Ana SayfaYazarlar“Cihangir” ve “Tanrı’nın Cezası”: Cengiz Han

“Cihangir” ve “Tanrı’nın Cezası”: Cengiz Han

 

1162’de Moğolistan’da Timuçin adıyla doğan Cengiz Han, yeryüzüne ayak basmış en büyük fatih unvanına sahip olmasının yanı sıra, tarihte en çok kan dökmüş liderler arasında da yer almaktadır.  Ele geçirdiği topraklar,  insanlık tarihi boyunca bir insanın fethetmiş olduğu en geniş topraklar olarak kabul edilir. Öldüğünde zaptetmiş olduğu topraklar Büyük İskender’in fethettiği toprakların dört katı, Roma İmparatorluğu’nun zirvede olduğu dönemdeki toprakların iki katıdır. Üstelik kendisi öldükten sonra, oğulları bu toprakları bir misli daha arttıracaklardır.

 

Şemsettin Sami, Kamus-ı Â’lam’da Cengiz’i şöyle anlatır: “Cengiz Han, dünyanın en büyük cihangirlerinden ve en meşhur zalim ve kan dökücülerinden olup Moğol taifesindedir. Asıl ismi Timuçin’dir. Ortaya çıkması İslam âlemi için büyük belâlardan olan bu zararlı şahıs, H. 548 (1153) tarihinde Moğolistan’da doğmuştur. Önceleri küçük bir kabile reisi iken, diğer kabile başkanlarının bazısıyla birleşip bazılarına karşı savaşarak cenkteki talihinin yardımıyla bir takım yerler daha almış ve hükmettiği çevreyi gittikçe genişletmiştir. Hicri 599 (1203) yılında bütün Moğolistan ve Tataristan ‘hakan’ unvanıyla padişah tanınarak padişah olarak Karakurum’da tahta oturmuştur.” (Tahir’ül Mevlevi:17)

 

Cesur, hırslı ve usta bir politikacı olan Cengiz, Moğolistan’ın çeşitli göçebe aşiretlerini kâh zorla kâh “gönüllü” olarak bir ara getirdikten sonra asıl büyük seferlerine başları. Önce Doğu Türkistan’ı,  1211’de Çin’in kuzeyini ve 1215’te Pekin’i, ardından (Rusya’da) Kurya ülkesini alır. Daha sonra İç Asya’nın batı ucunda kalan Harzemşahlara saldırarak Maveraünnehir, Harzem, Horasan, Kandehar ve Meltan’ı harap eden Cengizhan, devamında Buhara, Semerkant, Belh ve Herat gibi büyük şehirleri de yerle bir eder. Egemenlik alanını kuzeybatıya doğru genişleterek Kıpçak çölünü, Kafkasya’yı ve Rusya’nın güney kısmını zapteden Cengiz, askerlerinin bir kısmını Anadolu’ya da göndererek, imparatorluğunun sınırlarını Çin denizinden Karadeniz’e kadar genişletmeyi başarır.

 

H.621’de (1226) Karakurum’da vefat eden Cengiz, yeryüzüne ayak basmış en büyük zalim ve kan dökücüler arasında yer alır. Suçsuz insanları öldürmekten haz duyduğu; çocuk, kadın veya yaşlı demeden kan döktüğü söylenir. Aldığı yerlerin çoğunda bütün ahalinin kılıçtan geçirilmesini emreden Cengiz’in askerleri de sırf eğlence için insan öldürürmüş. Cengiz Han sadece insan öldürmekle yetinmezmiş; girdiği yerlerde kütüphane, medrese ve rasathaneleri de yok edermiş (Tahir’ül Mevlevi:18). Bu söylenceler Cengiz’in ve Moğolların saçtığı benzersiz dehşete tanıklık eder.

