemizin bekası, hem terör örgütleriyle mücadelemizin başarısı, hem de Suriyeli misafirlerimizi evlerine huzuru kalple geri döndürmek için bu adımı atmak mecburiyetindeyiz” dedi (Hürriyet, 01.10.2019).

 

Meselenin hukuki yönü

 

Bir ülkenin kendi resmi sınırları dışındaki topraklarda herhangi bir tasarrufta bulunması, uluslararası hukuk açısından kabaca iki prensibe dayanmaktadır: (1) BM Güvenlik Konseyinin kararı; (2) egemen ülkenin talebi. BM Güvenlik Konseyinin bu tür içtihatlarında, Irak’ın Kuveyt’i işgali karşısında olduğu gibi,  genellikle uluslararası bir koalisyon oluşturularak müdahale edilir.  Suriye krizinin patlak verdiği 2011’in 15 Mart’ından bu yana BM Genel Kurulundan Suriye’ye yönelik bir müdahale kararı çıkmadı.  Suriye’ye yönelik BM kararlarını daha önce birkaç kez veto eden Rusya, bundan sonra da veto hakkını kullanmaktan geri durmayacaktır.

 

Gelelim, egemen ülkenin talebine. Suriye’deki Esad yönetimi, (Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da birkaç yıl önce haklı olarak dile getirdiği gibi) meşruiyetini çoktan yitirmiş olmasına rağmen, başta BM olmak üzere uluslararası toplum nezdinde halen egemen güç olarak kabul edilmekte. Bugün İran ve Rusya’nın Suriye’deki varlığı, tamamen Suriye’nin daveti ile gerçekleşmiş bir durum. Eğer Rusya, 2015 yılında,  Suriye iç savaşında fiilen Suriye hükümetinden yana tavır alıp askeri gücüyle sahaya inmeseydi, Esad yönetimi şimdiye çökmüş olacaktı.

 

Rusya ve İran’ın Tutumu

 

Türkiye uluslararası destek hususunda önce Rusya ve İran’ı ikna etmekle işe koyulmak zorunda. Peki, Rusya ve İran, Türkiye’nin güvenli bölge planına nasıl bakar? Önce Rusya’dan başlayalım. Rusya’nın en önemli hesabı, Türkiye’yi başta ABD olmak üzere Batı bloku ile karşı karşıya getirip, Asya blokuna dâhil ederek kendi tarafına çekmek.  Rusya, Türkiye’de kimi kesimlerde oldukça derin olan “Kürt fobisi” üzerinden, bu politikasında bayağı bir yol kat etmiş bulunuyor. Üstelik Rusya Dışişleri Bakanının ikide bir “ABD Suriye’de bağımsız bir Kürdistan kuruyor” şeklindeki beyanlarıyla bu fobi sürekli kaşınmakta. Rusya’nın 2018 yılında Suriye hava sahasını Türkiye’nin Afrin operasyonuna açması da,  gelecekte Türkiye ve ABD’yi Rojava üzerinde karşı karşıya getirme planının bir parçasıydı.

 

Gelelim İran boyutuna.  Burası oldukça karışık. Zira İran, derin Pers diplomasi geleneği temelinde öyle paldır küldür hareket etmez; ancak en son 16 Eylül’deki üçlü zirvede Ruhani’nin konuşmasının sergilediği gibi, yeri ve zamanı geldiğinde sözünü de esirgemez.  En baştan söyleyelim; Türkiye gibi İran da Kürtlerin Suriye’de özerk, federal veya bağımsız bir resmi statü kazanmasını istemez.  Zira Türkiye gibi İran’ın da çözüm bekleyen dağ gibi bir Kürt sorunu var. Ancak İran şunu çok iyi bilir:  Türkiye’nin, Suriye sınırları dâhilindeki Kürt toprakları üzerinde derin bir Arap Kemeri yapılanmasıyla Sünni Arap bir yönetim oluşturması, İran’ın, başta Şii Hilali projesi olmak üzere pek çok hesabını altüst eder. Her şeyden önce İran, Rojava’da kurulacak bir Sünni Arap oluşumunun Şam için çok ciddi bir tehdit olacağını bilir. Zira böyle bir oluşum, Türkiye’nin de desteğiyle bütün Suriye’ye doğru yayılmak isteyecektir. Oysa Kürtlerin kendi toprakları dışındaki alanlarda bir egemenlik tesis etmek ve Suriye’deki Esad rejimini devirmek gibi bir hedefleri yoktur. Kürtler, kendi dilleri, kültürleri ve varlıklarını sürdürecek, anayasal güvencelere dayalı ve özerk bir yerinden yönetim talep ediyorİran, Rojava’daki özerk bir Kürt yönetimi ile bir Sünni Arap yönetimi arasında tercih etmek durumunda kalırsa, hiç şüphesiz Şam ile uzlaşmaya hazır bir Kürt yönetimini tercih eder.  Benzer bir tercih durumunda, Rusya’nın da İran gibi hareket edeceği aşikâr olsa gerek.

