Ana SayfaYazarlarSivil-asker ilişkisi nereye gidiyor?

Sivil-asker ilişkisi nereye gidiyor?

 

Sivil-asker ilişkisi bakımından farklı bir dönemi yaşıyoruz. Yıllaryılı askerin belirlediği ağır bir vesayetin baskısı altında kalan kesimler şimdilerde onunla hiç olmadığı kadar yakın ve içiçe bir ilişkiye geçmiş gözüküyorlar. İronik olan bunu meşum bir darbe girişiminin sağlamış olması.

 

Sivillerin askerlerle olan ilişkisi, kontrol, gözetim ya da denetim ilişkisinin çok ötesinde bir ‘birliktelik hali’ ortaya koyuyor ve ordunun da buna bağlı olarak hiç olmadığı kadar güçlendiği görüşü yaygınlık kazanıyor.  

 

İlk bakışta her şey iyi duruyor ve bunda bir sorun gözükmediği gibi pek çok insana olması gerekenmiş gibi geliyor. İnsanlar kendilerini askerin yanında hissediyor ve böylelikle uzun yıllar hep isteyip de yaşayamadıkları bir duyguyu açık ederek devletle barışmanın getirdiği gücü kalıcı hale getirmenin koşullarını arıyorlar.

 

Fetöcülerle birlikte her türlü vesayetçi ideoloji ve bakış açısı da ordudan temizlenmiş gibi bir algı yayılıyor. Bir daha benzer sorunlar ve darbe girişimleriyle karşılaşılmaması için de askeri eğitimden bürokratik yapılanmaya, savunma sanayinden kurmaylık mekanizmasına kadar her alanda bir zihniyet değişim hamlesi olarak sivilleşme süreci yaşanıyor.

 

Biliyoruz ki Türkiye’de asker, ‘görünürde’ siyasetin içinde yer almıyor gözüktüğünde bile her zaman için politik görüşleri olan ve bu görüşlerini –genellikle perde arkasından- ‘ulusal güvenlikçi’ bir ideolojiyi bürokrasiye yedirerek siyaset kurumuna ‘dayatma’ kapasitesine sahip oldu. Sivillere bağlı görünse de gerçekte bunun şartlarını kendisi belirleyebilen bir nitelikle karşımıza çıktı.

 

Dünya üzerinde sivil-asker ilişkisini olması gereken bir niteliğe kavuşturamadığı için demokratik ilerleme sağlayamayan düzinelerce ülke var. Bizdeki farklılık, sivil ve siyasal alanın zaman içerisinde ince bir işçilikle güvenlik alanı hale getirilerek bir tür oto-vesayetin bizatihi siviller eliyle sağlanmasının devlet kültürü haline getirilmiş olması.

 

Bir güvenlik ideolojisi üzerinden yaratılan imtiyazların koruyucusu bizatihi siviller olduğunda askerin darbeye kalkışma ihtimali azalıyor ama bunun nedeni demokratik gerekliliklerin sağlanması olmadığından, sistem kendi içindeki hastalığın bedelini sivilleşememe olarak ödüyor. O nedenle hastalığın çözümü de her anlamda sivillerin belirlediği ve yönettiği bir askeri yapı olarak ortaya çıkmış durumda.

 

Ne var ki bu sivilleşme sürecinin gerçek anlamda demokratikleşmeye hizmet etmesi ve bir taraftan caydırıcı gücü yüksek ve dış politikada etkili, güçlü bir orduya sahip olurken diğer taraftan siyasal alanı güvenlik ideolojisinin baskısından bütünüyle kurtarabilmek için dikkat edilmesi gereken hususlar yer alıyor.

 

                                                                     ***

 

Askeri gözetim ve denetim iki şekilde mümkün oluyor; objektif gözetim ve subjektif gözetim. Bizde sivil-asker ilişkisinin oturduğu paradigma, literatürdeki tanıma tam olarak uymasa da objektif gözetime yakındır. Yani siviller, askerliği militer, profesyonel ve özerk bir iş alanı olarak kabul eder, buna göre tanımlar, ve onların işine asgari ölçüde karışarak siyasetle arasına mesafe koyarlar. Askerin olabildiğince güçlü olması, kendi içinde militer karakterinden ödün vermeksizin sınırları dışına çıkmayacak bir alan tahsis edilmesi söz konusudur.

 

Asker, devletin tekel bir ‘askeri güvenlik’ aracı ve en önemli dış politika enstrumanlarından biridir. İlişkisi, siyasetle değil devletledir ve devlet, herhangi bir politik grubun değil objektif olarak tüm halkın temsilcisi kabul edilerek askerin de bütün bir halkın uzantısı olduğu görüşü hakimdir. Siviller askeri alana hiçbir şekilde girmez, karşılığında da askerlerin politik alana girmemelerini beklerler.