 

Moğolların vicdanlı ve merhametli olmaları beklenmez. Zira bir anlatıma göre Cengiz, “Benim tarafımdan özel bir emir olmadıkça düşmanlarına merhamet göstermenizi men ediyorum” demiştir (Lamb:135). Onlar açısından, bir yerde yapılan katliamların başka yerde tekrarlanmaması söz konusu değildir. Eski tarihlerin ve tarihçilerin, gerek şehir nüfusları, gerekse katliamlar için verdiği rakamlar abartılıdır. Herhangi bir sayıma dayanmaz. “Çok çok büyük” veya “çok çok fazla” anlamında zikredilir. Öte yandan, modernite öncesinde bu kadar müthiş rakamların başka hiçbir fatih ve fetihler için verilmemesi de dikkat çekicidir. İbn’ül Esir, Cengiz’in sadece Merv’de 700,000 (İslam Tarihi, cilt 12, s. 393), Cüveyni ise 1,300,000 kişiyi öldürdüğünü yazar (Kafalı, İslam Ansiklopedisi). Nîşâbur’da kediler ve köpekler bile katledilmekten kurtulamadı denilir. Bir hafta içinde 1,600,000 kişinin katledildiği söylenen Herat şehrinin akıbeti, Merv’den daha az korkunç olmaz. Mirhavend’e göre, Nişâbûr ve civarındaki katliamda da 1,747,700 kişi can vermiştir. (Tahir’ül Mevlevi: 26-27) Cengiz’in öldürdüğü toplam insan sayısının 20 milyon civarında olduğu rivayet edilmektedir.

 

“Yıktılar, öldürdüler, yağmaladılar”

 

Cengiz’in ortaya çıktığı dönemde İslâm âlemi de karışıklık içindeydi; hattâ bazı yerlerde, (o çağın ve toplumun kendi ölçülerine göre) ahlâk bozukluğu ve ikiyüzlülük had safhaya ulaşmış sayılıyordu. Bu nedenle “Cengiz Han âfeti”nin zuhurunu Müslümanlar için Allah tarafından gönderilmiş bir “terbiye kamçısı” şeklinde değerlendirenler de olmuştur. Bir Müslüman, Moğolların tahribatını şu şekilde tanımlar: “Geldiler, yıktılar, öldürdüler… Yağmaladılar ve gittiler!” (Lamb:10). Hıristiyanlar ise Moğolların hışmından kurtulmak için kiliselerde dua eder, âyinler düzenler(Lamb:9).

 

1220 yılında Cengiz, Ceyhun nehrinin ötesindeki bütün Müslüman memleketlerin âdetâ başşehri olan Buhara’yı hedef alır ve kalenin kapısının önünde karargâhını kurar. Buhara pek çok İslam âliminin, imamın, seyyidin ve mütercimin yaşadığı seçkin bir kenttir. Sayı bakımından çekirge ve karıncaları andıracak kadar çok Moğol askeri şehrin etrafını çevirir. Şehrin korumasını ise 20,000 kadar atlı ile Savinç Han ile Keşli Han yapmaktadır. Tatarların sayıca çok fazla olduğunu ve savaşı kazanma umudu kalmadığını anlayan komutan ve askerler, şehri terk edip kaçar. Ancak Ceyhun kıyılarında Moğol devriyelerine yakalanır ve kılıçtan geçirilirler. Moğollara direnecek kimse kalmayınca şehir halkı kapıları açıp Cengiz’i selâmlamak için çıkar. Han o an için kendilerine “acıyarak” onları öldürmez.

 

Cengiz şehre girerken büyük caminin kapısında durur ve “Burası hükümdarın sarayı mı?” diye sorar. Kâtipler “Hayır, burası Tanrı’nın evidir” diye cevap verir. Atından inip içeri giren Cengiz minberin önüne oturur. Küçük oğlu Tuli de minberin basamaklarına çıkar. Cengizhan halka dönerek, “Atlarım açtır ve ovada bunları besleyecek ot yok.” Bunun üzere eşraf, buğday ve arpa ambarlarını açıp ne varsa getirir. Tatarları sevindirmek için kadın erkek şarkılar söyleyip dans ederler. Cengiz şöyle bağırır: “Sizin yeryüzündeki servetlerinizi göstermenizi istemiyorum, fakat yer dibine gömdüğünüz servetleri meydana çıkarıp bize vermenizi istiyoruz. Bunu yaparsanız, hayatınızı kurtarırsınız.” Daha sonra Moğollar şehri ateşe vererek içindeki her şeyi yakar (Abu’l Farac, cilt 2, s. 505-6).