 

Türkiye’nin Suriye’de, Kürt torakları üzerinde 2-3 milyonluk bir Arap yerleşim alanı oluşturma planını İran, Ankara’daki basın toplantısında, hem de Ruhani’nin ağzından, kabul etmeyeceğini söyledi.  Ruhani şunu da vurguladı: “Suriye’ye dönecek mülteci, kendi evine dönmek, kendi bahçesini ekmek ister.” Şam’dan, Halep’ten ayrılmış bir mülteciyi Qamışlo (Kamışlı) veya Rakka’ya yerleştirmek, Allah uzak etsin, Türkiye’nin Suriye tarzı bir bela ile karşılaşması neticesinde Avrupa’ya kaçmış İstanbullu veya Ankaralıyı Şırnak veya Hakkâri’ye göndermeye benzer.  Böyle bir çözüm insani, vicdani ve etik olarak kabul görmez, göremez.

 

Eğer ABD, Rojava’daki oluşumun arkasında olmasaydı, Rusya ve İran Türkiye’nin güvenli bölge talebine çok daha yüksek sesle karşı duracaktı. Yarın ABD, bölgeden ayrılma yönünde kesin bir karar alırsa, işte o zaman Rusya ve İran, değil Türkiye’nin Suriye toprakları içinde güvenli bölge oluşturmasını, sırf bu yönde bir girişimi savaş sebebi sayabilir. Şayet ABD’de Suriye’den tamamen çıkacak olursa,  İran ve Rusya ABD’yi Amerika kıtasına kadar “sopa ile” kovalar. Üstelik İran, Rusya’nın da desteğiyle bir gecede Hürmüz Boğazını kapatır ve Körfez ülkelerinin petrolü üzerine çullanır.

 

Batı’nın tavrı

 

İran ve Rusya’nın kabullenmeyeceği bir güvenli bölge girişiminin Batı’dan destek bulması çok daha zor görünüyor. ABD, Türkiye’nin güvenli bölge planına, Suriye’yi daha çok istikrarsızlaştırıp IŞİD’i yeniden güçlendireceği gerekçesiyle karşı durmakta. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron da, Avrupa Konseyi’nin 70. yıl etkinlikleri kapsamında geldiği Strasbourg’da Türkiye’nin mültecileri kullanıp kendisine Suriye’de alan açmaya çalışmasını kabul etmeyeceklerini dile getirdi (Aydınlık, 02.10.2019).

 

Kuşkusuz bütün bunlara rağmen Türkiye, egemen bir ülke olarak “bir gece ansızın” Rojava’ya girebilir ve onlarca uçak eşliğinde vurmak istediği hedefleri yerle bir edebilir.  Büyük bir olasılıkla işte o zaman BM Güvenlik Konseyi, ABD veya Fransa’nın çağrısıyla toplanıp, 1991’de Irak Kürdistanı örneğinde olduğu gibi Rojava’yı uçuşa yasak bir bölge ilân eder. Zira Batı, Suriye’nin üçte birini Türkiye’ye bırakmak istemez.  Böyle bir durumda Türkiye’nin Kürt meselesi daha karmaşık bir hal alır.