 

Objektif gözetim ya da kontrolün büyük riski, sivil ve siyasal alandan bağımsız hareket etme kabiliyetine sahip güçlü bir ordunun oluşmasını sağlamasıdır. Elinizin altında etkili bir silahınız vardır ve namlunun size çevrilmemesi için silahı elinde bulunduranların sizinle aynı yöne bakmasını sürdürebilir kılmalısınızdır. Askeri yalnızca gözetim ya da denetim altına tutan, kontrolden çıkmasını engellemeye çalışan sivillerin ötesinde ona yön verebilen, politikaları oluşturabilen sivil uzmanlara ihtiyaç vardır.

 

Sivil-asker ilişkisinde askerin olması gereken sınırlar içinde olması askeri profesyonelliğin bir parçasıdır ve ordunun operasyonel düzeyde, sivillerin müdahalesine ya da karışmasına gerek bırakmayacak bir sistem oluşturması esastır. Buna karşın politika yapımı ve stratejik düzeyde dış dünyadaki bilgi ve uzmanlıktan yararlanmaya açık bir yapı olmalıdır. Aksi takdirde, dışarıdan yapılan her türlü müdahale amacına ulaşamadığı gibi sivil-asker ilişkisini bozucu bir nitelik taşır. Burada, askerin neyi ne zaman nasıl yapacağı önceden belli ve net şekilde tanımlıdır, bu sayede siyasi alanda istenen sınırların dışındaki hareket kabiliyeti –en azından kağıt üzerinde formel olarak- bütünüyle ortadan kaldırılmıştır.

 

Asker, kurumsal olarak, politik açıdan steril ve nötr kabul edilir. Son derece iyi tanımlanmış dar sınırları içerisinde olabildiğince geniş bir özerkliğe sahip asker için siyasilerin güçlü bir liderliği gereklidir. Demokratik açıdan yerleşik yerlerde neredeyse en geçerli model bu objektif gözetim/denetim modelidir.

 

Objektif gözetim, askerin siyaset üzerindeki etkisini azaltmaya çalışmak yerine çalışma alanını ve sınırlarını net olarak çizerek iki alanı birbirinden ayırır ve sivil-asker ilişkisini demokratik işleyişi kesintiye uğratmayacak bir zemine oturtmaya çalışır. Genel olarak askerler böylesi bir ilişki biçiminden yanadırlar. Özellikle tehditlerin yoğun olduğu ülkeler için önerilen bir modeldir.

 

Bua karşın subjektif model, askerin devlet alanından çok siyasal iktidar alanından kontrol edilmesini içerir. Güçlü bir siyasal iktidar askeri sürekli olarak gözetim ve denetim altında tutar. Özerk ve ayrı bir askeri alan tanımlamasına gidilmez. Güçlü bir sınır çekilmez. Asker, iç ve dış siyasetin parçası olarak kabul edilir. Genel olarak siviller, böylesi bir ilişkiden yanadırlar. Ancak subjektif model, hem askeri bizatihi siyasetin içinde konumlandırması hem de iktidarı elinde bulunduran kesimin askerle olan ilişkisi üzerinden politik güç kazanması gibi riskler taşır. Bu modelin, tehdit düzeyi düşük olduğunda işe yarayacağı ileri sürülür. Aksi takdirde, ulusal güvenlik açısından da risk içermektedir.

 

Her iki modelin ulusal güvenliği algılama biçimi de farklıdır. Objektif modelde, ulusal güvenlik, bir ulusun sosyal, ekonomik ve siyasal kurumlarının öteki bağımsız devletlerden kaynaklanabilecek tehditler karşısında korunmasını içerir. Ülkenin kendi içinden kaynaklanabilecek tehditler, siyasetin karşı koyması ve çözmesi gereken, iç güvenlik kurumları eliyle ortadan kaldırılabilecek nitelikte kabul edilir. Ulusal güvenlik, doğası gereği muğlak ve her yere vazife çıkarmaya uygun genişlikte bir tanıma sahiptir. Bu nedenle askerin kendi alanından çıkmadan ulusal güvenliğin sağlanmasına hizmet etmesi için bu geniş tanım içerisinde tam olarak ne yapmakla sorumlu olduğunun sivillerce net bir biçimde belirlenmesi kritiktir. Aksi takdirde, ulusal güvenliğin muğlaklığı askeri gücün her alana yayılan bir akışkanlıkta olmasına neden olur.

 

Subjektif modelin ulusal güvenlik tanımı da benzerdir fakat içeriden kaynaklanabilecek tehditler karşısında siyasete müdahale etme ihtimali birinciye göre daha yüksektir. İktidardaki sınıfla olan organik ilişkisi nedeniyle ordu burada güvenliği siyasetin içinden sağlamak gibi yönetilmesi zor, iki ucu keskin bir kılıcı eline almış olur. Bu modelde sivilleşme en güçlü haliyle kendini gösterir ancak bu daha çok barış zamanları için kurgulanmış bir modeldir ve savaş halinde yeterince güçlü bir orduya sahip olamama riski taşır.