 

Buhara’yı yerle bir eden Moğollar, 1221 yılında Semerkant’a doğru hareket ederek şehrin önünde karargâh kurar. Sultan Muhammed, şehri korumak için 110,000 muharip bırakmıştır. Başlangıçta Moğollara karşı iyi bir direniş sergilenir ve çok zayiat verdirilir. Ancak aralarında şehrin kadısı ve şeyhülislamının da olduğu bir grup, Tatarların intikam alacağı korkusuyla Cengiz’e gizlice haber yollayarak, hayatlarının bağışlanması şartıyla şehrin kapılarını açmayı vaat eder. Cengizhan öneriyi kabul eder ve Moğollar içeri girer. Şehirde savaşanlar kalelere sığınır. Tatarlar ahaliyi esir alıp yağmaya başlar. Ortalık kararınca Tatarlar şehirden çıkar ve şehrin dışında gördüklerinin tamamını öldürür. Semerkant’tan sonra Harzem bölgesine karşı harekete geçen Moğollar,  Cürcaniye şehrinde 100,000 kadar insanı daha katleder  (Abu’l Farac, Cilt.2:512-13).

 

Harzem bölgesinin sultanı Muhammed Moğollardan kaçarak Horasan’a gider. “Bu adamlarla dövüşmek için bizde yürek kalmadı. Bu yüzden, buraya doğru gelecek olurlarsa onların karşılarından Hindistan’a kaçmaktan başka yapılacak iş yoktur” der.  Tatarlar Hamedan’a varınca, Muhammed Mazenderan’ın karşısındaki dağlara kaçar. Ancak Tatarlar ailesini, oğullarını, kızlarını ve karılarını esir alıp ailedeki erkekleri öldürürler. Bu haber üzerine Sultan Muhammed kederinden hastalanıp ölür, lâkin oğlu Celâleddin Harzamşah, Moğollara karşı yiğitçe savaşmaya devam ederek Tatarlara büyük kayıplar verdirir. Sonunda Cengiz büyük bir ordu ile Celâleddin’in karşısına çıkar. Ceyhun kıyısındaki savaşta, ordusunun tamamen telef olmasına karşılık, Celâleddin Harzamşah ve beraberindekiler atlarını nehrin sularına vurup Cengiz’in gözü önünde karşı kıyıya çıkmaya çalışır. Biri Celâleddin olmak üzere altı kişi karşı kıyıya varır. Moğollardan bazıları onları takip etmek ister, ancak Cengiz müsaade etmez ve şöyle der: “Böyle bir babanın oğlu olmak ne şerefli şeydir.” Önce Hindistan’a kaçan Celâleddin Harzamşah, daha sonra Şiraz’a döner (Abu’l Farac, cilt 2, s. 515-16).

 

Bir kan ve ateş tufanı

 

Nasıl ki Büyük Tufan bir su baskını olarak kutsal kitaplarda yer edinmişse, benzer şekilde  Moğolların ortaya çıkışı da bir kan ve ateş tufanı şeklinde değerlendirilmiştir.  Ahmet Cevdet Paşa, Horasan, Irak, Acem ve Azerbaycan'ı vurup yağmalayarak halkın üçte ikisinden çoğunu öldürdüklerini söyler. Cevdet Paşa devamında, “Kadın ve çocukları öldürmek ve gebe kadınların karınlarını yarıp ceninleri telef etmek gibi insanı kan ağlatacak ve tüyleri ürpertecek facialar işlediler” diye yazar (Kısası Enbiya, cilt 2, s. 895).