 

Gerek Uluslararası Af Örgütü[1]  ve gerekse BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği[2], Türkiye’yi 2018’deki Afrin operasyonu nedeniyle “etnik temizlik yapmak” ve “demografik değişime yol açmak”  gibi ağır insan hakları ihlâlleriyle suçladı. Operasyon sonrasında büyük çoğunluğu Kürtler olmak üzere 300 bin insanın yerinden olduğu[3] ve  Afrin civarındaki 360 köyün  tamamında  Kürtler oturuyorken, bugün bütün bu köylere Arapların yerleşmiş olduğu söyleniyor.

 

Arapların komşu Kürt topraklarına doğru yayılmak istemesi Osmanlı döneminde de mevcut idi. Ancak hiçbir Osmanlı padişahı buna müsaade etmedi.  Urfa-Antep yöresinde vuku bulan lokal düzeydeki Kürt-Arap çatışmalarında Sultan Abdülhamit her zaman açıkça Kürtleri destekledi. Türkiye’nin bugün Suriye toprakları dâhilinde tarafgir bir nüfus değişimi yönünde tasarrufta bulunması, ileride telâfisi mümkün olmayan sorunlar yaratabilir. Türkiye, Kürt sorunu çözmeye kalkarken, bir Arap sorunu da yaratabilir. Görünen o ki,   bu gidişle Rusya ve İran, İdlib’teki tüm cihatçı unsurları Türkiye sığınmak durumunda bırakacaktır.

 

Bir  yol daha var ama…

 

Bu yolun taşları akıl, feraset, vicdan ve empati ile döşenmiştir; “barış yolu” diye bilinir ve denemeye değer. Irak Kürtleri meselesinde denendi ve müthiş bir sonuç alındı.  Suriye Kürtleri için de başvurulabilir.  Zira fırsat tanındığında, Suriyeli Kürtlerin de aynen Irak Kürtleri gibi Türkiye ile iyi geçinmek isteyecekleri ve kendi topraklarından Türkiye’ye yönelik saldırılara izin vermeyeceği açıktır. Değil aklı başında bir insan; Aurelius Agustinus’un dikkat çektiği üzere, bir haydut bile “evinde karısı, çocukları ve ailesinin öteki üyeleriyle barış içinde olmayı amaç edinir.”

 

Bölge bazında Kürtlerin statü arayışı, yine Aurelius Agustinus’un anlattığı, Büyük İskender ile cüretkâr bir deniz korsanı arasında geçen hikâyeyi andırmaktadır. Büyük İskender, “niçin denizi kötü niyetle tutuyorsun” diye sorduğunda, korsan gururlu bir atılganlıkla şöyle cevap verir: Ya sen niçin bütün dünyayı eline geçiriyorsun? Ben bu işi küçük bir gemiyle yaptığım için bana haydut deniyor, sen aynı işi büyük bir filoyla yapınca imparator diye anılıyorsun.”[4]

 

Cumhurbaşkanı Erdoğan, BM’deki adaletsiz yapıyı eleştirirken haklı olarak “dünya beşten büyüktür” diyor. Aslında dünya, BM üyesi 193 ülkeden de büyüktür. Yeryüzündeki deniz ve dipsiz okyanuslarda Kürtlere ait bir geminin olması dünyanın sonu olmaz.

 


[1] “Syria: Turkish occupation of Afrin has led to widespread human rights violations – new findings,” https://www.amnesty.org.uk/press-releases/syria-turkish-occupation-afrin-has-led-widespread-human-rights-violations-new, 01. Aug 2018, erişim:04.10.2019.

[2] UN report details large-scale human rights abuses in Afrin under Turkish military control, https://stockholmcf.org/un-report-details-large-scale-human-rights-abuses-in-afrin-under-turkish-military control/  July 8, 2018, erişim:04.10.2019.

[3] David Romano,  “Erdogan’s plan will not bring safety nor help refugees” Rudaw, 27.09.2019.

[4] Aurelius Agustinus, “Tanrı Devleti’den seçme parçalar” çev. Mete Tunçay, Batı’da Siyasal Düşünceler Tarihi, Cilt:1, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2. Baskı, 2010.

- Advertisment -