 

Sivilleşme, iki taraflı işleyen bir kanaldır ve sivillerin askeri sivilleştirmesi askerin de sivil alanı militerleştirmesine kapı açar; iki alan arasındaki sınır akışkan bir hâl alır ve güvenlikle siyaset birbirini ikâme eder hale gelir. Güvenlik ideolojisi, bütün siyasal ideolojilerin içine sinerek özgürlük alanının sınırlarını belirleyen bir baskı kurar. Sivilleşme, doğası gereği politik bir içerik taşır ve bu içerik dönemin baskın ideolojisine göre belirlenir. Askerin politize olması bu süreci yöneten parti için objektif modele göre çok daha kolay bir kontrol sağlar ancak iktidar değişiklikleri her zaman için sadece kontrolü kaybetme değil aynı zamanda askerle politik bir çatışma riski barındırır. Darbe mekaniği denilen şey bu çatışmaya askerin kendi yöntemleriyle son vermesidir.

 

Subjektif denetim modelinde, iç güvenlik tehditlerinin, ulusal güvenlik sorununa dönüşme riski her zaman daha yüksektir ve bu yaşandığında askerin taraf haline gelerek belirli bir kesimi düşmanlaştırması genellikle kaçınılmazdır. Bir ülkede asker iç güvenlik alanına ne ölçüde müdahale ederse sivil-asker ilişkisi neredeyse o ölçüde bozulur ve askeri ideoloji, siyaset üzerinde vesayetçi bir konum elde etmiş olur. 

 

Objektif model, askerin odağını sürekli olarak ülke sınırları dışında tutmaya çalışır. Odağın kendi içine dönmesi, sanılanın aksine ulusal güvenliğin sağlanmasını sadece güçleştirmez, devlette kalıcı bir işlev bozukluğu yaratma riski de taşır. Bu tür yerlerde, sivil irade asker karşısında zayıflar ve kutuplaşma yaşanır.

 

Aynı anda iç ve dış tehditler söz konusuysa genellikle hangi tarafın ağır bastığına göre askerin odağı o yöne kayar ve bir kere daha içeriye doğru evrildikçe siyaset alanının sınırları daralır. Güçlü orduya sahip bir ülkenin sivil-asker ilişkisi bakımından başına gelebilecek en kötü şeylerden biri, dış tehdit düzeyinin çok düşük buna karşılık iç tehdit düzeyinin çok yüksek oluşu ya da toplum tarafından böyle algılanışıdır. Böyle bir durumda objektif gözetime sahip olsanız dahi bu model işlemez olur ve yerini kaçınılmaz bir biçimde subjektif modele bırakır. Darbeler genellikle subjektif modele dönmek zorunda kalan yerlerin sorunudur. Garip bir şekilde ne içerde ne de dışarda belirgin bir tehditle karşılaşılmayan yerlerde de sivil-asker ilişkisinin bozuk işlediği görülebilir. Militer ideolojiye göre yapılanmış olan asker için bir dış tehditin varlığı denebilir ki demokratik siyasal bir toplumda doğru yerde konumlanabilmesi için elzemdir.

 

Asker, ulusal güvenlik kurumu olmazdan önce ve daha fazla bir dış güvenlik kurumudur ve dış güvenlik yerini ulusal güvenliğe bıraktığında askerin kendine biçtiği rol ve misyon ister istemez kendine çizilen sınırların çok ötesine taşma riski barındırmaktadır. Askere göre tanımlanan ulusal güvenlik bir tür ulusal güvenlik ideolojisidir ve siyaset burada gücünü tehditlerden devşirir. Asker genel olarak varlığını meşrulaştırmak için tehditlere ihtiyaç duyar ve bu ihtiyaç arttıkça olan tehdit kaynaklarını sürekli canlı tutma veya varolanları olduğundan büyük algılama eğilimine kayar.

 

Türkiye’de sivil-asker ilişkisi, her zaman için objektif ve subjektif modelin her ikisinin de duruma göre devrede olduğu bir ara modeldir. Yeni askeri eğitimin ne asker ne sivil yapısı ve askerin hem Cumhurbaşkanlığı hem de Savunma Bakanlığı’na bağlanışı gibi yenilikler, bu aralık halinin sistemleştirilmesi  çabalarıdır. Ve görünen o ki bu aralık hali yeni dönemde farklı bir biçimde siyaseti ulusal güvenlik ideolojisinin belirlemesine açık hale getirmektedir.

 

 

 

 

 

- Advertisment -