 

Cengiz fethetmek istediği ülkelere önceden casuslar gönderir ve istihbarat çalışmaları yapar. Casusları arasında gezgin din adamları, dervişler, şeyhler ve sofular bulunur (Tahir’ül Mevlevi:114). Cengiz için Büyük Katil, Tanrının Cezası, Mükemmel Savaşçı, Taçların ve Tahtların Hâkimi gibi pek çok sıfat kullanılmıştır. Aslında kendisinin bütün bu lâkapları hak ettiğini kabul etmemiz gerek.  Dünya tarihinde Cengiz ile karşılaştırabilecek bir fatih, belki bir nebze Büyük İskender olabilir. Lâkin İskender’in ölümünden sonra, imparatorluğu kendi generalleri arasında paylaşıldı ve giderek küçüldü. Buna karşılık Cengiz öldükten sonra de mirasına oğulları ve torunları sahip çıktı. Torunu Kubilay Han dünyanın yarısını idare etmekteydi.

 

Cengiz Müslüman oldu mu?

 

Sefer dönüşü Buhara'ya uğrayan Cengiz, kendisine İslâm dininin esaslarını anlatacak birilerinin getirilmesini emreder. Kadı Şerefeddin ile bir vaiz gönderilir. Cengiz'in huzuruna çıkarak kendisine kelime-i şehadet ile namaz, oruç, zekât ve haccı anlatırlar. Bütün bunları beğenen Cengiz hac hususunda duraklar ve “Belli ki, Mekke'de çiftçilik yapılamadığından halkın giden hacılardan ihtiyaçlarını görmeleri için Cenâb-ı Hak onu da emretmiştir” der. Dışarı çıktıklarında Kadı Şerefeddin onun İslam dinine geçmiş olduğuna hükmetmiş, lâkin vaiz Cengiz’in Müslümanlığı kabul ettiğine inanmamıştır (Kısası Enbıya, cilt 2, s. 894).

 

Cengiz döneminde büyük çoğunluğu şamanist olan Moğollardan daha sonra İslâma geçenler olmuştur. Ancak Cengiz’in Müslümanlığı kabul etmiş olduğuna dair elimizde sağlam bir bilgi mevcut değildir. Süryani vakanüvislerden Bar Hebraeus (veya Arap adıyla Abu’l Farac) Cengiz her şeye rağmen onur ve merhamet duygusundan yoksun olmadığını, ayrıca dinî açıdan hoşgörülü olduğunu ileri sürer (Yousif: 284).

 

Cengizhan’ın dinî açıdan hoşgörülü olup olmadığı tartışılır. Lakin Mengü Han’ın,  Hülâgu'yu batıya görevlendirirken sarfettiği şu sözlerde küçük de olsa bir hoşgörü kokusu vardır: “Çevre hükümdarlarından sana boyun eğenlere saldırma. Özellikle Abbasi halifesi sana sevgi gösterirse onu incitme. Ama başkaldırırsa Cengiz Han kanunu üzere gerekeni yap!” (Kısası Enbıya, cilt 2, s. 929).

 

İbn-i Arabşah, sonradan İslâmı kabul etmiş olmalarına rağmen “Çağataylılar, Deşt-i Kıpçak, Hitay ve Türkistan halkı ve avam tabakasının tamamının, Tanrının lânetlediği Cengiz Han yasalarını Şeriattan üstün tutarlardı” diye yazar.  Arabşah’a göre “Cengiz’in Tevrat’ı” buralarda yürürlüktedir. İbn-i Arabşah devamla, Mevlânâ Hafızüddin Muhammed el-Bezzazi ile Mevlânâ Alaaddin Muhammed el-Buhari’nin, Cengiz ve Timur yasalarını İslâm şeriatının önüne geçiren her bir kişinin kâfir olduğu konusunda fetva verdiklerini yazar (İbn-i Arabşah:431).

 

Cengiz Yasası

 

Peki, Moğolların her şeyden üstün tuttukları Cengiz Yasası nedir?  “Cengiz Han Yasası” Moğol İmparatorluğu’nun hukuk temeli sayılır. Bilhassa ordu ve askerlik işlerini düzenler. Sözden yazıya geçirilen bir teamülî hukuk kompilasyonu niterliğindedir. Tamamı bizzat Cengiz döneminde konmamıştır. Daha çok, nesilden nesle aktarılan Moğol âdet ve törelerinin formel kurallar haline dönüştürülmesiyle oluştuğu inancı yaygındır. Ancak yine de Cengiz’in 1206 kurultayında bu kurallara bazı ilâveler yaptığı ve hepsini resmen yürürlüğe koyduğu kabul edilir. Cengiz’den sonraki Moğol hanedan ve hükümdarları bu yasaları özenle uygulamaya çalışmıştır. Harold Lamb’ın farklı kaynaklardan derlediği 24 maddesine bakıldığında, son derece ataerkil bir aşiret toplumunu (Moğolların üstünlüğü dahil) düzene sokmaya yönelik bir ilk kurallar katmanının üzerine zamanla (medeniyetle temastan kaynaklanan) başka hükümlerin binmesi sonucu, başta İslâmiyet olmak üzere semavi dinlere açıkça aykırı bir madde görülmemektedir. Bazıları şöyledir:

 

(1) Yeri ve göğü yaratan, ölümü, hayatı, serveti, fakirliği istediği gibi dağıtan, her şeyde mutlaka hükmünü yürüten bir tek Tanrı’nın varlığına iman etmenizi emrediyorum.

 

(2) Dinî reisler, vaizler, rahipler, ruhani hayata bağlı kimseler, müezzinler, doktorlar ve cenaze yıkayıcıları, genel hizmetlerden muaftır.

 

(3) İmparatorluğun hiçbir tebaası bir Moğolu hizmetçi veya esir olarak kullanamaz.

 

(4) İstisnalar haricinde her erkek orduya dâhildir.

 

(5) Evlenme yasası her erkeğin karısını satın almasını emreder. Birinci ve ikinci derece akraba arasında nikâh yasaktır.

 

(6) Bir erkek iki kardeş ile evlenebilir, birçok cariye kullanabilir. Kadınlar emlâk işleriyle meşgul olabilir, istedikleri gibi alıp satabilir. Erkekler ancak av ve savaşla meşgul olacaktır. İlk eşin çocukları diğerlerine göre üstünlük sahibidir ve bütün mülke onlar varistir.

 

(7) Zinanın cezası ölümdür. Böyle bir suç işleyenler derhal idam edilir.

 

(8) Casuslar, yalancı şahitler, sefahate düşkün olanlar, büyücüler idam edilir.

 

(9) Yeni imparatorluğun subay ve reislerine ayrıcalık ve dokunulmazlık sağlanmıştır (Lamb:177).

 

Cengiz Han’ın ölümü

 

Abu’l Farac, Cengiz’in 1226 yılında Hindistan üzerine sefere hazırlandığı sırada, Tankurt’ların memleketinde ağır bir hastalığa yakalanıp öldüğünü yazar (Abu’l Farac, cilt 2, s. 522). Cenazesi Moğolistan’ın kuzeydoğusundaki Burhan Haldun’a götürülüp defnedilen Cengiz’in mezar yeri bilinmemektedir (Kafalı, 1993).

 

Cengiz öldüğünde arkasında pek çok çocuk bırakır.  Bunların arasında Cuci, Çağatay, Öğteka (Ögeday) ve Tuli adındaki dört oğlu öne çıkmaktadır. Babası Cengizhan ölünce yerine oğlu Öğteka Han (Abû’l Farac Tarihi çevirisinde “Oktay” diye verilmiş: s. 522) geçer. Fakat hem babası hem de kardeşi Öğteka Han döneminde Maveraünnehir dahil Türkistan’ı asıl Çağatay yönetir. Rusların Döşi Han dediği Cuci Han, Kıpçak diyarı ile Güney Rusya’da hüküm sürer. Ancak henüz babası sağken ölür ve Altınordu devletinin başındaki yerini oğlu Batu alır. Tuli Han da babasının öldüğü yıl vefat eder. Güney Çin’e oğlu (Cengiz’in torunu) Kubilay hâkim olur. Hülagü (asıl adı Kulahu, Kula at) da Tuli’nin bir diğer oğlu ve Cengiz’in torunudur.

 

Nasıl gökte bir tek Tanrı varsa, yeryüzünde de tek bir Han olmalıdır” diyen Cengiz’in, bu idealine tam olarak ulaşamamışsa da çok yaklaşmış olduğuna şüphe yoktur.

 

 

 

 

- Advertisment -